Christopher Nolanın Batman serisine el atmasına başından beri karşıydım. Eski seriye bayıldığımdan felan değil, keza Batman hayranı biri olarak Tim Burton ve Joel Schumacherin çektiği filmleri vasatın altında bulmuştum. Karşıydım çünkü Nolan gibi bir dehanın daha zekice, daha insanı afallatan projelerin başında olması gerektiğini düşünüyordum. Batman Begins beklediğimin biraz üstünde olmasına rağmen, bana göre Nolanın en kötü filmlerinden biriydi. The Dark Knightı tam anlamıyla bir beklentisizlik içinde izledim. Film bittiğinde ise tüm düşüncelerim değişmiş, Nolanın ne kadar eli öpülesi bir insan olduğunu bir kez daha anlamıştım.
The Dark Knight önceki Batman filmlerinden çok daha farklı. Öncelikle klasik çizgi roman superhero havası yok. Batman aynı bizim gibi bir insan; kararsızlıkları, çelişkileri var, kendini geliştirmeye çalışıyor. Son yıllarda Hollywoodda yer alan süper kahramanlar gibi şaşalı değil. Dünyayı kurtarayım köşeme çekileyim havası da yok. Christian Bale büyük iş çıkartmış yine. George Clooney ve Val Kilmerı zaten saymıyorum, Michael Keatonı adeta ezmiş geçmiş; göründüğü, konuştuğu her sahnede çizgi romandaki Bruce Wayne tadını yakalamış.
Jack Nicholsonun oynadığı Joker karakterinin yerini tutmak çok zor gözüküyordu lakin Heath Ledger tapılası bir joker kimliği yaratmış. Heath Ledger olayı gerçekten aşmış, bitirmiş. Jack Nicholsondan daha iyi bir joker kesinlikle beklenen bir şey değildi. Sadece daha iyi olmakla kalmamış, çok daha farklı bir joker çizgisi yakalamış Ledger. Bu yeni joker çok daha korkunç, çok daha sadist. İmgesel olarak da Nolan anlatmış bu durumu aslında. Jack Nicholsonın jokerinin yüz kasları asit yüzünden her daim gülme pozisyonundaydı. Heath Ledgerın jokeri ise ağız kenarlarındaki yaralar nedeniyle gülüyor gibi gözüküyor. Ürpertici, anarşist bir joker.
Bunların dışında film, bir çizgi roman uyarlamasındansa, temponun bir an bile düşmediği bir thriller havasında. Kurgusuyla, ışığıyla, senaryosuyla dört dörtlük denilebilir. Gidin görün, tadını çıkarın derim.