Hesabım
    Otomatik Portakal
    Ortalama puan
    4,2
    1249 Puanlama
    Otomatik Portakal hakkında görüşlerin ?

    193 Kullanıcı yorumları

    5
    53 Eleştiri
    4
    96 Eleştiri
    3
    14 Eleştiri
    2
    11 Eleştiri
    1
    4 Eleştiri
    0
    15 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    faruk kurt
    faruk kurt

    18 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    3 Eylül 2024 tarihinde eklendi
    Ana karakterin muhteşem oyunculuğu ve çekim açıları cok hoşuma gitti kubrick in en iyi iki filminden biri kuşkusuz otomatik portakal dır...
    İnsan ne kadar değişebilir ? 8.4/10
    Novacy
    Novacy

    3 değerlendirmeler Takip Et!

    2,0
    7 Haziran 2023 tarihinde eklendi
    Verdiğim 2 puanıda şu anakarakterin hastanede yattığı zamanki olan sahneler için veriyorum ha.Sonunu göze alırsak ne yani ben bunun için mi o kadar karakter gelişimi cart curt izledim bunun için mi vaktimi harcadım dedirten filmlerden biri.
    TAHA ŞABAN DİLMAÇ
    TAHA ŞABAN DİLMAÇ

    72 değerlendirmeler Takip Et!

    4,5
    19 Mart 2023 tarihinde eklendi
    Müthiş performanslar ve müthiş bir flim. İzlemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Zaten yönetmen koltuğunda Kubrick oturuyo. Kubrick'den bahsetmeye gerek bile yok. Ben deha olduğunu düşünüyorum. Bu flimi izlerken kendimi deli gibi hissettim ama iyidi. Eleştirimi okuduğunuz için teşekkürler.
    Turgay Buğdacigil
    Turgay Buğdacigil

    Takipçi 2.067 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    3 Mayıs 2022 tarihinde eklendi
    Senaryosunu da, Anthony Burgess'ın aynı isimli kült romanından (1962) uyarlayarak yazan büyük sinemacı Stanley Kubrick'in yönetmen koltuğunda oturduğu “A Clockwork Orange”:

    "Kara mizah (dark comedy)" unsurların ustalıkla kullanıldığı; siyasi erkin, toplumun refah ve eğitim seviyesini yükselterek doğrudan suça yol açan sosyolojik düzeni ortadan kaldırmak yerine suçlu bireyleri, suçu işledikten sonra psikolojik tedavi ile rehabilite ederek topluma entegre etmeye çalıştığı fantastik bir drama olarak geliyor karşımıza...

    Gelin isterseniz, farklı kategorilerdeki dört Academy ve yedi BAFTA ödülüne aday olmasına karşın; eğer sinema sanatı ile yakından ilgilenmiyorsa, bugün neredeyse hiç bir sıradan sinemaseverin adını kolay kolay anımsayamacağı "The French Connection" (1971) karşısında ciddi bir hezimete uğrayan bu "sinema klasiğine" biraz daha yakından bakalım...

    ***

    Şahane bir performans sergileyen Malcolm McDowell'ın canlandırdığı Alexander "Alex" DeLarge ile üç kankası Pete (Michael Tarn), Georgie (James Marcus) ve Dim (Warren Clarke); oturmakta oldukları Korova Süt Barı'nda, içine uyuşturucu eklenerek, kendilerini saldırgan bir hale getirecek olan sütlerini yudumlamaktadırlar...

    Bardan çıktıklarında gerçekleştirdikleri ilk icraatları da; yollarının üzerindeki bir alt geçidin köşesinde demlenirken, kendilerinden bozukluk isteyen yaşlı bir alkoliği (Nicholas Hill) öldüresiye dövmek olur...

    ***

    Derken...

    Terk edilmiş bir gazinoda, Billy (Richard Connaught) ve onun dört kankasına; ellerine geçirmiş oldukları bir genç kadının (Cheryl Grunwald) ırzına geçmeye yeltenirlerken rastlarlar...

    Ve...

    Çok geçmez...

    Genç kadın kaçıp kurtulurken, iki grup birbirlerine girerler...

    ***

    Ardından otomobillerine atlayan Alex ve kankaları soluğu, trafiği terörize etmelerinin ardından, zilini çaldıkları kapının önünde yalan söylemek suretiyle; Bay (Patrick Magee) ve Bayan Alexander'ın (Adrienne Corri), darmadağın edecekleri evlerinin içinde alırlar...

    Kankalarından Georgie Bay Alexander'ı yere sabitlerken, bangır bangır bağırarak "Singin' in the Rain" şarkısını söyleyen Alex, diğer bir kankası Dim'in kollarından tutmakta olduğu Bayan Alexander'a zorla tecavüz eder...

    Bu eylemin nihayetinde; Bayan Alexander hayatını kaybederken Bay Alexander da, tekerlekli sandalyeye mahkum bir yatalak olarak yoluna devam edecektir...

    ***

    Hızlarını alamayan dört serseri, birer bardak daha süt içmek amacıyla yeniden Korova'ya uğrarlar...

    Barda BBC televizyonundan oldukları anlaşılan bir grup daha süt içerken, içlerinden şarkıcı olduğu anlaşılan bir kadın; Beethoven'in 9. Senfonisini seslendirmeye başlar...

    Başlar başlamaz da, Alex'in kankalarından Dim; ağzıyla ses çıkartarak, o kadını engellemeye çalışır...

    Ki bu da, aynı zamanda fanatik bir Beethoven hayranı olan Alex ile Dim'in aralarının limonileşmesi anlamına gelecektir...

    ***

    Neyse...

    Herkes kendi evine yollanırken Alex, bir fabrika çalışanı olan annesi (Sheila Raynor) ve işsiz ev erkeği babası (Philip Stone) ile beraber yaşadığı belediye konutlarındaki, odasındaki çekmece de yılan beslediği evlerine giderek yatar...

    ***

    Öğlene doğru uyandığında; annesinin anahtarını kullanarak evlerine girerek, kendisine son bir uyarıyı yapacak olan dedektif Bay Deltoid (Aubrey Morris) beklemektedir...

    Zira diğer vukuatlarını değilse de, Billy ve kankalarıyla yaptıkları kavgadan haberdardır...

    ***

    Plakçı dükkanında tanıştığı iki kızla (Katharina Kubrick) evinde üçlü seks alemi yapan Alex, işini tamamlayınca; kendisini, sürpriz bir ziyaret için yaşadığı apartmanın girişinde beklemekte olan kankalarının yanına iner...

    Çünkü artık, özellikle de daha büyük vurgunlar yaparak ciddi paralar kazanmak isteyen Georgie ile Dim, Alex'in liderliğini kabul etmemektedirler...

    Ancak çok kısa bir süre içerisinde Alex, her ikisine de hadlerini bildirerek, süt dökmüş kedi gibi olmalarını sağlar...

    ***

    Ama kankalarının taleplerini haksız da bulmaz...

    Böylelikle akşama, Woodmere çiftliğinde tek başına kedileriyle yaşayan Bayan Weathers'ın (Miriam Karlin) malikanesini, aynen Alexander'lara uydurdukları yalanlar ile basacaklardır...

    Fakat Alexander'ların başına gelenleri gazete haberlerinden öğrenmiş olan bu kadın, hiç tereddüt etmeksizin telefonla hemen polisi arar...

    Aynı esnada kapıdan giremeyen serserilerden Alex, açık durumdaki bir pencereden binanın içine sızıp kapıyı açmayı planlamaktadır...

    Yalnız biraz aceleci davranan Alex pencereden girer girmez; kendisine direnen kadını öldürür ve mekanın kapısını açtığında da, kankalarının ihanetine uğraması sebebiyle polise enselenerek on dört yıl hapse mahkum edilir...

    ***

    O artık Alexander DeLarge değil Parkmoore Hapihanesi'ndeki 655321 numaralı bir mahkumdur...

    Alex, belki de hayatında ilk kez; Baş Gardiyan Barnes'ın (Michael Bates) kişiliğinde, devlet otoritesinin en sert haliyle karşı karşıya gelmektedir...

    Tabii hapishanede kendisine göz koyan rahip ile göz kırpan bir mahkum da (Joe Bartlett), işin cabası...

    Elbette bir de ortalıkta; Alex'in bizzat başvurmak istediği Ludovico tekniği olarak adlandırılan, insanı suç işlemekten caydıran yeni bir psikolojik tedavi yöntemi de bulunmaktadır...

    Böylelikle Alex hem buradan çıkacak hem de bir daha hapishaneye girmeyecektir...

    Ama henüz deneme aşamasındaki bu tedavi, hapishanenin direktörünün (Michael Gover) tehlikeli bulması nedeniyle Parkmoore'da uygulamaya sokulmamıştır...

    ***

    Uzatmayalım...

    Himayesine sığındığı rahibin de yardımıyla Alex, test için kendiliğinden gönüllü olmayı umsa da bu şansı; bir teftiş esnasındaki girişkenliği sayesinde, İç İşleri Bakanın (Anthony Sharp) kendisinden kapar...

    Dakika 65...

    Vakti zamanında, DVD ve vizyona girdiği yıl sinema salonunda izlediğimiz filmin geride kalanında sizleri 71 dakikalık muhteşem bir bölüm daha bekliyor olacak...

    Keyifli seyirler,
    Sevgi Ozan
    Sevgi Ozan

    Takipçi 4 değerlendirmeler Takip Et!

    5,0
    3 Şubat 2022 tarihinde eklendi
    MODERN ÇAĞIN KURBANI
    Muhteşem Dokuzuncu,
    “Tanrı ne ister? Tanrı iyiliği mi ister yoksa iyi olma seçeneğini mi?”
    İnsanlık durumlarında seçimimizin dışında zorlandığımız her türlü eylem, fikir ve benzeri tutumlar, toplum yararına ve kötülüğü önlemek adına yapılır. Burada mevcut durumların meydana getirdiği olguların tamamı ise, dayatmanın meşruluğu ile ortaya çıkan zorbalıktan başka bir şey değildir. Toplum ve iktidar genel-geçer yaşamın meşruluğunu ilan etmek adına, genel olan için “temsili iyilik” dediğimiz ideal tipi yaratır. Bu ideal tip, hayatın içindeki belli belirsiz seçimlerinin iradesine sahip değildir. Ancak toplum tarafından güdülenerek birtakım değişimlere uğrayabilir. Bu değişimler ki toplumun iyiliği adına yapılan eylemlerin sonuçları gereği yıkıcı bir etki yaratmaktadır.
    Bireyin salt kendi tercihiyle eylemde bulunmasına izin vermeyen “ısrarlı iyilik dayatması” toplum yararına kötülüğün temellerini atmaktadır. Meşru iktidar, biçtiği töresel değerin doğruluğunu kabul ettirmek adına seçimin kendisine doğrudan bir hamle yaparak bireyi saf dışı bırakır. Karşımıza çıkan bu özgür seçim sorunu da bizi başka türlü yollara sevk etmektedir. Bu yolların başında, bireyin kendi seçimiyle karar verdiği herhangi bir tutum ve davranışta içsel yasayı mı yoksa dışarıdan bir yasayı mı gözettiğini incelememiz gerekmektedir. Toplum yasaları ve deneyimle gelen tüm öğrenmeler, sınırlandırılmış bireyin içsel yasasına başvurmasına sürekli engel olmaktadır.
    Bireyin karşılaştığı bu engeller, önceden belirlenmiş durumların müdahalesiyle ahlaki ilke olan vicdan kavramına ket vurulmasına da neden olur. Tüm bu ket vurmalar, samimiyetsiz ve vicdansız kalmış modern çağ kurbanlarının önüne geçilmez biricik kaderi olacaktır.
    Sıkıcı tanımlara başvurmamak gerekirse kısa bir örnekle, bi dolu iyilik tantanasına hevesli olanlar için tıpkı karınca yığınlarının kutbun sert rüzgârlarında dahi kışa saklayamayacağı yiyecekleri taşıması gibi kararmış iyiliklerin seçilmiş ilkeleriyle çöküşe hazırlanıyor. İyiliğin felaketiyle süslenmiş geniş duvarlar, yaratılışın kutsalına küfür ederek bir başka tanrı olmayı ilan ediyor kendince!
    “İyilik seçilen bir şey olmaktan çıkınca insan seçim yapamaz hale gelir ve insanlıktan çıkar.” Bu demektir ki Tanrıyı ancak vicdanla kavrayabilen insanın içsel yasasına karşı gelmesi, insanı Tanrıdan da uzaklaştırır. Tanrıdan uzaklaşan insan, Tanrının parçasından aldığı ussal ve içsel koşullanmalarını arkasını dönerek, bir daha yeşermeyecek tohumlarını kızgın ateşte başıboş bırakmış olur. Vazgeçilmiş özgürlük ve seçim tanrıdan da kaçarak seçimsizler dünyasını ortasında tedirgin gözlerle çevrili kala kalmıştır.
    İsa’dan bu yana gelip gelmiş olan kutsal söz şöyle der: “Eğer ki biri sana tokat atarsa öbür yanağını çevir”. Bu kutsal sözler, modern çağ kurbanı olan her bireyin genelin iyiliği adına vermeyeceği veya feda edemeyeceği ne bir yoksulluğu ne de çürümeye yüz tutmuş bir bedenin olamayacağını da kanıtlar. Genelin iyiliği adına yapılan birkaç yoksul, kimsesiz ve fabrikayla çevrelenmiş bireylerin cansız bedenlerinin tuhaf alkışların arkasına gizlenmiş, yalancı mutluluğuyla iyilik övgüleri dört bir yanda yankılanmaktadır.
    “İyi bir insan çokta hoş olmayabilir, hatta iyi bir insan olmak korkunç olabilir”. Bu söylem Otomatik Portakal adlı romanda geçen seçimsiz iyilik kavramının altını çizerek, üstünde kafa yormamızı gerektiren salt iyiliğin koşullarını bize yeniden hatırlatıyor.
    Koşullanmış iyilik problemi, bireyin ruhsal durumunda özgür seçimlerine karışarak iyiliği bulandırmış, kötülüğü ise yüzeye çıkarmıştır. Yüzyıllardır aşkınsal ve ideal iyilik ereğinin üst insana atfetmiş olduğu değerler, aklın sınırlarıyla modern dünyada yeniden üretilmiştir. Kant’ın ödev ahlakına baktığımızda; iyilik probleminin hem birey hem de toplum içinde uzlaşmaz bir gerilimle sürüp gittiğini görmekteyiz.
    Birey bir eylemde bulunurken maksimiyle evrensel ahlak yasası arasında bir uyum yakalamak zorundadır. “Öyle eyle ki eyleminin dayandığı maksim evrensel olsun.” Bu uyarıcı ve yönlendirici evrensel ahlak ilkesi, koşulların gerektirdiği her durumda, her bireyin aynı eylemi gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Fakat karşımıza çıkan, toplumsal ahlakın yararına yönelik seçimsiz iyilik Kant’ın evrensel yasasıyla örtüşmemektedir. Çünkü Kant’ın ahlak yasası, bireyin içten bir istençle eylemde bulunarak dışsal olanla kendine yeni bir biçim kazandırmasını buyurur. Bu biçim ki bireyin zorlayıcı iyilik ilkelerine başvurmaksızın sentezleşmiş yasalarla dışarıdan belirlenemez eylemlerde bulunmasına sebep olur. Böyle bir yasa sonucu yapılan tüm eylemler, kötülüğün ortaya çıkışı ve öğrenilmesinde temel kaynağın sorunlarını tespit edilmesinde yardımcı olabilir. Tüm bunlardan elde ettiğimiz sonuçlara göre, yapay bir baskı mekanizması ve toplum yararı geri planda kalmaktadır.
    Tanrı’nın buyruğu ve kutsal birliktelikle kişi kendi başına vicdani ahlak yasasına uyarak iyiye eğilim göstermektedir. Bu doğrultuda eyleme dahi geçmeden önce kötülüğü, zorbalığı, şiddeti ve aykırı olanı zihninden, dilinden geçirmesini önceden engellemiş olacaktır. İyiliği ve kötülüğü öğrenen beden için de aynı durum söz konusudur. Sakınılan eylemin birey tarafından istenmesi kötülüğün öğrenilmesinde ve yaygınlaşmasına neden olan koşulları da beraberinde getirir.
    Fakat karşı karşıya kalınan iyiliğe zorlama eylemi, bizi şiddetin ve suçun olmadığı bir toplumla ödüllendirmek yerine; insanın yaratılışı gereği içinde filizlenen vicdanının tüketilip yitirildiği soysuzlaşmış bir topluluğu meydana getirir. İyiliğin gerçekleşmesi, bir iktidar eliyle ya da övgülü konuşmalarla değil de ancak salt iyilikle ruhun ve bedenin uyumuyla gerçekleşen, içten antlaşmaların doruğunda yüceltilebilir ya da sürdürülebilirdir.
    Kişinin içten gelen hakikati, doğası gereği iyi ya da kötü olsun maskesi düşürülmüş hayatını yeniden sorgulamak isteyecektir. Kötülüğün iradesi göz ardı edilmezse eğer başkaldırının tohumlarını da ekebilir.
    Kendi dışındaki yasaların içinden çıkmak için başvuran birey, yıkım sürecinde kötülükle yüz yüze gelir ve bu kötülük varoluşsal problemi olan huzursuzluğunu alt edebilir. Bağlantısızlığıyla isyan eden birey yeniden doğuşun kapılarını aralayabilir. Eylemdeki sadeliğin, iyilik ve kötülüğün ikilikleri üzerine kurulmuş, modern çağın kurbanları tıpkı Platon’un Mağara Alegorisindeki gibi perdeli, bulanık ve yer değiştirmiş yüzlerin maskeleridir. Modern olmaktan kaçamayan modern birey, fabrika renklerinin değişmesiyle oluşan yükümlü hapishaneler ve yatalak hastanelerin etrafına çevrelenmiş, insan yığınlarını iyileştirmek adına bitimsiz intihara sürüklenir. Tek tip kurbanların gelecek nesillere miras bırakıldığı yerle bir edilmiş insanlık “uygarlığın huzursuzluğuyla” baş başa bırakılır. Henüz hastalığa yakalanmamış olan ruhları ve bedenleri toplumun çılgın kalabalığındaki kahkahalarıyla delirterek, aklı ve vicdanı sürgüne gönderiyor.
    Bilinçli kötülüğün kusursuzluğu, bilinçsiz iyiliğin aksaklığı, eylemler fırtınasını kasırgaların içinden geçiriyor. Alkışların çevrelenmesiyle iyiliğe zorlanan vicdansız bedenlerin kaderi, tanrısız toplumun değiştirilemez buyruğudur.
    Yakın ölüm, dayanılmaz suçların göbeğinde kan kırmızı sabahların izlendiği suları bulandırıyor. Ardı arkasına gelen kusmalar, tek çare olarak mutlu ölüm… Vücudun kendi şiddetini onayladığı fakat bir başkasına çevrilen kötü niyetin izleri nöronlarında bile titreşmesine izin vermemektedir. Sıska bedenciklerin, kötülük fikrinin seçimlerine karar verememesi dahi modern hayatın kaderinin mahkûmiyetinden gelir. Kazanılan iyilik, kötülüğün defedilmesiyle karmaşık ilişkileri beraberinde getiriyor. Kendi içinde büyük çatışmalara maruz kalan modern birey, iyilik ve kötülük eğilimlerini iç muhakemeye başvurmamaksızın hali hazırda doğrudan kabul etmek zorunda kalır. İrade ve vicdan artık bu dünya için olanaklı değildir.
    Kaderlerin Tanrı elinden alındığı yaşam, son modaya uygun giyinen beyaz gömlekli siyah takımlık uygarlığın parmaklarında, çürümüş portakallarıyla oynuyor!
    Seçim, istenç, akıl ve vicdan bu kavramların uyumunun getirdiği ahlaki ilkelerin eski kalıntıları, artık modern dünyanın yıkık betonlarında gömülüdür. Tek tipli üretim malları haline gelen, gençlik-yaşlılık, gelenek-görenek biçimlerindeki bu sualsiz iyilik İsa’nın çarmıha gerilmesiyle düz bir çizgide aklandı. Suçuna ortak olarak, ahlaki seçimler yapabilen şaşırtıcı fikirleri de yüzeye çıkmamak üzere suda boğdu... Bedenlerin akışını sağlayan su suçla, ruhların asil ve iyilikle dolup taştığı akıl ise şiddetle yıkandı. Tecavüz, şiddet ve hırsızlık gibi alkış, ıslık ve övgülerle çevrelenmiş tüm bu suçlar maalesef dokunulmaz milletvekilleri gibidir. Kökenlerine indiğimizde ise, soysuzlaşmış son moda çağ yöntemlerinden konuşalım öyleyse!
    Durdurulamaz arzu ve şehvetin önüne geçmek için, katilin ya da suçlunun kafasını uçurmak; uçkurların bilimsel şırıngalarla alaşağı edildiği fikrine kapılarak, kötülüğün yok edilişinin yanılgısıyla, iyilik söylemleri dört bir yanda aptal kutusundan haykırılıyor! Suçsuz dünyanın sırıtan katillerinin kefaretini ödemek zorunda kalan, modern çağın kurtarıcıları İsa’nın havarilerinden çıkar.
    Dünya yurttaşlığının savunucuları olan beyaz yakalılar, siyah takımlık Gucci’leriyle davalarının haklarını veriyor! Kutsallaşan İsa’nın yan sanayileri Çin mallarıyla kaplanmış metallerini özgürlük adına kadeh kaldırıyor! Parıldıyor elbiseliler, daha şık son moda yakalılar, koparıyor kıyameti barış adına, her şey insanlığın, toplumun refahı ve düzenin selameti için…
    Alkış tufanı dört bir yanda ve şakşakçılar beyazlar içinde. Ah modern çağın kurbanı, celladı ve hırsız katili olan yoksul suçlular. Kimin iyi kimin kötü olduğu henüz belirsiz olmasına rağmen yoksulun yakasına yapışmış suç ensesinden konuşmaya başlar. Der ki suç yalnız senin eserindir yoksulluk! Peki, kim karar verecek suç ya da suçlunun kimin üstünde kalacağına? Tek bir uzun elin insanlığı çepeçevre kavrayışıyla tespit edilebilir mi? Yoksulluk baş gösterene suç koşulsuz aktarılır.
    Otomatik yazgısını sürdüren değişimli iktidar, iyiliğin savunucusu ve suçun karşısındadır daima! Toplumun onayından geçmiş eylemler dışında nefes alamayan birey, insan olma hali dışına taştığı her an itibariyle bir sabun köpüğü gibi sulara karışarak yok olup gidecektir.
    Modern mekanizmaları çalıştıran ve durduran şatafatlı budalalık, arka sokakların kanalizasyon çukurlarında değil şehrin tam da göbeğinde boy gösteriyor! Kafasını bir başka yana çevirmeyi bile akıl edemeyen karınca sürüleri gibi “sadece iyilik yapan küçük makineleriz biz”. Otomatik Portakal adlı yapıtın hem kitabında hem de sahnede izleyiciyle buluşmuş halinde, bize apaçık bir çağrıyı henüz başımıza gelmeden önce göstermek istiyor. Amaçlanan fikir, edim ve tavır gençliğin çevikliğinin arkasında gelen kötülüğü yakalama ve onunla bir olma arzusu yüzyıllardan beri nasıl da pekiştiğini gözler önüne seriyor. Bu arzunun karşında tiksinti duyulan zorunlu iyilik eski yüceliğini kaybederek, bıkkın bireyin gençliğinden kaçacaktır.
    Modern yaşlı birey ise, bu hareketliliğin ve canlılığın sönükleşmesiyle, başkaldırma cesaretini artık kendinde bulamaz. Zorunlu iyiliğin etrafında bir avcının avını gözetlemesi gibi, genel iyiliği çevreler kıskaçlı toplum.
    Beyazlı bastona kavuşan yaşlılık, kötülüğü arzu etmek ya da iyiliği seçme fikrine kapılsa, bir zaman sonra toplum dahi izin verse bu seçime maalesef ki etin başkaldırısı tarafından doğrudan engellenecektir. Ta ki soluğu tükenene dek... Özlemlerin gençliğin durdurulamaz öngörüsüzlüğüyle çakıştığı, seçimsiz eylemlerin kötülüğün arzusuyla yanıp tutuştuğu mahrum bırakılmış özgürlük, yaşlılıkta tek bir çırpıda alt edildi.
    Filmin son sahnesi, bir kötü bakış ve ilerisinde zorba isteklerin ayyuka çıkartıldığı izlenimini uyandırırken; kitabın son kısmında ise tüm bu çabalarından zaferle aklanmış gençliğin son umudu, modern dünyanın seçimsiz, süslü hayallerine özlem duymaktan ibaret olacaktır.
    Tarık
    Tarık

    22 değerlendirmeler Takip Et!

    0,5
    1 Eylül 2021 tarihinde eklendi
    izlediğim en kötü filmlerden. hayatımdan giden 2 saati geri istiyorum. nesi başyapıt anlamadım. puan verirken sıfır bile yok
    bura maksi
    bura maksi

    2 değerlendirmeler Takip Et!

    0,5
    24 Nisan 2021 tarihinde eklendi
    filmi mükemmel eserler başlığı altında farklı zamanlarda ve ve farklı ruh haliyle 3 kere izledim. bana göre oldukça vasat bir film. tamamen zaman kaybı. böylesi gereksiz bir filme zaman ayırmak bile anlamsızken tesadüfen buradaki yorumlara bir göz atınca kendimce bu yazıyı kaleme alma gereksinimi hissettim. yorumlarda mükemmel bir baş yapıt, müthiş mesajlar var, geleceğin çok ötesinde ..... gibi anlamsız, saçma ve abartılı bulmaktayım. buradaki şişirilmiş yüzeysel yorumlar (modern sanat anlayışı!!! adı altında ki boş bir tabloya yüklenen anlamlar gibi) olmayan ve adlandırılamayan tamamen sallamasyon ve kopyala yapıştır tarzındaki içeriği boş ve gereksiz anlam yüklemelerinden oluşmaktadır. bu anlamsız entel olma cabasındansa gora'daki arif gibi tahta ulan tahta demeyi daha doğru ve gerçekçi bulmaktayım. saygılar...
    Dark Eagle
    Dark Eagle

    2 değerlendirmeler Takip Et!

    0,5
    25 Aralık 2020 tarihinde eklendi
    Pek vasat bir filmdi gereksiz uzundu müzikler dışında her şey kötüydü ve ilaveten cinsel içerikte barındırıyor aile ile izlemeyin
    Selcuk Aslan
    Selcuk Aslan

    1 değerlendirme Takip Et!

    4,0
    25 Ekim 2020 tarihinde eklendi
    1971 yapımı Film 1962 Burgess otomatik portakal romanından uyarlanmış. Yönetmen Kubrick 1960 larda Londra yerleşmesi ve burada hayatını devam ettirirken gözlemlediği genç çeteler sorunu farkederek bu konuda romanı okuması ve filme almay akarar vermesi önemlidir. bu durum o zamanların londrasında ve büyük endüsrti kentlerinde önemli bir toplumsal sorundur. Bu anlamda önemli bir toplumsal meseleye dair psikoterapi anlamında ve yönetimsel anlamda üretilen çözümlerin aslında ne kadar yetersiz ve etkisiz olduğunu anlatır. otoamtiklşemiş birer prtakala dönen insanlardır adeta ruhlarını kaybetmiş insanlar. Roman kendi içinde bir mizahi dil kullanır, zira bu romanı yazan Burgess romanın içnde ki yazar karakteri Alexandr Franz romanın içinde otomaitk portakal romanın yazarırdır ve serseri çetesi tarından şiddete ve eşi tecavüze uğradığı anlatır. romanda 15 yasşında cılgın bir genc Alex ergenlik çağında baş kahramandır, filmde ise 22 li yaşlarda kuraldışı bir genç erişkindir.
    bana göre buraddaki mesele bu kadar yerleşmiş bir kuraldışı "antisosyal" "psikopatça" davranış örünütüsünün 15 günlük bir rehabiltasyon programı ile tersine çevreilmesi pek te inandırıcı değildir.
    Bahadır Yılmaz
    Bahadır Yılmaz

    5 değerlendirmeler Takip Et!

    5,0
    8 Nisan 2020 tarihinde eklendi
    harika bir dilm alex'in iç dünyasını düşüncelerini çok iyi işliyor ve stanley kubrıck,francis ford coppola dan sonra en sevdiğim yönetmenoldu resmen izlediğim en iyi 2. film
    Evrim E
    Evrim E

    Takipçi 52 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    21 Temmuz 2018 tarihinde eklendi
    kubrick her filminde olduğu gibi buradada perspektifi,çekim açıları ile dikkat çekiyor, renklerden bahsetmeme gerek bile yok sanırım, fazlasıyla uyumlular ve ortamın rahatsız ediciliğini yansıtıyorlar.
    spoiler: filmin gidişatı son sahnelere kadar tamamıyla kitap ile paralel aynı the shining de olduğu gibi lakin son yani final sahnesi kitaptan bağımsız, bu beni shining de rahatsız etmemişti ama bu filmde filmin bütünlüğü yokmuş gibi hissettirdi, kitaptaki final filmdekinden daha anlamlı ve tatmin ediciydi.

    alex dışında çetedekilerin yaşları bu tür şeyler yapmak için biraz fazlaydı sanki, yaşlı gibilerdi
    Zeynel K
    Zeynel K

    77 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    22 Haziran 2019 tarihinde eklendi
    Herkes kitabı okumadan filmin tam olarak anlaşılamayacağını söylemiş. Ben de kitabı okumadan filmi izlemiş biri olarak aslında filmi beğendim ama bazı boşluklar da kaldı ve bazı şeylerden rahatsız oldum. Sonu da bence güzel bir şekilde bağlanmadı. Kubrickin yönetmenliği ve Malcolm McDowellın oyunculuğu ise tek kelime ile mükemmeldi.
    Gandalf T.
    Gandalf T.

    Takipçi 5 değerlendirmeler Takip Et!

    4,0
    21 Ocak 2018 tarihinde eklendi
    Kitabını okumadıysanız ilk kitabı okumanızı tavsiye ederim film o zaman anlam buluyor.İlaç bağımlısı, adam dövüp, hırsızlık yapıp insanlara tecavüz etmekte olan çetenin başı Alex hapse girer. Alex'in cezasını hafifletmesi için önünde bir seçenek vardır: Bir deney...İşte burdan sonrası en kilit nokta.Bu distopya psikolojinizi alt üst edecek cinsten.Hatta dünyanın çesitli ülkelerinde yasaklannmıstir.(İrlanda, İngiltere, Singapur, Malezya, Güney Kore, İspanya)..alıntı =Evet, kötüyüm; çünkü topluma aykırıyım..
    Yusuf Ç.
    Yusuf Ç.

    Takipçi 16 değerlendirmeler Takip Et!

    2,0
    23 Kasım 2017 tarihinde eklendi
    Bu filmin üniversite derslerinde toplumun yozlaşmasını betimlemek için çevrildiğine inanıyorum.Zira Kubrick abimizde bunun için çevirmiş olmalı, Çünkü portakal çok ekşi.
    theyurdal
    theyurdal

    Takipçi 561 değerlendirmeler Takip Et!

    4,5
    1 Kasım 2015 tarihinde eklendi
    tam bir pskolojik filmi bu filmi izlerken çok değişik yerlere gittim cinsellik içermesine rağmen çok ama çok iyi bir yapım herkes sevemez ama ben gerçekten çok sevdim 10 üz. 8.9
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top