Hesabım
    Uzak
    Ortalama puan
    3,8
    504 Puanlama
    Uzak hakkında görüşlerin ?

    104 Kullanıcı yorumları

    5
    15 Eleştiri
    4
    41 Eleştiri
    3
    17 Eleştiri
    2
    12 Eleştiri
    1
    11 Eleştiri
    0
    8 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Samet Yarar
    Samet Yarar

    48 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    17 Mayıs 2024 tarihinde eklendi
    Yavaş ilerleyen bir film. Yavaş derken bu adamın filmleri zaten yavaş ilerliyor kardeşim dediğinizi duyar gibiyim. Evet bu dahada yavaş bir filmdi. Nuri Bilge Ceylan'ın 2002 yıllarında sinemayla daha yeni yeni tanıştığı 4. filmi olarak tanımlayabiliriz.
    Filmdeki bazı detaylara çok dikkat etmeniz gerekiyor. Öyle detaylar varki bundan bu anlam nasıl çıkabilir dediğiniz olabiliyor. Ben nuri bilge sinemasına yeni alışan birisi olarak bu film özellikle bunalttı beni. Yusuf karakterinin taşralı biri olarak Mahmut'un evinde girdiği ruh hali izleyiciyi de fazlaca o durumun içine sokmuştur eminim. Olması gereken de bu değil mi zaten. Amacına ulaşan bir filmdi. Kış seanslarını her zaman olduğu gibi bu filmde de gördük. Sanat sineması sevenlere tavsiye ederim...
    canan
    canan

    1 değerlendirme Takip Et!

    0,5
    11 Ocak 2024 tarihinde eklendi
    Hayatımda izlediğim en saçma sapan filmdi.. ödül almış diye merak edip izledim Ödüllerine aldanıp sakın izlemeyin. Bu filme kim nasıl ödül vermiş hayret içindeyim. Film demeye bile bin şahit ister belki belgesel denebilir bilemiyorum
    Nuri Bilge Ceylan ın saçma filmlerinin şişirildiğini düşünüyorum
    Filmi izleyip aa ödüllü film ama ben neden beğenmedim bir şey anlamadım bende mi sorun var diye düşünen kardeşim, hayır sende sorun yok buna ödül verenler sorunlu!
    TAHA ŞABAN DİLMAÇ
    TAHA ŞABAN DİLMAÇ

    72 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    8 Ağustos 2023 tarihinde eklendi
    Nuri Bilge Ceylan sen bir efsanesin. Flimi izlemiyoruz resmen yaşıyoruz. Kamera açıları harika. Konu çok güzel. Dialoglar çok doğal ve tamamıyla hayatın içinden. Kesinlikle izlenmesi gereken bir flim. Herkese tavsiye ederim. Eleştirimi okuduğunuz için teşekkürler
    Mahmut Eyüp
    Mahmut Eyüp

    36 değerlendirmeler Takip Et!

    2,0
    27 Temmuz 2023 tarihinde eklendi
    Bu filme yorum yazarken üzerinde çok düşündüm. Çünkü bir tarafta ödül almış ve sanatsal yapısı itibariyle Türk sinema kültüründe iyi bir yere sahip olan bir film varken diğer tarafta ise atlata atlata izlemek zorunda kalan bir izleyici olarak ben varım. Evet, gereksiz diyaloglardan ve müziklerden arınmış bir film, buna katılıyorum ama ya daha fazlası? Yani bunlardan arındıysa bir film, yerini başka şeylerin alması gerekmez miydi?

    Bu minvalde Züğürt Ağa filmi vardır ki benim için Yeşilçam'ın tacı elinde tutan filmidir. Hikayenin büyük bir gerçekçilikle, hem güldürü hem dram eşliğinde rahatlıkla karşı tarafa hissettirildiği bir yapımdan bahsediyoruz. Peki Uzak filmi, bundan seneler sonra bana Züğürt Ağa'dan farklı ne katabildi?

    Pekâlâ sessiz ve yavaş ilerleyen sahneler barındıran bir filmi izleyebilirim ve bundan keyif de alırım ancak filmin tamamını bu şekilde geçirmek bana makul gelmedi. Neredeyse olay örgüsünün yok denecek kadar az olduğu, izleyenin aklında kalacak cinsten üç-beş diyalogun dahi olup olmadığının tartışılacağı bir yapıt olmuş.

    Filmi izlerken görür görmez Beyoğlu'nda çekildiğini anladım, malum İstanbul'un eski yerleşim yeri olmasına rağmen etrafta arsa yokmuşçasına bir arabanın dahi zor geçebildiği şekilde kurulmuş o dar sokakları tanımamak mümkün değil. O sokaklardan çok daha güzel bir hikaye çıkabilirdi. Ancak ben sadece şehir yaşantısına ayak uyduran bir adamın, yanına gelen köylü akrabası ile arasındaki kültür farkından ve konfor alanının bozulmasından rahatsız olmasına dair hikayesini izleyebildim.

    Bu arada filme bir virgül koyup şundan bahsetmek istiyorum. Filmdeki Mahmut karakteri aslında gündelik hayata dair şöyle bir iz taşıyor. Her ne kadar prestijli ve başarılı bir hayatımız olsa dahi iyi gitmeyen aile yaşantısı ve gençken ne kadar tatlı gelse de ilerleyen yaşta insanı özellikle manevi yönden sarsacak olan yalnızlık kavramı insanı adeta bir enkaza çevirebiliyor. Sanırım buradan da iş ve sosyal yaşantımız kadar da eş tercihimizi en azından kırklı yaşlara geldiğimizde Mahmut'un hayatını tecrübe etmemek namına iyi yapmamız gerektiği sonucu çıkıyor.
    erkan sss
    erkan sss

    Takipçi 1 değerlendirme Takip Et!

    0,5
    7 Nisan 2021 tarihinde eklendi
    Lütfen hayatımdan boş yere işgal ettiginiz 2 saati geri verin... Ne izledim ben halen onu düşünüyorum şimdi bisey olacak evet birazdan farklı biseyler olacak filmde diye diye bitirdim
    lalzaf
    lalzaf

    Takipçi 5 değerlendirmeler Takip Et!

    0,5
    15 Ocak 2021 tarihinde eklendi
    46 yaşındayım ağır filmleri severim, festival filmlerini severim ,Ahlat ağacında bir hafta düşüncelere daldım, kış uykusunda günlerce ailecek tartışmalar yaptık ama bu film çok kötü. Bu film nasıl Cannes'da ödül almış hayretler içerisindeyim. Konu bize bırakılmış derinlik yok.. Final desen final değil.. Vakit kaybı. Bence usta şu en kendi filmini tekrar izlese beğenmeyecektir. Hele baş rolündeki oyuncu .Adamda mimik yok. Dramdan ziyade komedi suratı var İnandırıcılık yok.
    Bahadir Aliagaoglu
    Bahadir Aliagaoglu

    1 değerlendirme Takip Et!

    3,5
    13 Haziran 2020 tarihinde eklendi
    Her kesme hitap etmeyen bir film. İzlerken sıkılabilirsiniz çünkü olay akışı pek yok. Sadelikten hoşlanan birisi olarak filmi beğendim ama Bir Zamanlar Anadolu'da ve Kış Uykusu'nu izledikten sonra Uzak pek de tatmin etmedi açıkcası. Ama Nuri Bilge Ceylan gerçeği filme özgün hava katmış.
    romentus
    romentus

    Takipçi 13 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    16 Mayıs 2020 tarihinde eklendi
    Ekşi sözlük yazarı disibalporsugu'ndan alıntıdır. Filmle ilgili izlenimleri için buyrunuz:

    spoiler:
    türkiye’de son 50 yıl içerisinde geliştirilen liberal politikalar, küçük sanayiyi içten içe eritirken, yerel işletme ve fabrikalar kapanmaya ya da işçi çıkarmaya başlamıştır. yusuf’u istanbul yolculuğuna çıkaran da bu dönemde çalıştığı fabrikanın kapanması, yaşadığı işsizlik ve uzaklarda, gemilerde iş bularak para kazanabilme umudu olmuştur. o, mahmut’a “biz de senin gibi dünyayı dolaşalım biraz ya” derken, hem uzak diyarları görebilme fikrinin onu ne kadar cezbettiğini yansıtmakta, hem de ödemelerin dolar üzerinden yapıldığını öğrendiği için türkiye’de yaşanabilecek ikinci bir krize karşı kendisini ve para yollamak zorunda olduğu ailesini korumak istemektedir. kasabasından bu amaçla yola çıkan yusuf, köyden uzun zaman önce ayrılıp istanbul’da reklam fotoğrafçılığı yapmakta olan mahmut’un yanında kalacaktır.

    evine gelen yusuf’a karşı soğuk ya da sıcak bir tepki vermeyen mahmut, yalnızca dalgın ve tepkisizdir. ilk günden geleceğini unutarak yusuf’u apartman içinde saatlerce bekletmesi de bu dalgınlığın ve tepkisizliğin bir yansıması olarak görülmektedir. yusuf’a gelir gelmez evin kurallarını sıralayan mahmut, onu kendinden mümkün olduğunca uzak bir odaya yerleştirir ve ziyaretinin ilk günlerinden itibaren ne zaman gideceğini öğrenmeye çalışır. yusuf’un iş arama süreci, dönemin ekonomik krizinin yansımalarını gözler önüne sererken, sürecin uzaması mahmut’u sinirlendirmeye başlar. normal koşullarda iki insanın ancak bir süre bir arada kaldıklarında birbirine ısındığı ve ilişkilerinin samimileştiği düşünülecek olursa, mahmut’la yusuf’un bu gidişatın tersi yönde ilerleyen ilişkisi ve birbirlerinden gitgide daha da soğumaları, modern düzende birey ilişkilerini yansıtan güzel bir örnektir:

    yine zizek'ten bi örnek vermek gerekirse:
    "gerçek içinde dolaysız bir temas kurmak olacak şey midir? gerçek ötekiyle kurulan temas bünyesi gereği kırılgandır. öteki’ne sahiden uzanma her an ötekinin mahremiyet alanına şiddetli bir tecavüze dönüşebilir. en iyi anlatımını henry james’in başyapıtlarında bulan toplumsal etkileşim mantığı, bu müşkül vaziyetten bir çıkış yolu sunar gibidir. inceliğin hüküm sürdüğü, insanın duygularını açıkça ortaya sermesinin en büyük kabalık olarak görüldüğü bu evrende, her şey söylenir, en acılı kararlar verilir, en hassas mesajlar iletilir – gelgelelim bütün bunlar resmi bir konuşma kılığına bürünerek gerçekleşir. muhatabıma şantaj yaparken bile bunu yüzümde nazik bir gülümsemeyle, ona çay ya da kek ikram ederek yaparım" (kırılgan temas'ta diyor bunu sayfa 7)

    mahmut, yusuf’la karşılaşma anından itibaren tek derdi evden ne zaman gideceğini öğrenmektir. ancak bunu son derece doğal ve resmi görünen bir şekilde yapar. mutfak sohbetleri, evde birlikte televizyon izlemeleri, yusuf’un mahmut’a köyün halini anlattığı karelerde birbirleriyle bir iletişim söz konusudur. mahmut modern birey kalıbına uygun bir şekilde, bu uygunsuz ziyaret ve misafiriyle tüm diyaloglarını ‘resmi konuşma kılığına bürünerek’ gerçekleştirir. oysa mahmut’un ziyaretinin uzaması bu maskeyi düşürecek, zaman ilerledikçe resmi görünümlü diyaloglar yerini ‘mecburen’ mahmut’un gerçek duygularını ortaya koymasına sebep olacaktır. düzenin dayattığı tavır ve tutumlar, bireyin kendini hapsettiği özel alanın içinde yeterince uzun süre dayanamamakta, bu davranışların altında saklanan, modern toplumda kabul görmeyen fikir ve davranışlar er geç su yüzüne çıkmaktadır. bu örneğin, modernizmin anti-hümanist doğasını ortaya çıkardığı iddia edilebilir. çünkü mahmut’un benimsediği ilkelerin onu gerçek ve insani tepkiler vermekten uzaklaştırdığı, verili tavır ve davranışlara göre hareket etmeye yönlendirdiği görülmektedir. dolayısıyla, bu sahte tutumları benimsemekten ve resmi bir biçimde duygularını ifade etmeye çalışmaktan yorulan mahmut’un, yusuf’un ziyaretinin bir haftayı geçmesiyle birlikte gün yüzüne çıkan öfkesi, kendini gizleme çabasının yarattığı yorgunlukla da gerekçelendirilebilir.

    yusuf’un ayak kokusu, ortak alanlarda sigara içmesi gibi diğer pek çok detay da mahmut’un yusuf’un gitmesini bekleme sürecini zorlaştırmaktadır. elbette bu rahatsızlıklar, yusuf’un mahmut’un kibirli yalnızlığına olan müdahalesi ile daha fazla ilişkilidir. zizek’in kırılgan temas kavramını anımsatan bu etkileşim, belki de mahmut’u gerçeğin çölüne yaklaştırmakta, onu huzursuz etmektedir. hitler’in yaralı nazi askerleriyle karşılaşması ile örneklendirilen bu olgu, mahmut’un yıllar önce çıktığı ve artık uzak olduğu o kasabadan gelen davetsiz misafirle benzerlik gösterir. belki de mahmut’un yapayalnız yaşamında korktuğu şey de bu karşılaşmadır ve dolayısıyla “kendi gerçekliğine bu şekilde tecavüz edilmesi” onu tıpkı hitlerin yaptığı gibi karşı tarafa elini uzatmak yerine perdeleri kapatmasına sebep olmuştur.

    mahmut, eski idealleri ile çelişen bir işte çalışmakta, bir seramik şirketi için fotoğraflar çekmekte, onu sanatsal ideallerinin çoğundan ayıran bu yolda günlük yaşamın rutinleriyle meşgul olmaktadır. yüzünde en çok hissedilen his ‘hissizlik’ olan mahmut’un yaşantısı; başarısızlıkla sonuçlanmış bir evlilik, şehrin göbeğinde yalnız bir yaşam, küçük (tek kişilik) bir araba ve bir fotoğraf makinesiyle yapayalnız ve tepkisiz bir insan görünümü vermektedir. mahmut tipik bir kentlidir. tüm yaşamı belli bir düzen içerisinde ve kestirilebilirdir. işlerini hangi odada ne zaman yapacağı bellidir, istanbul’da gittiği mekanlar ve hatta oralarda oturduğu masalar bile genellikle değişmez. modernizmi yansıtan bu açıklık ve düzenlilik duygusu mahmut’un tüm yaşamına hâkimdir. dolayısıyla yusuf’un hayatına getirdiği düzensizlik duygusuna karşı alacağı tutum var olan düzenini korumaya yöneliktir.

    yusuf öngörülemeyenin pis havasını ortaya saçan ayak kokusuyla ve bir türlü netleştiremediği iş durumuyla mahmut’un hayatına modernliğin müphemliğinin bir temsilcisi gibi dalacaktır. mahmut her gün sıraladığı kurallarla yusuf’a karşı kalkanlar oluştursa da bazı şeyleri, örneğin ayak kokusunu giderememektedir. koku insan doğasına özgü, diğer rahatsızlıklar kadar çabuk giderilemeyecek bir şeydir. mahmut geldiği yerde ayakkabılık olmayan yusuf’un ayakkabılarına sık sık parfüm sıkar ve ayakkabılığa kaldırır. hissettiği tiksinti yüzünden ve hareketlerinden belli olmaktadır. bu hareketleri yaparken mahmut’un izleyiciye hissettirdiği bir diğer duygu ise tiksindiği şeyin yalnızca ayak kokusu değil, çok uzaklarda kalan geçmişi de olduğudur.

    bir zamanlar yusuf’la aynı köyde olduğu gerçeği ile çelişen bir şekilde mahmut, ‘düzenin ötekisi’ olan yusuf’a bambaşka bir ülkeden gelmiş gibi bakar, onun tüm tavır ve davranışlarına yabancıdır ya da öyle görünür. çünkü o geçmişi, kim olduğunu, genel olarak var oluşunu unutmuştur ya da unutmaya çalışır. her şeyi geride bırakmıştır. geçmiş onun için artık ‘uzak’tır. böylece ‘modern’ olmayı başaran mahmut yalnızdır ancak bu duruma dair bir yorumu, tepkisi ya da var olan durumu değiştirme çabası yoktur. yani filme yansıyan ana duygunun anlam arayışı değil, aksine arayıştan vazgeçme ya da kayıtsızlık olduğu iddia edilebilir ki bu yorumlama bizi modernizm eleştirisine yeniden yakınlaştırır. düzen ve durmaksızın ilerleme tutkunu olan modernizmin büyüsü bozuldukça, modern bireylerin bunalımının gitgide daha da fazla gün yüzüne çıkmaya başladığı iddia edilebilir. mahmut’un temsil ettiği modern akıl, yusuf’un kendiliğindenliğini ve içtenliğini yadırgamaktadır. modern birey mahmut, “saydam bir aydınlanma evreninin” içinde yaşar gibi görünmektedir. tıpkı diğer modern bireyler gibi o da kendisini adeta bir fanus içinde saklanmaktadır. mahmut’un evi, küçük arabası, gittiği belirli mekânlar onun modern dünyasının sınırlarını oluşturmakta, mahmut, düzenini bozacak her türlü tehditten uzak bir yaşam sürmeye çalışmaktadır. ancak yusuf’un gelişi bu evreni ortadan ikiye bölmüş, en önemli sığınağı olan evi ‘istila edilmiş’tir. mahmut’un film boyunca yusuf’un varlığına olan tahammülsüzlüğü, yaşadığı evin öneminin boyutlarını aktaran bu benzetmeyle daha kolay görülebilir. film boyunca yusuf, genellikle dış mekanlarda görülmekte, iş aramakta, sokaklarda yürümekte, hatta evdeyken bile balkondan dışarıyı izlemektedir. o bir çocuk gibi dünyayı izlemekten, kendisine uzak olan bu şehri keşfetmekten haz duyar. bu yalnızca yusuf’un kente yeni gelmesiyle ilişkili bir durum da değildir, zira fotoğraf çekimleri sırasında gittikleri kırsal alanlarda da yusuf aynı derecede dışa dönüktür. oysa mahmut için yeni olan, keşfedilecek hiçbir şey yok gibidir. yusuf’un evine geldiği gece bahsettiği gemicilik yaparken yurtdışını görme planlarına karşı bile son derece heves kaçırıcı bir tutum sergilemiştir. yusuf’a “her yer aynı zaten, gitsen ne olacak” gibi tepkiler veren mahmut için sanki dünya dönmeyi bırakmış gibidir. modern birey, hiç durmadan koşarak ilerlediği noktada, bir yerden sonra bozulan büyünün farkına varmakta, bu ise belki de hayatındaki anlamsızlık hissini ortaya çıkarmaktadır

    bir zamanlar idealleri olan, bunlar için savaşan, ancak bir süre sonra yaşamı, karşısındaki katı sistemin ihtiyaçlarına göre şekillenen ve kentli birey olmanın getirdiği bireyselleşmenin içinde boğulan mahmut, sistemin gerektirdiği her şeyi elde etmiş olmasına rağmen bir zamanlar onu cezbeden şeylerin arasında boğulmaktadır. çünkü kentte touraine'nin sözüyle “bir özgürleşme olarak yaşanan şey, bir yabancılaşmaya, gerilemeye dönüşmüştür”. yusuf’un sokakta gezerken karşılaştığı bir sahne bu durumu sembolize eder gibi görünür. içi balıkla dolu farklı renkli iki kovanın arasında, yerde, tek bir balık çırpınıp durmaktadır. bu sahnenin ne taşrada ne kentte kendine yer edinebilen, iki kovaya da dâhil olamayıp arada kalan yusuf’u sembolize ettiği düşünülebilir. o ne köye dönebilmekte, ne de kentte kendine yer edinebilmekte, çaresizlik içinde çırpınmaktadır. mahmut ise, bir kovadan diğerine zıplamayı başarmış gibi görünen ancak içinde bulunduğu kovada sıkışan, ve tepkisizce zaman öldüren bir balık gibidir. yusuf arada kalmış ve yerde çırpınmaktadır ancak bu bile bir tepki olarak yorumlanabilir. oysa mahmut; yaşamındaki eksiklikleri sezinlediği halde üzerinden atamadığı tepkisizliği, çekmek istediği halde çekemediği fotoğraflar, gitme demek istediği halde diyemediği eski karısı ve daha diğer pek çok şey için sessizce acı çekmektedir. her modern birey gibi o da, kendisine yakıştırılan kimlikleri ve kendisine sunulan düzeni korumak için canla başla çalışmaya ikna edilmiştir bir kere.

    mahmut gördüğü bir kâbusta, televizyon karşısında her zamanki gibi tek başına uyuklamaktadır, ancak tv’deki görüntü yok olmuş, geriye sadece bir cızırtı kalmıştır. o sırada tv’nin yanında duran abajur yere düşer ve mahmut sıçrayarak kâbustan uyanır. burada lamba figürünü aydınlanma ve modernizmle ilişkilendirmek zannediyorum çok zorlama bir ilişkilendirme olmayacaktır. mahmut’un televizyon karşısında geçen yaşantısı, özellikle bu kanalla dünyasına dolan imgeler yığını içerisinde sürmektedir. o, ideallerine ulaşamamış olsa da her modern birey gibi yaşamayı sürdürmektedir. ama televizyon yayını kesildiğinde geriye kalan cızırtı huzursuz edicidir. aydınlandığı ve modern birey olduğu fikrine kendisini inandıran mahmut için bunun aksini kabullenmek daha zor olsa da o içten içe yaşadığı huzursuzluğu aslında hissetmektedir. modernist evren “ekran arkasında gizlenmiş olan bitler, kablolar, çipler ve elektronik akımları evreni”dir. tv’deki görüntü kesildiğinde büyü bozulur, aydınlanma sona erer.

    ailesiyle aynı şehir içinde seyrek telefonlaşmalardan ibaret bir iletişim sürdüren mahmut, evlilik denemesinin ardından kadınlarla–bir tür aşağılama hissi de uyandıran- tepkisizliklerden oluşan cinsel ilişkiler dışında bir ilişki kurmamaktadır. aslında yusuf ve mahmut’un kadınlara yaklaşımı birbirlerine oldukça benzemektedir. yusuf kadınlara uzaktan bakarken ya da zaman zaman onları taciz etmeye varacak denli yakından incelerken (örneğin uzun süre gözle taciz ettikten sonra bacağını tramvayda yanında oturan kadının bacağına dokundurması), mahmut bu ayarsızlığın, uzaklığın ve metalaştırmanın modern versiyonunu benimsemiştir. eski karısıyla yaptığı görüşmeler ve kendini ifade edemeyişi, evli bir kadınla yaşadığı yalnızca cinselliğe dayalı ilişki, onun da karşı cinse olan uzaklığının bir göstergesidir. mahmut’un ilişki yaşadığı kadının filmin başındaki ilk gösteriminde buğulu görülecek kadar uzak çekilmiş olması ya da yusuf’un sürekli gözlediği kapıcı kızını parkta uzaktan izlemesi de bu durumun filme yansıyan örnekleri olarak görülebilir. kadına yaklaşamamayı onu metalaştırma tutumuna dönüştüren bu bakış açısı yusuf’u röntgencilik yapmaya, mahmut’u porno izlemeye yöneltmiştir. yusuf taşradan gelen bireydir, dolayısıyla teknolojiyle ilişkisi zayıftır, dolayısıyla ancak etrafında gördüğü bedenleri izlemektedir, ‘modern’ kentli birey mahmut ise bu röntgenciliği daha güvenli bir ortamda yapabileceği teknolojik donanıma sahiptir. mahmut hem yaşça büyük, hem de yeterince cinsel deneyim yaşamış bir birey olmasına rağmen, yusuf’la bu konuya bakış açılarında bir farklılık gözlemlenmemekte, cinselliği mekanikleştirme ve kadını nesneleştirme biçimleri benzerlik göstermektedir. bu analiz yoluyla, kadının konumunun taşrada da ‘modern’ toplumlarda da görsel farklılıkların ötesinde bir dönüşüm geçiremediği ve eşitsizliğe maruz kalma biçimlerinin yalnızca kentte ya da taşrada olma durumuna göre biçim değiştirdiği yorumu yapılabilir.

    mahmut’un ailesi ile görüşmeleri annesinin sık sık bıraktığı telesekreter mesajları ve filmin geneline de hâkim olan çok kısa ve kesintili diyaloglardan oluşmaktadır. sistemin tüm kapitalist toplumlara dayatmış olduğu gibi, modern birey, yalnız yaşayan, ‘özgür’ bireydir ve aynı semtte yaşıyor olsa dahi ailesinden ayrı yaşaması sık rastlanan bir durumdur. bu noktada mahmut’un tavırları, modernizmin ‘ötekinin hassasiyetine saygı göstermek’, ya da ‘özel hayata saygı’ adı altında dayattığı kopukluk ve izolasyonun bir yansıması gibi görünmektedir. modernizm’de yine zizek amcanın dediği gibi “ötekinin hassasiyetine saygı göstermek, onun mahremiyetini ihlal etmemeye özen göstermek, kolayca ötekinin acısı karşısındaki acımasız bir duyarsızlığa dönüşebilir.". diğer modernizm ilkeleri ile birlikte bu tutumu da benimseyen mahmut, annesine bile son derece mesafeli yaklaşmaktadır. yusuf ise daha köyden geldiği gün ailesini arayıp vardığını haber verir ve annesinin diş ağrısının geçip geçmediğini sorar. buna karşın mahmut, annesinin çok ciddi bir ameliyat geçirdiğini öğrendiği telesekreter mesajına bile gözle görülür bir tepki vermez ve kayıtsız bir şekilde hastaneye giderek, zorunlu bir görevi tamamlar bir halde annesine refakatçilik eder. bu kayıtsız tutumu ablası tarafından açıkça eleştirilmekte, mahmut annesine ve yeğenine olan ilgisizliğinden dolayı ablası tarafından dışlanmaktadır. mahmut’un kendi evinde yusuf’a yaşattığına benzer şekilde, annelerinin evinde ablası da mahmut’u dışlamakta, onu salonda tv izlerken yalnız bırakıp kapısını kapatmaktadır. mahmut’sa bu harekete karşılık kayıtsız kalmayı ve fashion tv benzeri bir kanalda sergilenen kadın bedenlerini izlemeyi sürdürür. aynı dakikalarda yusuf da mahmut’un evinde, yokluğundan istifade onun koltuğuna yerleşmiş, aynı kanalı izlemektedir.
    kısacası mahmut’un yaşantısında kendisinden başkasına yer yoktur ve bu karakter sunumuyla, yusuf’un ziyaretinin uygunsuzluğu seyirciye kolayca hissettirilmektedir. bir fotoğrafın içindeymişçesine dünyadan ve ilişkilerden kopuk bir görünüm sergileyen kentli birey mahmut’un fotoğrafçı olması da manidardır. bundan daha da dikkat çekici olan ise idealleri olan ve geçmişte ideallerine ulaşmak için çok çaba sarf eden mahmut’un umutsuz halidir. yusuf’u da götürdüğü arkadaş buluşmasında sarf ettiği sözler, mahmut’un türkiye’de 1980 itibariyle gücünü kaybetmeye başlayan ve ideallerinden uzaklaştırılan modern bireyini örneklemektedir. mahmut arkadaşlarına “sinema öldü” derken, masadan bir arkadaşı ona karşı çıkar ve “ölümünü erkenden ilan ettin” der. tabi bu sırada masada oturan ve mahmut tarafından arkadaşlarına “uzaktan bir misafir” olarak tanıtılan yusuf’un konuşmalara ne denli uzak kaldığı da görülmektedir.
    mahmut perdede sık sık, bir zamanlar onun gibi filmler yapma hayalini kurduğu tarkovski’yi izlerken görülür ve sanki bunu yaparken yusuf’un ondan ne kadar uzak olduğunu ispatlamaya çalışır gibidir. ancak yusuf’la arasındaki farkları ortaya koyan bu tür elit tercihleri, mahmut’un yusuf’un odadan çıkmasıyla birlikte açtığı porno video ile yok olur. her zaman olduğu gibi ötekiyle ilişkide benzerlikler azaltılıp, farklılıklar abartılmaktadır işte.. tıpkı bu söylemde olduğu gibi mahmut’un çabası yusuf’la olan farkını görünür kılmak ve benzer noktaları yokmuş gibi davranmaktır. ev içerisinde durmadan kapıları kapatması ve yusuf’tan da sürekli bunu istemesi de bunun bir işareti gibidir. mahmut yusuf’tan, kendisinden, varoluşundan, geçmişinden uzak kalmak istemektedir. büyük gayretlerle gelmiş olduğu noktanın; taşradan yola çıktığı halini temsil eden yusuf’a benzemesi onun başarısızlığını, modernleşme çabasının anlamsızlığını ve boşa geçirilmiş seneleri ifade edecektir ve bu sebeple onla olan farkını sürekli ortaya koymak istemektedir belki de.
    aslında mahmut’un kendisini uzak hissettiği tek kişi taşradan gelen yusuf değildir. o kendisini eski eşine de, arkadaşlarına da (ki yakın bir arkadaşı olmadığı görülmektedir), ailesine de, kısacası çevresindeki herkese karşı yabancı hissetmektedir. yılgınlığı ve tepkisizliği, hayatını çoktan durdurmuş ve yalnızca zamanını tüketmeye çalışan birey görünümünü vermektedir. yaşantısı onu öylesine yabancılaştırmıştır ki artık kendisini çok mutlu eden fotoğrafçılık mesleğini bile hevesle yapmamaktadır. bir gün yusuf’u da yanına yardımcı alarak çekim yapmaya gittikleri bir köyde mahmut, manzarayı çok beğenir ve yine kendisini taşradan uzak tutan bir söylemle “tam fotoğraflık” olarak tanımlar. yusuf hevesle hadi kuralım o zaman makineyi derken, mahmut üşenir ve çekim yapmaktan vazgeçer. bu sahnede mahmut’un yaşadığı isteksizlikte, onun artık hobilerinden dahi zevk alamayacak kadar isteksiz bir noktaya sürüklendiğini görürüz. izleyiciye, modern toplumda bireyin kendinden ne derece uzaklaşabileceğini gösteren bu karakter, tipik bir orta sınıf modern bireyi görünümü vermektedir. yusuf’un iş bulamamasıyla ilgili yaptıkları bir tartışmada mahmut’un ondan çalıştığı seramik fabrikasında herhangi bir iş bulması için yardım isteyen yusuf’a çıkışması da bunu örnekler. mahmut, çalıştığı fabrikanın kapanmasıyla işsiz kalan ve ne iş olursa olsun yapacağını söyleyen yusuf’u, bir beceri edinmeye çalışmadan, işin kolayına kaçmakla suçlar. kentli bireyin ve sistemin ne derece acımasız olduğunu da şu sözlerle örnekler.

    “bi bok anladığın yok, cart curt konuşuyosun. sen kolay mı zannediyorsun. bak ben onlara on senedir iş yapıyorum. şu balkona yirmi metrekare seramik lazım oldu, onda bile üç kuruş indirim yaptıramadım. her şeyi hazır bulmaya çalışma. ben bu işlere başladığımda kimse yardım etmedi bana. her şeyi tırnaklarımla kazandım. ama kötü mü oldu, belki de daha iyi oldu.”

    mahmut’un son cümlesi, onun her şeyi ne kadar zor elde ettiğini, kimsenin ona yardım etmediğini ifade eder. ona kimse yardım etmemiştir, o örselenmiş ancak ‘başarmıştır’ ve bu belki de ‘iyi’, hatta ‘daha iyi’ olmuştur. bu konuşmada mahmut’un ‘iyi oldu’ diyerek kastettiği şeyin tam olarak ne olduğu ilk başta anlaşılmasa da, izleyiciye mahmut’un neo-liberal sistemin bireylere dayattığı ideallerle örtüşen her şeye sahip olduğunu hatırlatır. mahmut, filmin en acınası karakteriyken ve sahip olduğu şeylere rağmen hayattan işsiz, taşralı ve perişan yusuf kadar bile zevk alamazken, sistem onu başaran, yusuf’u ise başaramayan ve başarmak için kolaya kaçan olarak tanımlar. oysa yusuf en azından sokağa çıkabilmekte, ‘fakir’ mekânlarda da olsa (köhne kahvehaneler, iş aradığı tersaneler, dolaştığı sokaklar, yol parası olmadığı için yürümek zorunda kaldığı yollar) insanlarla diyalog kurabilmekte ve hepsinden de önemlisi hala gülümseyebilmektedir. taşıdığı naiflik ve hoşgörü ona çocuksu bir görünüm verir. ancak içine girmeye çalıştığı modern dünyada çocukluğa yer yoktur. yusuf bir türlü yeterince içerisinde olamaz düzenin. oysa mahmut, yusuf’un içine giremediği o düzene hapsolmuş gibidir.
    yusuf’la mahmut’un kavga ettiği bir sırada yusuf’un yeğenine aldığı oyuncakla oynamaya başlaması ve masum gülüşü sanki modernleşme çabasının bireylere unutturduğu o saflığın ve çocukluğun geri dönüşü gibidir. yusuf’un, mahmut’un bağırıp çağırmalarına karışan kahkahaları, izleyiciye deleuze’ün simgesele dönüşle yok olduğuna inandığı samimiyet duygusunu hatırlatır. bu imgesel görünüm, yusuf’un modernleşmenin birey üzerindeki olumsuz etkilerinden uzak yaşamının bir sonucu olarak yorumlanabilir.. oysa mahmut için karşısındaki bu içtenlik, artık geri dönemeyeceği kadar uzakta kalmıştır. o simgesele geçişi sembolize eden her toplumsal olguyu benimsemiş, bu kültürel kalıplar içerisinde taşlaşmış gibidir. yusuf, mahmutun hazırladığı tuzağa yakalanan farenin sesini duyduğunda onun için üzülürken, mahmut sadece ondan kurtulduğu için rahatlamıştır. mahmut farenin sabaha kadar acı çekerek kapanda kalmasını umursamazken, yusuf hayvanın onca saat acı çekmesine dayanamaz. modernleşme olgusunun duyarlılık ekseninde sergilendiği bu tutum izleyiciye, modern dünyada insandan büyük ölçüde koparılan duyarlılık ve içtenliği hatırlatmaktadır.

    filmin sonunda, ev içerisindeki huzursuzluk kat be kat artar ve yükselen tansiyon bir gün mahmut’un bir türlü bulamadığı köstekli saatini yusuf’a sormasıyla tavan yapar. yusuf çaresizlik içerisinde saati hiç görmediğini anlatmaya çalışırken mahmut’un tepkisizliği ona suçlandığını hissettirir. mahmut bu arayışı sırasında içine baktığı kolilerden birinde saati görür, o sırada yusuf hala masumiyetini ifade etmeye çalışmaktadır. mahmut saati görmezden gelir ve yusuf’un suçlandığını hissetmekten doğan huzursuzluğundan kurtulmasına engel olur. mahmut, modern bireyin içtenlikten uzak, resmi tutumunu yineleyerek yine hiçbir şey olmamış gibi davranarak, hareket ve imalarıyla “saatimi sen çaldın” derken, sözleriyle “olsun, önemli değil” demeyi sürdürür. odasına girdiğinde çantasının da karıştırılmış olduğunu gören yusuf ise bu tavra dayanamaz ve kısa bir süre içinde evi terk eder. böylece mahmut’un hayatından fiziksel olarak da uzaklaşır.

    bauman şöyle demiş; “modernlik, hep daha çok istediğinden değil, hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamadığından, hep daha hırslı ve maceracı olduğundan değil, maceraları hep acı olduğu ve özlemleri hep boşa çıktığı için saplantılı bir ilerleyişe dönüşür”. bireyin zaman içerisinde algılamaya başladığı bu herhangi bir yere varamayan yolculuk, ona nedensiz gibi görünen iç huzursuzlukları armağan eder. her şeyin olması gerektiği gibi olduğu inancına rağmen içini yiyip duran sıkıntıyı açıklamanın bir başka yolunu bulamaz çünkü. düzenine sahip çıkar ve hissettikleri için herhangi bir şey yapma gereği duymaz, ya da daha fazla şey istemeye, daha yeni maceralara atılmaya ama bunları hiçbir şekilde içinde yaşadığı düzenden çıkmadan yapmaya çalışmayı sürdürür.

    zaten nuri bilge ceylan da, ‘uzak’ ve önceki çalışmalarında yapmaya çalıştığı şeyin bir modernizm eleştirisi olarak yorumlanabileceğini şu sözlerle ifade etmiştir:

    "modern hayat bireyi geleneklerine, dolayısıyla geçmişine olan bağlılıklarından tecrit etmeye çalışıyor. böylece bireyin yeni olan ile daha kolay ilişkiye girmesini hedefliyor. böyle konulara yöneliyor oluşum belki de bir türlü organik bir bağ kuramadığıma inandığım modern yaşantının değerlerine karşı bir direnme, geçmişime, geleneklerime ve sevdiklerime sahip çıkmaya çalışma olarak da nitelendirilebilir."

    bizler modern toplumda düzeni sürdürme gayreti ile yaşamlarımızı ve arzularımızı çoğu kez erteleyerek, iletişim imkânlarının bolluğuna rağmen yakınlarımızla yeterince iletişim kurmayarak ve modern birey olmanın her türlü gereğini cansiperane bir şekilde karşılamaya çalışırken, ansızın “olumsal bir karşılaşma, kendimizi aldatışımızı paramparça eden bastırılmış travmayı gün ışığına çıkarır.” mahmut’un, yusuf’un ziyaretiyle yaşadığı huzursuzluk ve gördüğü kâbuslar, bu parçalanmanın yansımalarıdır. bu duygular “bize, projeyi gerçekleştirmeyi başaramamamıza, sadece talihsiz koşulların neden olduğunu söyleyen yanılsamanın karşısında, o aptalca olumsal hareketi yapmasaydık her şeyin güzel kalacağını, evrenimizin paramparça olmayıp, sapasağlam ayakta duracağını söyleyen” yanılsamayı silip atan bu temas, mahmut’un gerekçelendirdiği acıklı rutinini bozmuş, onu gerçeğin çölünde tek başına bırakmıştır.yusuf çekip giderken, geride bıraktığı samsun paketini alan mahmut, daha birkaç gün önce “o içilir mi lan” diyerek yusuf’u aşağıladığını belki de hatırlamadan, deniz kenarında bir banka oturur ve sigarasını yakar. yanılsamaları ve kâbuslarıyla yeniden baş başadır. yusuf’tan da, geçmişinden de, kendisinden de yeterince uzaktır yeniden.

    kapitalist sistemin idealize ettiği modern toplum, bireylerin üzerindeki pasifleştirici etkisi ortaya çıktığında bile, sebep olduğu anlamsızlık duygusunu giderecek çözümler üretir. bireylerden çaldığı içtenlik, dayanışma ve güven duygusunun yerine ürettiği alternatif çözümleri, onlara satarak kazancına kazanç katmayı da sürdürür. yazık ki insan ömrü, kapitalist sistemin sunduğu bu sıkıntı giderme alternatiflerinin tek tek denenerek tükenmesine yetecek kadar uzun değildir. bireylerin yaşadıkları anlamsız iç sıkıntılarını, kendilerini özgür ya da güvende hissetmek adına içine girdikleri kafesleri fark etmeleri ve daha bütüncül bir bakış açısıyla yaşam ve değerlerini sorgulamaları, onları belki de başka bir dünyanın mümkün olduğuna yeniden inandırabilir.bilemiyom.. spoiler:
    Sadık Kaya
    Sadık Kaya

    1 değerlendirme Takip Et!

    3,0
    24 Nisan 2020 tarihinde eklendi
    Filmin konusu aslında sarsıcı ama bu duyguları hiç yaşamamış biri için anlaşılması zor ve hatta belkide biraz sıkıcı. Yönetmenin son 3 filmi hesaba katıldığında , uzak bu filmlere kıyasla biraz acemi işi gibi kalmış ama yinede izlenmeye değer. Oyunculuklar bir nebze daha iyi olsa yönetmenin iyi filmlerinden biri olabilirdi ama bu haliyle orta diyebiliyorum ancak.
    Serap Ö.
    Serap Ö.

    Takipçi 2 değerlendirmeler Takip Et!

    4,5
    30 Ocak 2017 tarihinde eklendi
    Ceylan’ın Kış Uykusu ve Üç Maymun’dan sonra en iyi filmi!
    “Mayıs Sıkıntısı”nda memleketine ve topraklarına bağlı kalamayan, kalmak istemeyen Mahmut, “Uzak”ta, kendine çevresine iyiden iyiye yabancılaşmıştır… Filmin başlarında göreceğimiz üzere annesini bile aramakta zorlanmakta, çünkü ailesine de topraklarına da hiçbir bağlılık hissetmemektedir.
    Yusuf memleketinden “ne iş olsa yaparım” düşüncesiyle, akrabası Mahmut’un yanına yerleşirken, Mahmut istemeye istemeye bu misafiri kabul eder bir an önce başından savmanın yollarını arar.
    Mahmut’un akrabasına olan tahammülsüzlüğü git gide artar ve onu sürekli kendinden aşağı görür. Hatta Yusuf’u hırsızlıkla bile suçlar.
    Filmin ana temasını çok iyi işleyen Ceylan, kendindeki yabancılaşmanın, en yakınındaki bireylere nasıl yansıdığını anlatır.
    Ceylan bu filmde, Anadolu kültürüyle büyümüş ve o özlerle yaşayan Yusuf ve şehirde büyürken değerlerini, özünü unutan, memleketindeki hiç kimseyle bağ kurmak istemeyen, aslında yaptığı işte de çok başarılı olamayan Mahmut’un içsel yolculuğuna çıkarıyor bizi…
    Kent köy ayrımında Ceylan, fare örneklemesinde iki karakterin tepkisini ve vicdanını sorgulamaktadır.
    Uzak’ta, geldiği yerlere yabancılaşan, şehirleşmeyle birlikte değerlerini kaybeden, kadına meta olarak yaklaşan ve tüm bunlarla mutlu da olamayan Mahmut karakteri ile memleketinden işsizlik yüzünden ayrılmak zorunda kalan, binbir umutla akrabası Mahmut’un yanına sığınan ve umutları tükenince geldiği “uzaklara” geri dönen Yusuf karakterini izliyoruz. Bu iki karakterin kendi dünyalarındaki yolculuğu bizleri de içsel bir sorgulamaya itiyor...
    Emre E.
    Emre E.

    1 değerlendirme Takip Et!

    3,0
    31 Mayıs 2016 tarihinde eklendi
    Bence filmi bu kadar abartmaya gerek yok o kadarda ahım şahım bir film değil.Ha filmi sıkılmadan izledim .Verdiği mesajlar güzeldi. kendini izlettiriyor çekildiği döneme göre gayet basarılı bir film .yusuf (mehmet emin toprak) abimin trafik kazasında öldüğünü filmi izledikten sonra arastırıken öğrendim .hüzünlendim. bu hüznü en son ''çingeneler zamanı'' filmini izledikten sonra yorumlara bakarken başrol oyuncusunun gerçek hayatta deprasyona girip intihar ettiğini öğrendiğimde yaşamıstım. Sözün özü her filme mükemmel denmemeli sonra türkiyede sinema neden gelişmiyor .bence türkiyede böyle izleyici kitlesi varken ,her filme baş yapıt dersenız ,o hollywood filmlerini türkiyede görmeye ömrümüz yetmez.Ama birgün bir yönetmen çıkacak bütün sıradanlasmıs türk filmlerinin ezberlerini bozacak .
    Barış Y.
    Barış Y.

    3 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    27 Kasım 2015 tarihinde eklendi
    Evine ''Uzak'' dan bir akrabası geldiği için, rahat rahat porno izleyemeyen bir adamın dramı. Daha sonra bu dramı uzaktan gelen akrabası da paylaşıyor. Oda ev sahibi onu bir türlü yalnız bırakmadığı için porno izlemekten mahrum kalıyor. Hal böyle olunca ortaya büyük bir trajedi çıkıyor.
    KaliteTAKİP
    KaliteTAKİP

    Takipçi 873 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    15 Ekim 2014 tarihinde eklendi
    Nuri Bilge Ceylan'ın derin derin boşluğa baktırıp hayatı size tam anlamıyla yaşattığı bir tarzı var filmlerinde. doğallık yalınlık bu kadar keskin mi hissettirilir filmlerinde. durağan ve sakin ilerleyen filmlerden hoşlanmayan insanlara hitap etmeyebilir ancak çok değerli yönetmenin her filmi gibi bu da çok anlam taşıyor bence. izleyin pişman olmazsınız iyi seyirler...
    rudeonerudeone
    rudeonerudeone

    Takipçi 1.698 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    26 Temmuz 2014 tarihinde eklendi
    Nuri Bilge Ceylan külliyatında "Uzak" dönemi ile "Kış Uykusu" dönemi arasında gözle görülür bir fark var. "Kış Uykusu", "Bir Zamanlar Anadolu'da" ve hatta "Üç Maymun" daha geveze, daha rahat izlenebilir, ana akım sinemaya daha yakın. "Uzak" kaliteli bir film, ancak son dönem işlerini daha fazla beğeniyorum Ceylan'ın. Bu durumun "sanat filmleri herkese hitap etmez", "sanat filmini izlemek kolay değildir" falan gibi nedenlerle ilgisi yok. "Olgunlaşma" sürecini çok rahat oturtabiliyorum kafamda. "Bir Zamanlar Anadolu'da" ile bayağı yüksek seviyelere gelmiş, "Kış Uykusu" ile ise doruk yapmış bir olgunlaşma bu. Kusursuz bir senaryo ve oyunculuk varken son işlerinde, "Uzak"ta kusurlu bir senaryo ve oyunculuk var mesela. Genel izleyici adına konuşmuyorum, ancak bireysel olarak benim gözüme batan bir durum bu. Böyle önemli bir yönetmenin, böyle ödüllü bir filmini görmek lazım muhakkak. Bir şeyler hissettirmeyi başarıyor.
    Ogulcan B.
    Ogulcan B.

    Takipçi 236 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    16 Haziran 2014 tarihinde eklendi
    Uzak bir yalnızlık bu film tam bir yalnızlık ve insanlardan uzaklaşmış biri veya birilerinin ında temel olarak taşra-şehir veya taşralı-şehirli çatışması diyebiliriz bu film için ama benim için bu film insanlara soğuk,yalnız ve uzaklaşmış birinin hikayesini anlatığan bir film,izlediğim diğer iki Nuri Bilge Ceylan filmine göre (Üç Maymun ve Bir Zamanlar Anadolu'da) daha yalın bir hikaye daha yalın bir anlatım tarzı var bu ça durağan,az diyaloglu ve yalın bir hikaye içermesine rağmen ben filmi izlerken hiç sıkılmadım zaten nedense Nuri Bilge Ceylan filmleri her ne kadar durağan olsa bile sıkılmadan izliyorum,fakat eğer festival filmi veya durağan filmlerden hoşlanmıyorsanız Uzak size göre değil bunu da filmi izledikten sonra anladım ki Nuri Bilge her filminde biraz daha üstüne koyuyor çünkü şunu söylemeliyim ki hem Üç Maymun hem de Bir Zamanlar Anadolu'da filmlerini bu filme göre daha çok beğenmiştim,Uzak filmini niyeyse tam olarak sevemedim,evet içerik olarak insanı derin düşüncelere sevk eden bir film ama izlediğim diğer iki Nuri Bilge filminden daha çok etkilenmiş genel olarak baştan sona iki erkek karakterin yaşamlarından biri kesiti anlatıyor; biri taşradan yeni gelmiş,diğeri yıllar önce taşradan gelerek şehir insanı olmuş ve yalnızlığa bürünmüş.Açıkçası ben diyalogları ve oyunculukları pek beğenmedim niyeyse bana biraz yapay geldi belki oyunculukları pek beğenmedim için olsa gerek izlediğim diğer Nuri Bilge filmlerine göre bu filmden daha az zamanki gibi filmdeki özellikle dış mekan çekimleri çok başarılı,İstanbul'un karlı sahneleri oldukça kasvetli ve olarak Uzak ilk başta da belirttiğim gibi yalnızlık ve kendi kabuğuna çekilenlerin filmi diyebilirim,ben içerik olarak beğensem de filme tam olarak baktığım zaman fazla etkilendiğimi söyleyemem,Nuri Bilge Ceylan veya festival filmi severlere tavsiye ederim.

    6.5/10
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top