Durun bir saniye, derin bir nefes almama izin verin... Filmi dün soluksuz izlemiş olmama rağmen hala etkisindeyim de... Christopher Nolan'ın onuncu uzun metrajlı filmi olan Dunkirk, II. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen sıra dışı Dunkirk tahliyesini anlatıyor ve 400.000 askerin düşmanlar yüzünden Dunkirk sahilinde kapana kısılmalarını ve evlerine ulaşmak için verdiği mücadeleye odaklanıyor. Ve Nolan da bu hikayeyi 3 farklı perspektiften anlatıyor; karada bulunan askerler, Dunkirk'e yardım için giden denizciler ve havadan savaşan pilotlar.
Nolan, her yeni filmi ile bambaşka türlere değinip ustaca bir sonuç çıkarmayı başaran nadir yönetmenlerden. Bir düşünsenize, süper kahraman filmlerini Kara Şövalye Üçlemesi ile daha eşsiz bir tona, Inception ve Memento gibi filmler ile tamamen özgün işlere, Yıldızlararası ile bilimkurgu alanında daha önceden hiç yapılmamış şeylere ve hatta Insomnia ile harika bir detektiflik hikayesine kalkıştı ve hepsinin de sonucu başarılı oldu. Fakat Dunkirk, Nolan'ın en zorlu işi. Çünkü Nolan'ın önceki filmlerinin türleri hep yeni fikirlere açıktı ve yapılacak şeylerin limiti neredeyse sınırsızdı. Ama Dunkirk ise bir savaş filmi. Ve onlardan tonlarca var. Saving Private Ryan, Hacksaw Ridge, Apocalypse Now... Siz sayın. Eğer Nolan tamamen özgün bir film yapmaya çalışıyorsa, savaş filmleriyle ilgili anlatılabilecek yeni bir şey ne kaldı ki?
Şu ana kadar çekilmiş bütün savaş filmleri, daha çok bu durumun içinde bulunan bir karaktere odaklanıp seyirciye; "Umarım o karaktere bir şey olmaz" dedirtmeye çalışıyordu. Bunun en yeni ve güçlü örneğini Hacksaw Ridge'de izlemiştik. Dunkirk ise daha önceden hiç yapılmamış bir şeyi yapıyor ve karakterlerinden ziyade savaşın kendisine odaklanmaya çalışıyor. Bazılarınız için bu bir sorun olabilir.
Şahsen, benim de filmle ilgili tek sorunum bu aslında; karakterleri pek fazla umursamamanız. Bazen film olaylara birkaç karakterin bakış açısından yaklaşmaya çalışıyor ve siz de tam olarak onlarla bir bağlantı kuramadığınız için aranızda bir soğukluk oluşuyor. Fakat bu sorun, Dunkirk için aynı zamanda bir artı. Karakterler hakkında pek bir şey bilmemek, filmin ilerleyişini hiç etkilemiyor bile. Çünkü eğer filmde karakterler hakkında illaki bir şeyler bilmek isteseydik, büyük ihtimalle ortaya böyle saçma bir diyalog çıkardı:
"-Merhaba! Benim adım John, senin adın ne?
-Benim de Henry. Nasıl gidiyor?
-Ne yapalım işte, her yerde bombalar patlıyor. Ben de muhabbet açmak istedim.
-Aynen ya, memleketin neresi?
-Ailecek İngiltere'de oturuyoruz. 2 çocuğum var ama bölgedeki bütün düşmanlar her evi yıktığı için evsizler. Eşim de hemşire olarak çalışıyor.
-Çok üzüldüm, umarım bir çaresini bulursun. Ben de bu sırada bize saldırmaya çalışan uçaklara ateş edeceğim."
Karakterler ile ilgili sıkıntınızı anlayabiliyorum (dediğim gibi, benim filmle ilgili tek ufak sorunum bundan kaynaklanıyor). Ama Nolan'ın görüşünü de çok iyi anlıyorum. Dunkirk, bildiğiniz savaş filmleri gibi ilerlemiyor. Filmin başında bir karakter ile tanışıp onun yolculuğuna dahil olmuyorsunuz. Hatta tam tersi, bir karakterden ziyade siz kendiniz bu durumun içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. Çünkü filmin ne bir girişi ne de belli bir finali var, savaş ile başlayıp savaş ile bitiyor film. Ve Dunkirk başlar başlamaz, olayın içine "şıp" giriyorsunuz ve bitene kadar da çıkamıyorsunuz. Bu yüzden Nolan, bu filmde resmen kendisini aşmış.
Dunkirk hakkında en çok sevdiğim şey, ne kadar gerçekçi hissettiriyor oluşu. Daha önceden hiç bu kadar gerçeğe yakın bir savaş filmi izlememiştim. Nolan, bu filmi olayın yaşandığı gerçek mekanda çekmiş ve bu sırada da gerçek gemiler ve uçaklar kullanmış. Ve buradan çıkan sonuç beni gerçekten etkiledi. Üstelik bu konuda filmin süresinin ve yaş sınırının da büyük bir etkisi var.
Dunkirk filmini izlemeden önce çoğu kişinin, filmin 108 dakikalık kısa süresiyle ve aldığı 13+ yaş sınırıyla ilgili bir sorunu vardı. Çünkü genelde epik savaş filmleri ve Nolan'ın filmlerinin süresi hep 2 saatten daha fazla olur. Ve savaş filmlerinin hep kanlı olması gerekir.
Dunkirk, bu klişelere başvurmadan sizi etkilemeyi başaran bir yapım. Önce süreyi ele alalım. Şahsen, Dunkirk için bundan daha uygun bir süre seçilemezdi. Çünkü eğer daha uzun olsaydı bayıcı, daha kısa olsaydı da istenilen duygusal havayı veremezdi. Bu konuda verebileceğim en iyi örnek, Michael Bay'in Pearl Harbor filmi. Bu film tam 181 dakika uzunluğundaydı ve özellikle de ilk yarısı umursamadığınız klişe karakter hakkındaydı. Eğer Pearl Harbor'dan ilk 80 dakika çıkıp film direk savaş sahnesi ile başlasaydı, sonuç çok daha etkileyici olurdu. Dunkirk de aynen bunu yapıyor işte. 108 dakika boyunca soluksuz bir şekilde ilerleyen ve Saving Private Ryan'ın nefes kesici açılış sahnesinin arka arkaya oynatılmış versiyonu gibi hissettiren bir sonuç çıkıyor ortaya.
Ve yaş sınırına gelecek olursak... Savaş filmleri, savaşın korkutucu ortamını hep kanlı cesetlerle ve yoğun şiddet sahneleri ile yaratmaya çalışıyor. Dunkirk ise buna ihtiyaç duymadan savaşın korkutucu havasını yansıtıyor, psikolojik bir şekilde. Filmi izlediğiniz sırada kendinizi bu olayın içindeymişsiniz gibi hissettiğiniz için ana karakterlerin ne olduğunu bilememe duygusunu ve ölümle burun buruna gelme hissini onlarla birlikte yaşıyorsunuz. Üstelik filmde uçakların patlama şeklinden saldırı sahnelerine kadar her şey çok gerçekçi ilerlediği için sonuç gerçekten de korkutucu bir hale geliyor.
Bunun dışında film buna pek odaklanmasa bile performanslar oldukça başarılıydı. Benim için filmde en çok ön plana çıkan kişi, Mark Rylance'dı. Ayrıca Cillian Murphy, Kenneth Branagh, Tom Hardy'nin göz bebekleri (adama sürekli maske giyen roller denk gelmesi gerçekten de ilginç) ve şaşırtıcı derecede Harry Styles, gerçekten de güçlü performanslar sergilemişler.
Ama Hans Zimmer'dan da bahsetmemek olmaz. Nasıl oluyor bilmiyorum ama ne zaman Zimmer ile Nolan bir araya gelse, ortaya akıl almaz bir iş çıkıyor. Dunkirk de yoğun bir şekilde müzikten güç alan bir film ve Zimmer her zamanki gibi döktürmüş. Filmi izlerken Zimmer'ın müziği kalbinizin daha hızlı atmasına sebep oluyor. Özellikle de son 40 dakikada iyice heyecanlandığımı belirtmeliyim.
Bu arada gerçekten değinmek istediğim önemli bir konu var ve eleştirinin bu kısmında biraz spoilera değineceğim. Hayır, kimin ölüp kimin yaşadığından veya yaşanan epik bir sahneden bahsetmeyeceğim. Bahsedeceğim şey, filmi izlerken Nolan'ın zaman dilimine eklemiş olduğu ve çoğunuzun gözünüzden kaçacağı bir şey. Bu ufak detay, Nolan'ın filme koyduğu detayları gösteren şeylerden birisi. Her neyse, gelecek paragraf Dunkirk için ufak spoiler içeriyor.
Filmin özetinde Dunkirk'ün 3 farklı perspektiften hikayesini anlattığını söylemiştim: Karadaki askerler, yardıma koşan denizdeki denizciler ve havadaki pilotlar. Bu konuda en çok ilgimi çeken şey, filmin başında sırasıyla 1 hafta, 1 gün ve 1 saat olarak zamanları sıralaması. Fakat bu film, düzgün bir zaman sıralamasında ilerlemiyor. Karada olan olaylar 1 hafta içerisinde gerçekleşirken denizde yaşananlar, karadan 1 gün ve uçakta yaşananlar ise bundan da 1 saat sonra gerçekleşiyor. Size 2 örnek vereyim:
Cillian Murphy'nin karakteri Mark Rylance'ın teknesine bindikten sonra; "Dunkirk'e geri dönmem, oraya gidersek ölürüz" diyor ve film birden bire gündüzden gece vaktine geçiyor. Askerlerin sığındığı geminin batışından sonra ana karakterin bir tekneye binmeye çalışmasını ama birisinin onu engellediğini görüyoruz. Ve o kişi de, Cillian Murphy'nin ta kendisi. Bu arada 1 gün mü yoksa 1 hafta mı zaman farkı var tam çözemedim ama Nolan, kesinlikle filmin aralarına böyle ufak şeyler serpiştirmiş, bundan %100 eminim.
Ayrıca bir diğer sahnede de Tom Hardy'nin karakteri, uçtuğu sırada birkaç askerin batan bir gemiden yüzerek ayrıldığını görüyor. Ve o gemi de, karadaki askerlerin bulduğu ve yabancıların üzerinde atış pratiği yaparak batırdığı geminin aynısı. Gerçekten de başarılı bir detay. Dunkirk'ün sıradışı bir savaş filmi olması yetmiyormuş gibi bir de böyle detaylar da var filmin içinde. Bu da Nolan'ın koyduğu emeği daha çok takdir etmemi sağladı.
Kısacası Dunkirk, bildiğiniz savaş filmlerinden birisi değil. Karakterlerden ziyade bu yaşanan olayın kendisine odaklanarak sizi de olayın içindeymiş gibi hissettiriyor ve askerlerin yaşadığı psikolojik etkiyi size de yansıtıyor. Dunkirk, olabilecek en gerçekçi savaş ortamını yaratmayı başarmış. Ve sevseniz de, sevmeseniz de, sinemada yaşayacağınız nadir ve eşsiz deneyimlerden birisi. Mükemmel müzikleri, oyunculukları, prodüksiyon dizaynı ve son derecede heyecanlı sahneleri ile görülebilecek en büyük ekranda görülmeyi hak ediyor. Nolan'ın en iyi filmi değil belki ama kesinlikle onun en takdir edilesi işi. Bu yılın en iyi filmlerinden birisi. İyi seyirler.
Not: Eğer merak ediyorsanız, Nolan filmleri için sıralamam şöyle (ama bütün filmlerine yeniden göz atmaya başladığım için listenin zaman içinde değişme ihtimali çok yüksek):
1- Interstellar / Yıldızlararası
2- The Dark Knight / Kara Şövalye
3- Inception / Başlangıç
4- The Prestige / Prestij
5- The Dark Knight Rises / Kara Şövalye Yükseliyor
6- Dunkirk
7- Batman Begins / Batman Başlıyor
8- Memento / Akıl Defteri
9- Insomnia / Uykusuz
10- Following / Takip
FİLMİN İYİ YANLARI:
+ Nolan'ın kusursuz yönetmenliği.
+ Olabilecek en gerçekçi savaş ortamının yansıtılmış olması.
+ Bir anlığına bile düşmeyen tempo.
+ Hans Zimmer, sinematografi ve oyunculuklar.
+ Hikayesinin altında yatan, fark edilmeyecek detaylar.
FİLMİN KÖTÜ YANLARI:
- Karakterleri pek fazla umursamamanız.
TOPLAM PUAN: 9.2/10