- Karanlık Suyun Yer Yüzüne Çıkışı -Film; 8 dalda Oscar adayı olarak, yine aynı sayıda adaylık alan ?No Country for Old Men'e Oscar yarışında yenildi bilindiği üzere. Bu yüzden önce izlediğim ?There Will Be Blood'u, diğer filmi izlemeden bir yorum getirmedim. İnceden biraz da 2008 Oscar'larına da değineceğim.Altın dönemlerinden birini yaşamıştı 90'lı yıllarda sinema... Bu dönemde 4 film çekmiş ve köşesine çekilmiş bir yönetmen Paul Thomas Anderson. Özellikle de ?Magnolia? ile adından çokça bahsettirmişti. Yönetmenin beşinci ve en iyi filmi ?There Will Be Blood?.Paul Thomas Anderson tam bir ?auteur? esasen. Filmlerinin birçok detayıyla birebir ilgilenen bir yönetmen. Yönetmenlikteki başarısının yanında çok başarılı da bir senarist. Bu son filminin senaryosunu da Upton Siclair'in ?Petrol-Oil!? adlı kitabından uyarlamış. Oldukça başarılı bir uyarlama. Yönetmenin son filmiyle birlikte 5 Oscar adaylığından 3 tanesi senaryo dalında. Bu kadar iyi bir senarist olan yönetmenin, bu son filmindeki uyarlama senaryosu da çok başarılı. Filmdeki öykü; petrol endüstrisinin yeni yeni ortaya çıktı yıllarda, 20.yüzyılın başlarında geçiyor. Günümüzde gündemde fazlaca yer almış olan ?petrol? konusunun aslında çıkışını resmediyor. Film, oldukça sessiz bir açılış sekansına sahip. Ana karakterimiz Daniel Plainview'in adeta tırnaklarınla kazıyarak karanlık suyu yer yüzüne çıkarttığını görüyoruz bu açılış sekansında. Oldukça paraya aç ve hırsını daha bu ilk sekanstan anlıyoruz. Bu uzun ve sessiz açılıştan sonra hemen sonraki karelerde Daniel'ın büyük bir petrol girişimcisi haline geldiğini görüyoruz. ?There Will Be Blood? karakter merkezli bir film. Tüm hikaye Daniel Plainview'in üzerinden anlatılıyor. Ayrıca sadece ana karakterin değil, diğer yan karakterlerin çözümlemelerini de çok iyi bir şekilde dile getirmiş Anderson. Diğer filmlerindeki ortaya çıkardığı karakterlerdeki başarısını bu filminde de görüyoruz. Neyse hikayemize geri dönersek artık büyük bir girişimci olan Daniel'ın kendi bölgelerinden petrol çıkarmak isteyen insanlar tarafından adeta peşinden koşulduğunu görüyoruz. Oğlunu yanına alarak iyi bir baba tablosu çizen ve karşısındakine güven veren duruşuyla oldukça önemli bir saygınlığa da sahip aynı zamanda. Daniel'ın bir gün kapısını çalan tuhaf bir genç ile iş anlaşmasına varıyor ve ufak bir kandırmaca ile yeni iş alanını kuruyor. Özellikle Daniel'ın oğluyla olan diyaloglarında amaçlarını, hayata bakış açısını görüyoruz. Her zaman daha fazlasını isteyen, büyük biri olup fazlaca para kazanmak Daniel'ın hayali. Belli ki geçmişinde birçok zorluk çekmiş ve ezilmiş biri gibi. Her nedense karakterin geçmişine dair fazla bir bilgi vermiyor Anderson ama; karakterin geçmişiyle alakalı yaptığım tahminin ?gerçek? olmayı çok yüksek. Daniel yeni bölgesinde başarıyı yakalarken bu başarısında büyük yardımı olan genç rahip Eli ise karakterin tek dostu gibi duruyor. Film birçok dini metine de yer veriyor aslında. Gayet inançlı bir çevrede iş yapan inançsız bir adam Daniel. Petrol kuyularını birçok yardımı bulunan Eli'ın hatırına kutsatmayacak kadar da inatçı ve ?kötü? bir adam olabiliyor istediği zaman da. Para ve işlerinin yolunda gitmesi için her şeyi yerine getirebilecek düzeyde biri de aynı zamanda. O'nun bu kadar fazla para hırsı ve insancıl olmayışı ise O'nu her geçen gün sona yaklaştırıyor. Bu son ise O'nun tam olarak insanlıktan çıkışı anlamanı geliyor bir bakıma. Zaman zaman ufak nedenlerden ötürü cinayet işlemekten dahi kaçınmayacak kadar insanlıktan çıkıyor. İnsanlardan ve insanlıktan nefreti her geçen gün artıyor, aslında hayaline her geçen gün yaklaşıyor. Hayali ise tam da karaktere göre; insanlardan ve insanlıktan uzakta yaşamak... Hiçbir dostu kalmazken oğlunu dahi terk etmekten çekinmiyor. Ne var ki kendi öz oğlu olmadığını sadece masum görünmek için onu yanına alıp oğlu rolüne koyduğunu daha sonra öğreniyoruz. Bu kadar acımasız ve kendini düşünen biri Daniel. Aslında bu hırsının ve acımasızlığının çok eskiye dayandığını da öğrenmiş oluyoruz. Aynı zamanda film; biraz önce belirttiğim durum üzerine dramatik bir baba-oğul ilişkisine de yer veriyor. ?There Will Be Blood? karakter merkezli bir olduğundan, baş karakterinin performansının film için önemi büyük. Usta oyuncu Daniel Day-Lewis ise bu önemi kavramış ve insan üstü bir performans sergiliyor. Oynadığı karakter için özel olarak ses tonunda bile değişiklikler yapmış. Özellikle Sheridan'ın ile birlikte yaptığı çalışmalarla tanıdığımız oyuncu daha önce ?My Left Foot? ile Oscar'ı kazanmıştı ve şimdi ise ikinci Oscar'ını ?There Will Be Blood? ile kazanmıyor. Sanıyorum, bu Oscar'a kimselerin itirazı ol(a)mayacak. Çünkü; Day Lewis bu ödülü tamamıyla hak etmiş. Tören öncesi herhalde alacağına en çok kesin gözüyle bakılan daldı ?En İyi Erkek Oyuncu? dalı. Ve tören sonrası da kimse yanılmadı. 2002 yılındaki Scorsese ile çalıştığı ?Gangs of New York'tan sonra 2005'te bir filmde yer alıp bir bekleyişe geçmişti ?İngiltere'nin De Niro'su? ve bu bekleyişi de en iyi şekilde değerlendirdi. Day Lewis'in beklenen bu müthiş oyunculuğunun dışında yine filmde güçlü bir karakter olan Eli karakterini canlandıran geçtiğimiz yıl ?Little Miss Sunshine'da beğenerek izlediğimiz Paul Dano da çok başarılı... Filmi alıp götüren Day Lewis'in yanında filme yönetmen Anderson'un katkısı da büyük. Sadece oyuncusuna güvenip kenara çekilmemiş. Her sahnesinde Anderson'u hissediyoruz adeta. Kamera kullanımı özellikle çok başarılı. Geniş planlar çekerken, özellikle diyaloglarda kamera kullanımı bizleri filmin içerisine sokuyor. Özellikle geniş açılı kamera açılarıyla ve kullandığı mekanlarla bizlere kısa süreli olsa da zaman zaman ?western? atmosferine dahi sokuyor. Tabii bunda itinalı görüntü çalışmasının etkisi büyük. Film harika bir sinematografiye sahip. Oscar'ı kucaklayan görüntü yönetmeni, ?The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford'un harikulade görüntü yönetimini biraz kafaları karıştırarak da olsa alt ediyor. Sinematografinin dışında filmin ses ve müzik kullanımının da filme etkisi büyük. Filmin ritmine göre düzenleniş ses ve müzikler filmin içinde olan ?bizi? daha da çok etkiliyor. Bunların yanında sanat yönetimindeki başarısı da filmin atmosferini iyice sağlaştırıyor. Başarıyla uyarlanmış senaryosunun ve kurgusunun yardımıyla uzun bir süreye sahip olmasına karşın film göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Gördüğümüz gibi hemen her yönden ?No Country for Old Men'den daha başarılı bir yapım. Bana göre sadece ?Uyarlama Senaryo? dalında Coen'lerin filminden zayıf kalmış. Peki ?There Will Be Blood'un sadece 2 dalda Oscar'ı kazanması nasıl açıklanabilir ki; tamamen Akademi tercihi(!) demenin dışında. ?There Will Be Blood? yılın en iyi filmlerinden, şu ana kadar izlediklerim arasında ise en iyisi diyebilirim rahatlıkla. Geçici değil, kalıcı bir film olmayı başarmış. Paul Thomas Anderson gittiği yolda çok sağlam bir adım atmış ve en iyi filmine imza atmış. Ne yazık ki Akademi jürisini onu göremedi. Pek de önemli değil aslında bundan birkaç yıl sonra daha zayıf da olsa yaptığı bir filmle alması gereken Oscar'ı alacağına şüphe yok. Günümüzde oldukça önemli bir konu halindeki ?petrol'ün yeryüzüne çıkışıyla ilgilenen Anderson; para hırsı, insan sevgisi, din ve baba-oğul ilişkisi gibi birçok kavrama değiniyor. ?There Will Be Blood? bu yıl izleyebileceğimiz belki de en iyi film! - There Will Be Blood {Kan Dökülecek} / Paul Thomas Anderson (2007) -