Film, ortalama üstü hatta bir köpek burnundan bile daha kuvvetli burna sahip öksüz bir kölenin hayatını anlatıyor.
Jean-Baptiste Grenouille bir şekilde kölelikten kurtulur ve bir parfüm ustasının yanında çalışmaya başlar, kokuyu hapsetme tutkusunu ustasının yanında gerçekleştiremez ve kokuyu hapsetmek için şuanki ustasının bile bilmediği bir tekniği öğrenmeye
uzak diyarlara yönelir.
Film ortamları ve renkleri ile bana hafif Agora'yı anımsattı,
ustasından koku ile ilgili aldığı temel koku efsanesi ve sonrasında tüm kokuları tamamlaması, bu kokuların insanlarda üst düzey hayranlık duygusu oluşturması örtüştürülebilir bir durum. Lakin Papa'nın Jean-Baptiste'ın herkesi büyülemesi sırasında ''bu bir melek'' diye bağırması, karıştırılan kokuların arasında bebek kokusu olmadıkça pek açıklanabilir değil.
Jean-Baptiste'ın çarmıha gerileceği sahnede, kokunun etkisi ile herkesin soyunması ve sevişmeye başlaması, şuana kadar gördüğümen hoş cinsel, seks içerikli sahne olabilir garip bir biçimde çok estetikti.
Baptiste'ın kendi kokusunun olmasığını fark ettiği sahne, herkesi etkilemesi ve sonunda kaybettiği kokudan kaynaklı bir vicdan azabı ile doğdu çöplüğe gidip kendisini cinsel bir açlıkla, yapay bir sevgi ile ölüme teslim etmesi, bu filmi ortalama bir film olmaktan kurtarıyor.
Müzikleri, çekim açıları, oyunculukları dahi ortalama hatta bazıları ortalama altı, bu filmi güzel bir film yapan 2 şey var estetik oluşu ve kurgusu.
7/10 demek istemediğim ama 8/10'luk ta olmayan bi film