ncelikle güzel film, zevkle seyrediliyor, insanı seyrettiğine de pişman ettirmiyor. ama her film için geçerli olan yüksek beklentinin zararlı olduğu kuralı bu film için de işliyor. imdb’de aldığı yüksek not ve top 250 içinde yer alması, crowe ve bale’in başrolleri paylaşıyor olmaları insanı ister istemez yüksek beklentiye itiyor elbette. bunun yanında film kendi içinde de bu beklentiyi destekleyen ikili bi yapı içinde ilerliyor. bu garip cümleyle kastettiğim şey şu.
filmi ikiye ayırsak, bi yarısını silahlı çatışmalar, kovalamacalar ve bilimum aksiyon sahneleri olarak, diğer yarısını da diyaloglar, karakterlerin gelişimleri, bunun sahnelenişi olarak adlandırsak, bu iki yapının birbiriyle tam dengeli bi şekilde kotarılmamış olduğunu söylemem gerek. şöyle ki, film bütün diyaloglarında, oyunculuklarda, karakter betimlemelerinde a sınıfı bi film portresi çiziyor. a sınıfı derken kastettiğim iyi bi aksiyon filmi için yeterli seviye değil, ondan daha üstü. film bu anlarda çok kaliteli ve gerçekçi bi yapıda ilerliyor ve izlerken seyirciye en azından unforgiven kumaşında bi film izlediğini düşündürüyor. bi tek crowe ve barmen hanım arasındaki diyaloğun biraz aksadığını düşünüyorum o kadar.
film hikayesini çok güzel inşa ediyor, hiç bi anında sarkmıyor ve oyuncular da bu kaliteye ayak uyduruyorlar. hemcinsim olsa da neredeyse artık aşık olduğum christian bale zaten bulunduğu her filmi mutlaka bi üst seviyeye taşıyabilen bi aktör. bu filmde onun oynadığı karakterle özdeşleşmek o kadar kolay ki izleyici için, filmin bu bahsettiğim yarısı seyirciyi avucuna alıp bırakmıyor desem yeridir. işte bu bölümler filmi seyrederken de beklentiyi arttırıyor ve insan aksiyon sahnelerinde de aynı gerçekçiliği ve kaliteyi görmek istiyor.
ama aksiyon sahneleri tamamen başka bi filmden apartılmış gibi duruyor. diğer yarısındaki gerçekçilik dozajı bi tık aşağı çekiliyor bu sahnelerde. o yüzden başkasını bilmem ama bende ufak bi hayal kırıklığı yarattığını söylemeliyim. unforgiven benim ve pek çok western seyircisi için bi milattır. hatta tuna erdem unforgiven için “western filmlerin ipliğini pazara çıkaran filmdir” der. hızlı ateş etme mitini çiğneyip bi kenara atan, hızlı ateş etmek diye bi şey olmadığını bize gösteren o filmden sonra gerçekçi bi western çekmek için bu miti rafa kaldırmak gerekiyor ilk başta.
yuma, bunu yapmıyor. sadece hızlı silah çekmek değil, çatışma sırasında şansı yaver giden ana kahraman, kovalamaca sahneleri, önem sırasına göre ölümler ve kahramanlık vurgusu ile klasik aksiyon sinemasının formülüne (ve gerçekçiliğine) uygun şekilde yapılanıyor. fakat filmin diğer yarısındaki gerçekçi sinema tümden kenara atılmadığından hikaye aksiyon yaratma uğruna absürdleşme yoluna gitmiyor ve sanki bu sahneler iki arada bi derede kalmış bi yönetmenin elinden çıkmış izlenimi veriyor. ne fazla uçabiliyor ne de tam gerçekçi olabiliyor.
mangold için de bi laf demek gerekirse, işini bilen sağlam bi yönetmen demem gerek ama fazla klasik bi rejisi var ve bi aksiyon yönetmeni kumaşına henüz sahip değil. filmin aksiyon sahnelerinde biraz aksak ve yetersiz bi rejisi var ne yazık ki.
son söz olarak ne denir, güzel filmdir, zevkli filmdir, kovboy filmi sevenlerin sıkılmadan vakit geçirecekleri, bale ve crowe’un sürükleyip götürdükleri, birinci sınıf diyalog ve karakterli ve orta sınıf aksiyonlu bi filmdir.
alakasız not: gerçekçi bi silah çatışması için proposition filminin ilk on dakikasını seyredebilirsiniz (unforgiven’ın finali dışında tabii). varoluşçu western gibi bi filmdi o da, ama dediğim gibi giriş sahnesi esaslıdır.