Geriye doğru giden bir hikâye… The English Patient, cevabı zaten hali hazırda bulunan soruların cevaplarını arıyor. Bu şiirsel, epik film; yarattığı gizemin tüm katmanlarını inceliyor. Zaten birleştirilmiş bir puzzle’ın parçalarını yeniden birleştiriyor. Talihsiz bir aşk hikâyesi ancak bu kadar güzel anlatı Michael Ondaatje’nin ünlü romanından, yönetmen Anthony Minghella tarafından beyazperdeye uyarlanan film; çift kanatlı eski bir savaş uçağının, açık kokpitinin içinde iki yolcu varken çölün üzerinde uçuşuyla açılıyor. Sonradan göreceğimiz flashbackler ile bu yolcuların kim olduğunu, uçakta neler olacağını ve neden orada olduklarını yavaş yavaş öğreniyoruz. Bu sahne filmin başlangıcını ve sonunu birbirine bağlıyor. David Lean’in filmlerinin görsel zenginliğinden çok fazla etkilenen yönetmen, bastırılmış duyguları ve kahredici anıları birleştiren hikâyeyle kusursuz bir yapım ortaya asıl geçtiği dönem yani “günümüz”, II. Dünya Savaşı’nın son dönemi ve yer aldığı bölge de İtalya… Tüm vücudu feci şekilde yanmış bir adam yani “İngiliz Hasta”, Hana (Juliette Binoche) isimli bir hemşire tarafından eski bir manastırda bakılıyordur. Bu adamın tüm cildi öyle kötü yanmıştır ki, yüzü adeta bir maske gibi ve dış görünüşüyle beraber anıları da kaybolup gitmişacklerde de savaş öncesi Mısır’da bulunan ve çölün üzerinde daha önce uçmuş havacı, Macar Count Laszlo de Almasy’nin (Ralph Fiennes) hikâyesini izliyoruz. Kraliyet Coğrafi Topluluğu’nda yer alan bu adam araştırmalar için haritalar yapıyor. Bu kamuflaj hikayesinin altında bunlar İngiliz güçleri tarafından olası bir savaş durumunda da kullanılmak için geliştiriliyordur. Almasy bu sırada Geoffrey Clifton (Colin Firth) ile yeni evlenmiş, evliliği tam bir hayal kırıklığı olan ve mutsuz kadın Katharine Clifton (Kristin Scott Thomas) ile tanışıyor. İkili mükemmel şekilde göz alıcı ve romantik sekanslarla adeta istem dışı gelişen bir aşk yaşamaya başlıyor.İşte bu iki hikâye, yatalak ve ölmek üzere olan hastanın puzzle’ını birleştiriyor. Bu esnada Hana, hastasına dışa vuramadığı aşkıyla, büyük bir şefkatle sarılıyor. Onu iyileştirmek için elinden geleni yapıyor. Olağanüstü bir hassaslıkla hastasına bakıyor ve bu sırada bambaşka olaylar da gerçekleşiyor tabii. Özellikle o manastırdaki piyano sahnesi akıllardan kazınması zor bir sahnedir.12 dalda aday olarak 9 Oscar kazanan bu başyapıt; En İyi Film, En İyi Yönetmen – Anthony Minghella, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu – Juliette Binoche, En İyi Sanat Yönetimi, En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Kurgu, En İyi Film Müziği, En İyi Kostüm Tasarımı ve En İyi Ses dalında Oscar’a layık görülmüştür. Diğer adaylıkları ise En İyi Kadın Oyuncu – Kristin Scott Thomas, En İyi Erkek Oyuncu – Ralph Fiennes ve En İyi Uyarlama Senaryo – Anthony Minghella dallarındadı türlü acı dolu aşk hikâyesini ele alan The English Patient; ihanet, mutsuzluk, milliyetçilik, şefkat gibi yoğun duygulara da değinen kusursuz bir yapımdı. – Bence – gelmiş geçmiş en iyi filmler arasında yer alan film, “En sevdiğin film hangisi?” sorusuna rahatlıkla cevap olarak verebileceğim bir yapıt ayrıca… Bir klasik; muhakkak görülmesi gereken bir klasik!