Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg‘in kamera arkasına geçtiği filmin başrolünde, yeri geldiğinde komedi, yeri geldiğinde dram, yeri geldiğinde aşk, yeri geldiğinde de savaş filminde yer alıp, sadece yer almayla kalmayıp döktürmeyi bilen Mads Mikkelsen ön plana çıkıyor.Masumane gibi duran bir yalandan sonra başına gelmedik kalmayan Lucas’ı anlatan film, aslında insan evladının ne kadar insan evladı olduğunu gözler önüne seriyor. Medeniyet, uygarlık dedin mi şaha kalkan, yaşam biçimi, gelirler dedin mi en önde koşan ülkelerden biri olan bu kuzey avrupa yerleşkesinde bile önyargının dünyanın her tarafındakinden zerre farksız olduğunu suratımıza suratımıza çarpıyor.Böylesine sağlam bir aktörü arkasına alan filmin kadraja takılan diğer elemanları da tebrik edilesi. Klara diye bir kız var mesela. Annika Wedderkopp‘un canlandırdığı ve filmin bu kadar etkileyici olmasında oyunculuğu ile büyük katkı sağlayan bu ufacık kız bile görülmeye değer. O yaşta o rol kesmeler inanılacak gibi değil. Keza filmin gidişatına göre kılık değiştiren ahali de yine sırıtmıyor, toplu performansa güzel bir artı ekliyorlar.The Hunt çok hassas bir konuya sahip. Dokunsanız ağlayacak, dokunsanız patlayacak bir konu. Çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması çok zor bir konu. Bir yandan “çocuklar yalan söylemez” kalıbını eleştirirken diğer taraftan önyargı dediğimiz önüne geçilmeyen budala olguyu bir kez daha kurcalıyor. Kabul edelim, öyle ahım şahım özgün bir hikaye, şimdiye kadar duymadığımız bir olayla karşı karşıya değiliz. Ancak bana kalırsa yönetmen seyirciye işleme konusunda çok başarılı olup sağlam performanslar ve çekimlerle uzun süreler unutulmayacak bir işin altına imzasını atmış. Bazı sahnelerde deliriyor, Lucas’ın yerinde olsam ben ne yapardım diye düşünmeden edemiyorsunuz. Sancılar giriyor midenize. Oturduğunuz yerde çakılıp kalıyorsunuz.Cannes’dan 3 ödülle dönmesini bilen bu 115 dakikalık eseri izlemek için tereddüt etmeyin benden söylemesi..10 / 9.0