Merhaba Özkan Bey.
Mezeci Çırağı filmi sizin aynı adlı Mezeci Çırağı – Pirinç Hanı kitabınızdan senaryolaştırılarak beyazperdeye taşındı. Biraz kitabın öyküsünden başlayarak anlatabilir misiniz, sizin çocukluk yıllarınızın otobiyografisi anladığımız kadarıyla?
Özkan İrman :Pirinç Hanı serüvenim 70’li yıllarda babamın yanında ücretsiz iş gücüyken başladı. Elimde bir askı çıraklık yaparken aynı zamanda gözlemleyen bir çocuktum. Orası benim hem oyun parkım hem işyerimdi. Aslında oyun neydi, iş neydi, onun bile ayrımında değildim tam. Yıllar sonra babamın hayatını yazayım derken, fark ettim ki ben çocukken sessiz bir tanığıymışım Pirinç Hanı’nın. Kitabımın önsözünde de vardır; biz çocukları uyuyor, oynuyor, ders yapıyor sanırız. Oysa onlar sessiz tanıklarıdır yaşamın. Esasında bilinçsiz bir kayıttır bu ve yazılmadığı için kaybolup gidiyor…
Bu kez öyle olmadı ve yazdıkça gün yüzüne çıktı; yaşanmışlıklar, karakterler, hikâyeler; çaresizlikler, yoksulluklar, gariplikler ve aşk… Kurgu oluşunca da, önce kendi Pirinç Hanımı anlattım sonra da gerçeklerden bahsettim. Gerçekler ne kadar gerçektir diye sorarsanız; ‘hiçbir söz gerçeği anlatamaz’ derim sadece… Bir çocuğun gözünden (yani benim), 7 ve 10 yaşları arasında handa yaşadıklarının, duyduklarının hayal ve gerçek arasındaki tanıklığının vücut bulması diyelim. Sevilen ve sürpriz olan sonu ise o dönemin masumiyetini bir çocuk gözünden yansıtıyor olmasından kaynaklanıyor.