1918-1923 yılları arasında yaşanmış gerçek olaylara dayanan senaryosunu da, İsa Yıldız ve Safran Banu Erdoğan ile birlikte kaleme almasına ek olarak...
Kurgu da Sercan Güdücü'ye de eşlik eden Abdullah Oğuz'un yönetmen koltuğunda oturmakta olduğu "Zaferin Rengi"; biyografik bir spor draması olarak geliyor karşımıza...
***
Gelin isterseniz, Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Kurtuluş Savaşı ile Fenerbahçe Spor Kulübü'nün tarihinin bir kesitinin iç içe geçtiği önemli dönüm noktalarının; Ghasem Ebrahimian'ın kamerası eşliğinde, şahane bir üslupla anlatıldığı bu filme biraz daha yakından bakalım...
***
- Kasım 1918 -
Film...
"Birinci Dünya Savaşı, İtilaf Devletleri lehine sona ermiş; Osmanlı Devleti, siyasi ve askeri varlığını tehlikeye atan Mondros Mütarakesi'ni imzalamıştır..."
Şeklindeki bir bilgilendirme...
Ve...
Terhis edilerek silahları ellerinden alınan ordudan geriye kalanlar ile...
Trenle getirilen yaralı asker ve cenazelerinin görüntüleriyle başlar...
***
Ki...
Bunlardan birisi de...
Ailesiyle birlikte yaşayan Galip Bey'dir (Kubilay Aka)...
Ve...
An itibarıyla da...
Kendisine kapıyı açan...
Annesi Şefika Hanım'ın (Selen Öztürk) şaşkın bakışları arasında...
İstanbul'daki evindedir...
***
Aynı günün akşamı...
Ayağındaki sakatlık nedeniyle oldukça moralsiz olan Galip...
Arkadaşlarından Salih'in (Burak Can Aras) davetiyle gidip birkaç duble rakı da atıp kederlendiği...
Eleni'nin (Şeyma Peçe) sahne aldığı meyhanenin çıkışında...
Kendisi cepheye gittiğinde...
Gönüllü olarak Kızılay Teşkilatı'na katılan yavuklusu Peyker (Gülper Özdemir) ile karşılaşır...
***
Ama...
Eski günlerdekinin aksine...
Aksayan ayağı sebebiyle...
Kendini eksik hisseden Galip...
Elinden geldiğince...
Peyker'den uzak durmaya çalışır...
***
Derken...
Fenerbahçe Futbol Kulübü'nün kaptanı da olan Galip'in dönüşü şerefine...
Fenerbahçe Başkanı Mehmet Sabri (Toprak) Bey (Nejat İşler) ve Galatasaray Futbol Kulübü Başkanı Ali Sami (Yen) Bey'in de (Emircan Kahyeri) katılımlarıyla...
İstanbul'un iki güzide kulübü arasında bir maç düzenlenir...
***
Ve...
Kazananı da...
Her ne kadar artık o güzel günler ve o güzel insanlar...
Büsbütün mazi de kalmış olsalar da...
Ali Sami Bey'in ifadesiyle...
Sadece...
"Dostluk..." olurken...
***
İyileşerek...
Bir daha sahalara dönemeyeceğini düşünen Galip...
Sabri Bey'in iznini de almak suretiyle...
Maçın bitiminde konuşmaların yapıldığı sahayı terk ederek...
Kaçarcasına oradan uzaklaşır...
***
Ve tarihler...
18 Kasım 1918'i gösterdiğinde...
İstanbul'un işgali başlamıştır da zaten...
***
Çok geçmez...
Sabri Bey'in yeğeni de olan Peyker'i tacize yeltenen İngiliz askerlerine karşı koyarak...
Onu koruma gayreti içindeki Galip...
Derdest edilerek...
Elleri ayakları bağlı bir vaziyette tutuklanarak...
Aksanlı da olsa...
Türkçe konuşabilen...
İngiliz yüzbaşısı John G. Bennett'ın (Adam Bay) karşısına çıkartılır...
***
Neyse ki...
Peyker sayesinde...
Durumdan hızlıca haberdar olan Sabri Bey...
Anında müdahil olarak...
Göz altındaki Galip'in serbest bırakılmasını sağlar...
***
Ardından da...
Fenerbahçe Futbol Kulübü'nü ziyaret eden Mustafa Kemal Paşa (Yiğit Özşener)...
Hürriyetine yeniden kavuşacağına dair...
Tüm ülkeye umut, inanç ve motivasyon kaynağı olması adına...
***
Bir araya topladığı...
Başkanları Sabri Bey ile Fenerbahçeli futbolculara...
İşgal kuvvetlerinin futbol takımlarıyla...
Maç yapıp...
Kazanmaları talimatını verir...
***
Böyle olunca da...
O güne kadar tedaviyi reddeden Galip...
"Siz bir lidersiniz Galip Bey... Takımınızın başına geçin... Ben methinizi çok duymuştum... Dilerim ki düşman da duysun..." diyen...
Mustafa Kemal Paşa'nın...
Bu etkileyici sözleri sonrasında...
***
Direnmesinin anlamsızlığını fark edip...
Önce Peyker'in...
Ve onun vasıtasıyla da...
***
Çekilen röntgenlerde de açıkça görüldüğü biçimde...
Saplanan kurşunun çıkartılmış olmasına karşın...
Cephe koşullarında yanlış kaynamış ayak kemiğini...
Cerrahi bir operasyonla eski haline getirecek olan Doktor'un (Burak Kal) yolunu tutar...
***
Ki...
Üç ay sonrasında da sağlığına kavuşan "Kaptan" Galip...
Fenerbahçe formasıyla...
Tekraren sahalardadır...
Dakika 37...
***
Milli Mücadele yıllarındaki tüm zorluk ve olanaksızlıklara rağmen, yurtseverlerin işgalcilere karşı verdikleri savaşımın destansı bir dille gözler önüne serilmeye devam edildiği filmin geride kalanında siz değerli sinemasever dostlarımızı; eğer değillerse, Fenerbahçeli olmalarına dahi gerek kalmaksızın...
Duygulanarak izleyecekleri, 120 dakikalık bir bölüm daha bekliyor olacak...
***
Yeter ki...
Taraftarı olduğu futbol takımına...
Hafta sonlarında...
Maçların oynandığı günlerden sadece biri olan...
"Pazar'dan Pazar'a değil de..."
Hayata tutunacak başka da bir çıkar noktası bulunmayanlardan biri gibi...
"Mezara kadar..." diyen "kaybedenler (loser)" arasında yer almayın...
***
Ve şundan kesinlikle emin olun ki...
Futbolun mucidi olan İngilizler dahi...
Tuttukları takımlar ve takımlarının maçları hakkında...
Bir ömür boyunca değil de...
Yalnızca bir 90 dakika...
***
Ve...
Ardından gelen birkaç saatlik süre boyunca konuşur...
Publar da...
Balık, patates, bira yapıp çılgınca eğlenecekleri...
Sonraki maç gününü beklerler...
***
Emek verilerek ve benzeri bir örneğine rastlamanızın da asla mümkün olamayacağı; alışılmış "nesir" tarzının dışındaki, yüzyıllar içinde güzel Türkçemize yavaş yavaş sızarak eklemlenmiş Arapça, Farsça ve Avrupa kökenli sözcükler bütününe entelektüel taklaların attırıldığı...
"Irkçılık", "faşizm", "homofobi" ve doğruluğunun bilimsel olarak kanıtlanması imkansız bir metafizikten ibaret olan "inanç övücülük" yahut da "yericilik" içermediği için...
Ezberleri bozan "lirik" bir anlatım dili de benimsenmek yoluyla...
25 - 30 kelimelik Türkçe bilgi haznesinin ötesine geçilerek yazılmış, bir başka "özgün" yorumda yeniden buluşmak dileğiyle...
Keyifli seyirler,