SÜPER OYUNCULUKLAR VE MÜTHİŞ BİR FİLM
“Hayatta iki şeyin kesin olduğunu anlayacaksın! Bir; bunu yapma! İki; 150 bin dolarlık eğitimi aslında halk kütüphanesine üye olarak 1,5 dolara da alabilirdin.” Robin Williams'a “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Oscar’ını kazandıran yapımdır. Senaryosu Ben Affleck ve Mat Damon’un ellerinden çıkmış sinema tarihinin en nadide eserlerinden biridir.Dünyadaki en iyi 100 aktörden biri seçilen Robin Williams' ın derin sıcak ve hüzünlü bakışlarıyla dolu muhteşem bir film. Ana konuyu, mantığı vb. bırakın gitsin izledikten sonra neler hissettiğiniz ruhunuza ışık saçıp saçmadığından daha önemli bir şey olamaz bir film de. Bu yüzden yaptığı tüm filmlerde ruhunuzu bir köşesinden yakalayan usta oyuncuyu görmek daha önce izlediyseniz izlerken kalbinizden huzur içinde yat Robin demek ona bir saygı duruşunda bulunmak için izleyin. Tabi ki Matt Damon da müthiş her zaman ki gibi.Düşündüren diyalogları , sinema tarihine kazandırdığı replikleri ve anlamlı mesajıyla asla unutulmayacak efsane filmlerden biridir. “Bana mutluluğun, aşkın ne olduğunu anlatabilirsin, ama ondan aldığın o duyguyu bana tarif edemezsin. Yaşamadığın için bunu tarif edemezsin.” “Sen birini kaybetmenin ne demek olduğunu bilmiyorsun. Çünkü birini kaybetmen için onu kendinden çok sevmen gerekir.” Kısacası izleyin diyorum kalbinizden geçeni olun olmak istemiyorsanız da yapmayın aşka sahip olmayı deneyin,duygularınızla kazanın.
The Discipline of D.E kısa filmi ile başlayıp ardından bir çok kısa film denemesinden sonra “My Own Private İdaho” filmi ile pek ismi duyulmasa da “Good Will Hunting” filmi, isminin duyulmasına yeterince yardımcı oldu. Gus van Sant’ın yetişkinler kulübüne adım attığı ilk filmi Good Will Hunting her şeyden önce “hayata dair”olan filmlerdendir. Daha sonra “Elephant”, “Last Days”, “Paranoid Park” ve “Milk” gibi filmlerini de inceleyeceğiz şimdilik Good Will Hunting ile davam edelim. Senaryosunu Matt Damon (Will Hunting) ve Ben Affleck’in (Chuckie Sullivan) yazdığı ve Türkçe’ye “Can Dostum” olarak çevrilen Good Will Hunting’in isminde gizli anlamlar yüklüdür. “İyi Niyet Avcılığı” ya da “İyi Will Avlanıyor” olarak çevirebileceğimiz filmin başrol oyuncusunun ismi (Will Hunting) gizlenmiştir. Film, dostluk, hayat mücadelesi, seçim yapmak ve gençlik hayatı gibi bir çok temaları içinde barındırıyor. Seçim yapmak açısından aslında “Fight Club” ile aynı ana fikri taşıyorlar desek yanılmış olmayız. Her iki filmde de özet olarak “Hayatında bir seçim yap” mesajını gizli bir şekilde izleyiciye aktarıyor. Good Will Hunting gerek hikaye gerekse kurgu açısından oldukça iyi çalışılmış ve özenle işlenmiş bir film. Yönetmenin başarılı deneyiminin yanı sıra oyuncuların performansı filmin başyapıt olmasını ve giderek klasikleşmesini sağlamış diyebilirim. “The Town” ve “Argo” filmleri ile adını iyice Akademiye kazıyan Ben Affleck, kardeşi “The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford” filmindeki olağanüstü performansı ile ön plana çıkan Casey Affleck ve bu yıl (2014) kaybettiğimiz Robin Williams’ın performansları oldukça iyi. 9 dalda Oscar’a aday gösterilen Good Will Hunting bunlardan iki tanesini evine götürmeyi başarmıştır. Elliott smith’in “Between the Bars” şarkısı filmin romantizm ayağına iyi oturtulurken, zeki bir çocuğun geçmişi ve hayat mücadelesindeki yeri oldukça başarılı dile getirilmiş. Senaryosunu yine iki gencin yazmasının da vermiş olduğu “gençlik havası” filmde gözleniyor. Daha önce askerlik arkadaşlığının ön plana çıktığı filmleri incelemiştik. Bu filmde mahalle arkadaşlığının o unutulmaz anları ve büyüdüğümüz zaman yüzümüzde hafif bir gülümsemeyle hatırlayacağımız kareler özenle seçilmiş. Filmde romantizmin tadı kaçırılmamış ve bir çok filmde gördüğümüz gibi “ticari romantizm pornosu” ile seyircinin gözü boyanmamış. İki insanın yaşayabileceği duygular en samimi ve gerçekçi hali ile filme aktarılmış. Filmin bir çok yerinde Will’in geçmişteki hayatını öğrendikçe hem şaşırıyor hem de onu daha iyi anlıyoruz. Sevgilisi Skylar (Minnie Driver) ile tartıştıkları sahnedeki diyaloglar muhteşem olmakla beraber aynı zamanda zeki birisinin terkedilme korkusunu ve hayatına yeni bir şeyi katmadaki ikilemini görüyoruz. Profesörlerin iki yılda çözdüğü problemleri bir kaç dakikada çözebilen, kitapları hızlı bir şekilde okuyup analiz eden, hukuk ve tarih bilgisi oldukça yüksek birisinin kendi hayatı ile ilgili alması gereken bir kararda ne kadar zorlandığını görüyoruz. Terk edilme korkusu, incinme ve başkalarını üzme endişesi söz konusu olunca çözülen en zor teoremlerin hiçbir anlamı kalmıyor. 90’ların kesinlikle en iyi filmleri arasında olan ve 30 yıl sonra “klasik” olarak adlandıracağımız Good Will Hunting hem gençlere hem de yetişkinlere sırası geldikçe sözünü çekinmeden söyleyen, yer yer tokat gibi vuran ve hayatın acı gerçeklerini gösteren bir film. Hayatın bir çok yerine göndermeler yapan Good Will Hunting, okul sistemini eleştirirken, sürüden gitmeyin, bireysel düşüncelerinizi ön plana çıkartın ve sevdiğiniz mesleği yapın gibi bir çok mesajı seyirciye ulaştırmakta başarılı olmuş. Özellikle Sean Maguire’in (Robin Williams) Will Hunting’e (Matt Damon) “Ne yapmak istiyorsun?” diye sorduğu sekansı, filmin en sarsıcı anlarındandır. Genç yaşlardaki insanlara sorulacak en zor sorulardan bir tanesi budur. Yine filmin en akılda kalan ve etkileyici replikleri Sean ve Will diyaloglarından oluşmaktadır. Belki de sinema tarihin en anlamlı ve okunası repliklerinden bir tanesi budur. Bu filme “başyapıt” diyerek abarttığımı düşünenler aşağıdaki repliği bir kez daha gözden geçirsinler. Sean Maguire huzurlu ve sakin bir şekilde Will’e şunları söylüyor; “Sana sanat soracak olsam bana okuduğun kitapları satmaya kalkacaksın. Michelangelo hakkında çok şey biliyor musun? Çalışmalarını, politik etkilerini, papayla ilişkilerini, cinsel tercihini, bütün çalışmalarını söylersin ama Sistine Kilisesi'nin kokusunu söyleyemezsin. Çünkü oraya gerçekten gidip o güzel tavana bakmadın. Görmedin... Sana kadınları sorsam neleri sevdiğin hakkında bir sürü şey sayarsın. Belki bir iki kere yatmışsındır da ama bir kadının yanında uyanmanın ve mutlu olmanın ne olduğunu söyleyemezsin. Zorlu bir çocuksun. Sana savaşı sorsam Sheakspeare'den bahsedersin, değil mi? "Bir kere daha yaklaşıyoruz dostlar." ama hiç savaş görmedin. En yakın dostunun kafası kucağında son nefesini verirken sana nasıl baktığını görmedin. Sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın ama bir kadının karşısında hiç tamamen savunmasız kalmadın. Sana gözleriyle hükmedecek birini görmedin. Tanrının seni cehennemden kurtarması için indirdiği melek olduğunu düşünmedin. Onun meleği olmak nasıl bir şey bunu da bilmiyorsun.Bir aşkı sonsuza dek paylaşmayı.Her şeye rağmen,kansere rağmen. Bir hastane odasında iki ay boyunca elini tutarak sabahlamak ne demek bilmiyorsun. Doktorun gözlerine baktığında “ziyaret saatleri” kuralının anlamsız olduğunu görmesi ne demek bilmiyorsun. Gerçek kayıp ne bilmiyorsun.Çünkü hiçbir şeyi kendinden daha fazla sevmedin.Birini bu kadar sevmeye bile cesaret edememişsindir. Sana bakınca kendine güvenen bir entelektüel görmüyorum. Ürkek bir velet görüyorum ama sen bir dahisin.Bunu kimse inkar edemez.Kimse senin derinliklerini anlayamaz. Sırf bir resmimi gördün diye hakkımda her şeyi bildiğini sanıyorsun. Hayatımı yorumladın. Yetimsin değil mi? Sırf Oliver Twist'i okudum diye hayatının ilk dönemlerinde neler hissettiğini anlayabilir miyim? Bu seni anlatır mı? Şahsen umurumda bile değilsin. Senden bir şey öğrenemem. Sen kim olduğunu anlatmak istemezsen sırf kitap okudum diye seni anlayamam. Anlatırsan ben varım ama sen istiyor musun? Söyleyebileceklerinden korkuyorsun. Sıra sende şef.”