Hesabım
    Acı Aşk
    Ortalama puan
    2,4
    249 Puanlama
    Acı Aşk hakkında görüşlerin ?

    61 Kullanıcı yorumları

    5
    7 Eleştiri
    4
    7 Eleştiri
    3
    9 Eleştiri
    2
    21 Eleştiri
    1
    13 Eleştiri
    0
    4 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    DYG
    DYG

    5 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    23 Ekim 2024 tarihinde eklendi
    "Kalimera Nazike. (Bu kadarını biliyorsundur, değil mi? (: )

    Kızma hemen. Ya da kız, annen kızınca saçlarının daha kıvırcık olduğunu iddia etmişti, deneyelim bunu.

    Yanından kalkıp gitmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Zira göğsümdeki Âşık kanatlarını sana dolamış. Ayrılmak istemedi bir türlü, zor kandırdım kitapsızı.

    Lütfen uyanmak için acele etme, bugün kanatları uçmayı unutmuş Narin için yorucu bir gün olabilir. İskeçe Hanedanlığının semalarında uçuracağım onu. Ama önce halletmem gereken birkaç iş var.

    Kahvaltın hazır. Çay arama, boza iç. Süt komşudan. Bir Nazlı olmasa bile İskeçe ineklerinin memelerine güvenim tam.

    Öğleden önce gelmeye çalışacağım.

    Âşıkgillerden Ozan."

    Güzel bir gün nasıl başlar? Yüz kişilik bir örneklem grubuna bu soruyu sorsalar kim ne cevap verir acaba? Bana sorsalar, dün nasıl cevap verirdim bilmiyorum. Ama bugün hiç tereddüt etmeden cevap verebilirim. Gelin yastığına bırakılmış bir doktor reçetesi... Dünyanın en tesirli ilacı. Derman olmadığı dert yok. Kabuklu kabuklu yaralar, vadesi geçmiş pişmanlıkların izleri, keder yatakları, gözyaşından türemiş tuz gölleri, mavi boyanın bile örtemediği utanç duvarı seneler...

    Hepsine yarayan bir doktor reçetesiyle gözümü güne açtığımda güneş çoktan yükselmişti. Saate baktım, 08.46. Karnımda kesif bir ağrı; regl sancısı.

    Ozan yanımda olsa daha mutlu olurdum. Ya da emin değilim, hangi defterden özenle kopardığını bilmediğim o kareli sayfa beni öyle çok mutlu etti ki, belki kısıtlı bir zaman için Ozan'ın yokluğunu unutabilirim. Birkaç saat kadar, daha fazlası değil. Belki karımdaki ağrı da beni terk eder diye umarak yumdum gözlerimi. Bir daha açtığımda saat 09.32'ydi. Baktım yastığım da reçetem de yanı başımda. Geçmek bir yana karnıma saplanmış ağrıma karşın bir daha keyiflendim. Havaya kaldırdım bacaklarımı. Narin'e baktım. "Hazır mısın kız zilli?" dedim ona. "Uçacakmışız bugün." Ayak parmaklarım heyecanla kıpırdandı. Ne de çirkin ayak parmaklarım var, dil çıkardım onlara ve sonra yatakta dönendim durdum. Kalimera deyişini kanlı canlı duydum sanki. Ama benim kur atlamış Yunancamla dalga geçmesi... Eh deplasmandayım, ne yapayım, sürsün sefasını.

    Hele bir Ozan'la Artvin'e gidelim... Ben de Nazike'ysem onu itin götüne sokuyor muyum, sokmuyor muyum?

    Artvin'de Ozan, Şavşat'ta ikimiz... Yutkundum. Korku girdabına kapılmamak için bir sıçrayışta yataktan çıktım. Eve sessizlik hakimdi. Yüzümü yıkayıp aşağı inerken mutfaktan gelen sesleri duydum.

    Aslında duyduklarım mutfağa adım atan herkesin çıkarabileceği seslerdi. Ama bana kalırsa o seslerin adını "içeride bir anne var" koyardım. Nitekim yanılmamıştım. Ozan'ın büyük annesi, babaannesi, yayası işte... Seslenmek benim için biraz zor, neden bilmem. Henüz o yakınlığa erişememekle utanmak arasında bir yerdeyim. Her neyse, Ozan'ın babaannesi kolunun altına sıkıştırdığı emaye kapta bir şey çırpıp duruyordu. Müzik de vardı ama sesi pek alçaktı. Eski tip çırpıcının sesi müziği anlaşılmaz kılıyordu. Yaya beni fark etmemişti ve ben onun ayakta dans eder adımlarla dolana dolana şarkı söyleyişini izlerken gülümsüyordum. Evet, eminim, gülümsüyordum.

    Sonra fark edildim. "To moro mou!" sesini "Kalimera!" takip etti. Reçetemde yazdığı gibi. "Kalimera! Kalimera! Kalimera!"

    Tek bir kelime. Hatta onların deyimiyle tek bir kelimecik. Şarkı mısın, şiir misin? Nasıl içinde bu kadar enerji, bu kadar ışık ve bu kadar mutluluk taşıyabilirsin ki? Evet, yanlış duymadınız bu soruyu o kelimeciğe soruyorum.

    *

    "Kalimera," dedi Bahar. Sesi çatallıydı, adeta yeni uyandım ben diyordu. Biraz sıkılarak "Çok uyumuşum," diyecekken kadın erken davrandı. "Erken kalkmışsın yavrum. Uyusaydın daha."

    Önce gözlerini kırpa kırpa kinaye mi yapıyor acaba diye düşündü Bahar. Göz kırpışı henüz ayılmayışındandı. Kadın da gözlüklerinin ardındaki küçük gözlerini hızlı hızlı kırpıyordu. Acaba o da mı yeni uyanmıştı? Ama hayır, o dün de böyleydi. Göz kuruluğundan mıydı? Ya da başka bir göz problemi? Belki sadece yaşlılık... Ah yaşlılık...

    "Uyusaydın daha. Ben mi çok ses yaptım?"

    Kinaye yapmıyordu demek. "Aslında çok uyumuşum," diye cevap verdi Bahar. "Daha erken uyanmıştım da, Ozan not bırakmış, evde değil galiba. Ben belki beraber çıkmışsınızdır diye acele etmedim kalkmak için. Evde olduğunuzu bilsem kalkardım."

    "Aman!" dedi kadın a harflerini uzatarak. "Ozan yaz tatillerinde geldiği zaman; öğleden önce kalksın! Görülmüş şey değildi. Ben sen de öğleden önce kalkmazsın sandım."

    Gülerek masaya konmuş tepsiye baktı Bahar. Çiçekli bir tabakta yumurtalı ekmekler vardı. Yanı başında peynir ve domates. Domates ama en pembesinden. Kâsede bal, ağzı kavanoz kapağı ile örtülmüş bardakta süt, dün içtiği boza şişesinden bir tane, o mesafeden tanıyamadığı otlar ve... Su bardağında uzun boylu bir papatya. Güzel, narin, nazik papatya.

    İşittiğini ayırt edince "Ozan mı geç kalkardı?" diyerek döndü kadına. "Ben onun çok uyuduğunu hiç görmedim."

    Dudağını bükerek "Ben de ilk kez bu kadar erken uyandığına şahit oldum," dedi kadın.

    "Kahvaltı sofrası kurmuş. Dedesini de o uyandırdı. Süt sağmaya mı gidiyoruz diye diye kalktı benim adam. Ben de bir şey oldu sandım."

    Gülerek masanın başındaki sandalyeye oturup bir ayağını da altına çekti kız. Bir eli karnında yük taşırmış gibi kendi bedenine dolandı. "Nereye gitti ki?"

    "Dağda bayırda üç beş ihtiyar var. Ozan geldikçe onları yokluyor. Kiminin iğnesi, kiminin ilacı, kiminin de çene çalası var. Yavrum da onların gönlünü eyliyor. Ancak hiç bu kadar erken kalkmazdı. Kargacıklar yemini yemeden çıktılar yola..."

    Bir eliyle başını kaşıdı Bahar. Sonra yumurtalı ekmeklere baktı. "O mu pişirmiş bunları?"

    Kırpıldı yeniden yaşlı kadının gözleri. "Deli çocuk," dedi ardından. "Buz gibi olmuştur onlar. Ben yapıverirdim sıcağı sıcağına ama âşık olunca insanın kafası çalışmıyor işte, n'apacaksın."

    Utandı utanmasına ama sırıtmasına da mâni olamadı Bahar. "Sen yedin mi?" dedi gülmemeye çalışırken. Omuz silkti kadın. Bu ne manaya geliyordu, anlamadı ama uzanıp bir dilim ekmek aldı eline. Evet, soğumuştu ama lezzetinden eksilmemişti hiç. Ozan'ın eli değdiğinden midir nedir, nasıl da lezzetliydi, dilini ağzının içinde gezdire gezdire yedi. Ağzındaki lokmayı bitirmeye yakın "O nedir yaptığın?" diye sordu kadına. Aynı anda kadın da yumurtalı ekmeklerden yesin diye tabağı ortalarına itti.

    Habire çırpıyordu kadın. "Revani," dedikten sonra çırpıcıyı havaya kaldırıp karışımı şöyle bir akıttı. Kıvamını yokluyordu belli ki. "Ozan'ım pek sever," dedi sonra. "Sen kalkana kadar yetiştiririm diyordum ama elim ağırdır benim, sen de erkenden uyanınca, çiğ kaldı öksüzüm."

    Kaç yıldır tanıyordu Ozan'ı? Birlikte ne yemekler yapmış, ne yemekler yemişlerdi. Hele neler neler sipariş etmemişlerdi ki İstanbul'un dört bir yanından. Ozan boğazına düşkün olduğu kadar tatlıyı da severdi. Gece yarısı sipariş ettikleri tatlılar içinde neler neler vardı da bir kere olsun onu revani yerken görmemişti. İşittiği bile yoktu. Sevdiğini bilse yapardı. Ya da belki bundan sonra yapmalıydı. İkinci lokmasını hızlı hızlı çiğneyip "Ozan revani mi seviyor?" dedi. Bir parça da peynir yedikten sonra boza şişesini açtı. "Bana da tarifini verir misin? Dönünce denerim ben de."

    Kadın Bahar'ın karşısındaki sandalyeye kucağında kap kacağı ile beraber oturdu. Pek sevimliydi gülüşü. "İşin doğrusu benim elimden başka tatlı gelmez. Ben hep bunu yaparım, o da yer. Seviyorum diyor bana ama sevmese, sevmiyorum der mi bilmem."

    Masanın ortasında duran peçetelerden birini alıp ellerini sildi Bahar. Dürüst olup; sevmese bile ayıla bayıla yer demek istedi. Çünkü kendisinin eli pek maharetli olmasa bile her ne yaparsa yapsın -zaten pek azdı yaptığı- Ozan afiyetle yiyordu. Ama şu kadının karşısında dürüstlüğün sırası mıydı? Tam aksi, yalan söylemek caiz olmalıydı, yalanın beyazı hatta pembesi söylenmeliydi.

    Bu yüzden Ozan'ın ağzından duymadığı ama tahmini pek kolay bir cümle kurdu. En güzel gülüşüyle kadına bakarken "Sahanda bisküvili pasta yaparmışsın bir de," dedi. "En çok onu sever."

    "Yaparım ya!" diye şakıdı kadın. "Doğum günlerinde yaparım. Nişastayla. Üstüne ceviz de koyarım. Küçüklüğünden beri çok sever. Ondan mı yapsaydım?" Elindeki kaba bakarak konuşuyordu şimdi. "Buncağzım kalmasın. Bunu yaparım, öğleden sonra da onu yaparım. Kalabalığız zaten, bir daha ne zaman toplaşacağız ki. Hepsini birden yiyiveririz."

    Dudaklarını yalaya yalaya "Olur," dedi Bahar. "Ben de öğreneyim. Sonra Ozan İstanbul'da senin adını sayıklarken yapmaya çalışırım. Seninki gibi olmaz ama nefsi körelir."

    "Yooook!" dedi bu kez kadın. "Yaparsın, çok kolay. Çocuklar bile yapar. Şimdi Ozan burada olsa güler bana. Hep kolayına kaçıyorsun der. Elim hızlı değildir, iş tutmayı da sevmem. Üşeniyorum biraz da. Ondan benim yaptıklarımı herkes yapar. Çocuklar bile."

    "Ben de üşenirim," dedi Bahar. "Daha doğrusu üşenmesem bile maharetli değildir ellerim." Gülerek annesini andı, öyle devam etti konuşmaya. "Annem der ki Allah herkese kararına göre kısmet verirmiş. Eli iş tutana tutmayan denk düşermiş. Becerikliye beceriksiz, dilbaza sessiz sakin..."

    Kayan gözlüklerini iterek "Doğru demiş anneciğin," diye araya girdi kadın. "Ben de hep derim ki, işi bileceksin ama iş başa düşene dek ellemeyeceksin. Gelince Ozan'ın dedesi bahçede köfte pişirecek. O zaman anlayacaksın ne demek istediğimi. Şayet köfteyi ben yapsaydım, bu adam hiçbir vakit böyle lezzetli köfte pişirmeyecekti."

    Güle güle bardaktaki sütten bir yudum aldı Bahar. "Oh," çekti sessizce. Pastörize değildi, mis gibi inek kokuluydu, tazeydi. Oh! Nazlı'nın yaşadığı vakitleri anarak geri kalan sütü bir dikişte bitirmek istedi. Lıkır lıkır süt içerken bir eli hep karnında duruyordu. Belki bundan sebep "Karnıcığın mı ağrıyor?" diyen kadına baktı, gözlerini kaçırıp dudaklarını yalayarak "Aybaşı," dedi.

    "Oh moro mou! Genç kızken memelerimin ağrısından ağlar dururdum. İhtiyarlığın en güzel tarafıdır bu ağrılara veda etmek. Papatya kaynatıvereyim mi sana?"

    Önce tebessüm etti sonra "Gerek yok," dedi Bahar. Ama kadının devrik cümlelerinde yatan neşe elle tutulur cinstendi.

    "Papatyalar tazecik." Elindeki çırpıcıyla bir yer işaret eder gibi oldu. "Şoseden. Gitmeden Ozan'la da toplarsınız belki. Ben size kurutuveririm. Kışın kaynatıp içmesi zahmetsiz. Ozan'ın rahmetli anneciğine de kaynatırdım, pek severdi uyumadan içmeyi. Geldik sıra toplarlardı."

    Ozan'ın annesi sohbete dahil olunca yerdeki ayağını da altına çekip dertop oluverdi Bahar. Kadın susmasın istedi, ağzının içine baktı da dinledi.

    "İnsan sevdiğine bir şey yedirip içirince sevinir. Ozan'ıma revani yapmak da hoşuma gidiyor. Ona hiç üşenmem. Dünya üzerindeki herkes bir yana, Ozan'cığım bir yana."

    Ozan'a sevgisini göstermek ister gibi son kez var gücüyle kaptaki sıvıyı çırptı kadın. Ocakta kaynayan tencereden -şerbet olsa gerekti- şekerli bir koku yükseliyor, ince bir duman mutfağı sarıyordu. Bahar onu izlerken yumurtalı ekmeğinden bir lokma daha aldı. Kadına aynı cümleyle cevap verecekti. Çünkü Ozan'ın da ona nasıl düşkün olduğunu biliyordu. Dünya bir yana, yayası bir yana! Yağlanan ellerini peçeteye silerken çırpma sesi kesildi.

    Daha kadına cevap veremeden yaya "Pek güzel, pek narin parmacıkların var. Adın gibi, nazicik," dedi.

    Yine cikler, cıklar. Güldü kızın yüzü. Yumurtalı ekmeğin kalan yarısını tabağa bırakıp boza şişesini aldı eline, sevdiğinden değil de verdiği sözden ötürü içti. Mis kokulu sütün yanında pek ekşi, pek yavandı tadı ama buna rağmen lıkır lıkırdı içişi, ağzını sildi. Kadının parmaklarına ettiği iltifata karşılık verecekti. Verecekti de kadın onu beklemedi.

    "Ojecik sürmez misin hiç?" Bir yandan çırptığı karışımı yuvarlak bir fırın kabına boşalttı, fırına yanaştı. Bahar oturduğu yerden cevap verdi.

    "Sürüyorum aslında ara sıra. Ama buraya pek planlı programlı gelmedik. Ozan son gün yola çıkalım dedi. Hatta bana buraya geleceğimizi bile demedi. Yolda anladım. Öyle olunca pek hazırlayamadım kendimi."

    "Ben pek severim boyanmayı. Ozan'la dedesi dalga geçerler benle ama gönlüm hiç yaş tutmadı. Hep gençmiş gibi boyanırım. Gençliğimde şimdiki gibi güzel boyalar da yoktu. Görünce içim gidiveriyor. Hele renkli tırnak gördüm mü gönlüm şenlenir. Bak parmaklarım oklava gibi ama gene de tırnaklarımı boyarım."

    Tam burada kadına iltifat etmek istedi Bahar. Kısa bir an ne diyeceğini düşündü, tam ağzını açacakken kadın devam etti.

    "Eskiden tırnak boyamayı bilmezdim. Elime oje değmiş değildi. Ozan'ın rahmetli anneciğinin parmakları da seninkiler gibiydi. Uzun uzun, incecik. Tırnaklarını da hep boyatırdı. İlk kez o boyayıvermişti tırnaklarımı. O gün bugündür haftada bir boyarım."

    "Ya..." deyiverdi Bahar. İki elini de masaya koydu. Ömründe kendi ellerini ilk kez görüyormuş gibi uzun uzun baktı parmaklarına. Başka zaman olsa parmaklarına güzel bile demezdi ama benzetildiği kişi içinde bir yere dokunmuştu. Bundandı ellerinin ince ince titreyişi. Fotoğraflarından biliyordu o güzel kadını. Ama ilk kez Ozan dışında birinin ağzından duyuyordu; papatya çayı sever, uyumadan önce içerdi demek. Demek papatya toplardı, süslenirdi, oje sürerdi demek! Ne duyduysa hoşuna gitti, daha çoğunu istedi, fırsat bildi.

    "Nasıldı annesi, anlatır mısın yaya?" Kadına yaya diye seslendiğinin farkında değildi. "Ozan annesini çok özlüyor. Hem de nasıl özlüyor bilsen... Anlat desem anlatır ama üzülmesin diye rahat rahat anlat diyemiyorum."

    Tepsiyi fırına yerleştirip küçük havluyla elini kurulayarak masaya yanaştı kadın. Bahar'ın karşısına oturdu. "Gittiği yerler çiçek bahçesi olsun. Dünyalar güzeliydi annesi. Bizim buraların alışık olduğu gibi değildi. Esmer ama nasıl esmer. Zeytin gibi gözleri, hurma gibi dilleri vardı. Rafet onun elinden tutup buraya getirdiği vakit, komşular böyle camlara dizilmişti. Görülmüş güzellik değildi. Bir de nasıl hanımefendi...

    Hiç benim adam gibi koca ağızlı değil, benim gibi götürü konuşan biri de değil. Az ama öz konuşurdu. Bizim gibi ağzı açık gülmez, bağıra çağıra konuşmazdı. Bir girdiydi eve, biz tutulup kaldıydık. Hatta ben mutfağın şuracığında benim adamın kolundan tutup bizim işimiz iş dedimdi. Bu kız iki cihan bir araya gelse bizi sevmez, oğulcuğumuz elden gidiverir..."

    O günü anımsar gibi mutfağın bir köşesine baktı kadın. Güldü, güldü, güldü. Sonra Bahar'a çevirdi gözlerini.

    "Ağırkanlıydı ama hiç kibirli olmadı. Karun gibi zengin bir ailenin biricik kızı imiş. Eli soğuk su bile görmeden büyümüş; tahsilli, akıllı, her parmağında bir marifet. Piyanoysa piyano. Gitarsa gitar. Sonra ne o... Ben çalıyor diyordum, Rafet üflüyor diyordu. Ney mi, ney tabii. Ney çalıyordu. Bir otururdu sandalyesine, sırtı böyle direk gibi dümdüz... Bir zarifti, bir zarif; nasıl tuttu da bizim delişmen, ele avuca sığmaz oğlanı sevdi, hiç anlamadık."

    Dinlerken Bahar'ın gözleri büyüdü, farkında bile olmadan kambur duran sırtını dikleştirdi. Sanki onları gözlüyordu kadın... Yaya ise duvarlara baka baka diliyle dudaklarını yaladı. "Anneciğin doğru söylemiş. Kararına göre verir Allah. Bizim oğlan ne kadar delişmense, Ozan'ın anneciği de o kadar durgun su idi. Çocukla çocuk, büyükle büyüktü. Yufkacıktı yüreği, çok merhametliydi, çok! Rafet'e kalsa senede bir anca gelirdi buralara. Evlendikleri vakit biz herifle tamam dedik. Rafet'in ayağı hepten kesilir bizden. Haksız çıkardı bizi. Ayda bir muhakkak çıkıp geliverirlerdi. Öyle ateş alır gibi de değil, uzun uzun kalırlardı. Kendi evladımı, evlendikten sonra daha iyi tanıdım, bilir misin?

    Rafet'im pek gençken evde durmazdı ki! Hep kırlarda, hep gezmekte tozmakta. Sonra gezmekler iş oldu, gece yarılarına kadar eve ayak basmazdı. Ha bizi her vakit sevip saydı. Hiç ezmedi, hiç çiğnemedi. Lakin onla oturup uzun uzun sohbet edişlerimiz hep evlendikten sonrasına denk düştü. Yumuşadı oğlumun yüreği, onunla güzelleşti. Duvarlara sığmayan adam, ev damından dışarı çıkmaz oldu."

    Konuşurken ellerini sildiği küçük havluyu kucağına serdi kadın. Sonra elleriyle onu seve seve mutfak tezgahına bakarak konuşmayı sürdürdü.

    "Evlilikleri apansız oldu. Gelecek yaza evleniriz diyordu Rafet. Sonra bir gün biz evlendik diye çıkageldiler. Rafet'i sıkıştırdık biraz; duyduk ki güzel kızımın ailesi Rafet'e sıcak bakmamış." Gözlerini büyüte büyüte baktı burada Bahar'a.

    "Dimyatlı imiş şeceresi. Orası da Mısırın bir vilayeti. Araplık vardı kanında. Allah biliyor ya esmerliği hep pek hoşuma gitmiştir. Biz hiç demedik ki bu kız ecnebidir. Ama onlar Rafet'e demiş. Ben o zaman ecnebinin ne demek olduğunu bile bilmezdim. Her neyse babası razı gelmeyince ayrılmak en iyisi olacak demiş kızcağızım. Benim deli oğlan da o zaman yazı beklemeyelim hemen evlenelim demiş. Öylece evlenmişler. Kimseye bir şey demeden. Balayına çıkarken buradan geçtiler de haber verdiler bize."

    "Ya...Kabul etmediler mi Rafet amcayı? Görüşmedi mi bir daha ailesiyle? Olmadı mı düğünleri?"

    "Ettiler, hiç etmezler mi? Babasının bir kızıydı zaten. Hep erkekti öteki kardeşleri. Ozan'a gebe kaldığı vakit çaldıydı babasının kapısını. Düğünleri de oldu. Hem İstanbul'da sosyete düğünü yaptılar hem de burada eşle dostla göbek attılar. Ozan bile vardı düğünlerinde. Anasının karnında tepişiyordu."

    Kadının şen kahkahası mutfağı doldurdu. Bahar bile farkında olmadan ayak uydurdu ona. Sonra duruldu kadın.

    "Evlendik diye buraya geldikleri zaman onu nasıl ağırlayacağımı bilememiştim. Önünde ardında gezinirdim hep gönlü hoş olsun diye. O ise daha ikinci günden şaşırtıverdi beni. Horozlarla bir kalkmış, mutfağa girmiş, sessiz sessiz kendi halinde kurmuş kahvaltı sofrasını. Bak şunu görür müsün?"

    Kadının gösterdiği yere baktı Bahar. En eskisinden antenli bir radyo pencere pervazına dayanmıştı. Anteni camdan dışarı uzanıyordu. "Ben de severdim şarkı türkü dinlemeyi ama Ozan'ımın anneciği şarkısız hiç duramazdı. Kimi yabancı şarkılar kimi musiki kimi türküler.... Gümülcine fm çekiyor buradan. Arada Türkçe arada Yunanca çalar. Radyoyu salondan almış, antenini böyle uzatmış, sonra kendi kendiciğine kahvaltı sofrası kurmuş. Pek severdi aile yemeklerini. Pek özenirdi. Birimiz eksik olsak kabul etmez, bekletirdi sofrayı."

    Sanki biri anlat desin diye beklermiş gibi Bahar'ın sormasıyla ağzındaki bütün incileri dökmeye başladı kadın. Bahar soluğunu bile sessizce aldı ki; yaya susmasın, araya bir nefes bile girmesin. "Ben ondan sonra yemek pişirirken radyo dinlemeye başladım. Hep ondan alışkanlık."

    Ozan da alışıktı. Kimden gelirdi acaba alışkanlığı? Annesinden mi yayasından mı? Sormak için bile araya giremedi Bahar.

    "Bizim hiç öyle İstanbul'a gitme merakımız olmadı. Rafet okulu bitirince burada bir restoranda işe başlamıştı. Sevdi onu patronları, işi burada öğrendi. Sonra çıktı karşımıza ben büyük denizde yüzeceğim dedi. İş kuracağım dedi. Cesurdu, korkusuzdu; cebinde parası vardı, iş kurdu, işleri büyüdü, çok para kazandı, biri bin yaptı, biz hiç yanına gitmedik. Özlediğimiz vakit arardık, o gelirdi, o kadar. Ama sırf Ozan'ımın anasının merakıyla İstanbul'a ayak bastık. Gel derdi bana. Beraber gezeriz, kalabalıklara sokmam seni, o merak ettiğin gazinolara gideriz. Götürdüydü de. Bir kere Maksim Gazinosunda en önden Zeki Müren'i dinlemiştik. Ah ömrümün en kıymetli gecelerinden biriydi o. Doksan bir senesiydi. Ozan daha anasının karnındaydı. Ne gezmiştik, ne süslenmiştik beraberce. Kendi terzisinde bana ipekli iki takım diktirmişti. Dimyat ipeğiydi biri. Yakalarına İskenderiye'den gelme danteller taktırmıştı. İçine giremesem bile bana aldığı hiçbir elbisemi atmadım, kimseye de elletmedim. Çeyizim gibi saklar dururum sandıkta. Onu özledikçe çıkarır bakarım onlara."

    Masada duran su bardağına uzanıp sürahiden bir bardak su doldurdu kendisine. "Dillerim kurudu konuşmaktan," dedi mütebessim yüzüyle. "Sıkılırsan söyle, susmasını bileyim."

    Bahar, kadın susacak diye korktu. "Dinliyorum," dedi telaşla. "Akşamlara kadar anlatsan da sıkılmam. Başka kimden duyacağım bunları?"

    Bir yudum daha su içip burnundan kayan gözlüğünü düzeltti kadın.

    "Anlatmayalı, hakkında konuşmayalı nice olmuş. Küt küt attı yüreğim." Bir yudum su daha...

    "Rafet'le birbirlerine pek düşkünlerdi. Ayrı dolandıkları görülmüş şey değildir. Bazen anası olarak ben girerdim aralarına. Rafet'e çıkışır, hele bize nefes ver, az çene çalalım kadın kadına derdim. Anca bir bilemedin iki saat düşerdi yakamızdan. Rahmetlinin anası genç yaşında ince hastalıktan vefat etmiş. Analıkla büyümüş. Üç erkek kardeşi olmuş o kadından, evin inci çiçeği gibi yetişmiş.

    Bu evlerden ırak hastalık, daha genç kızken çalmış kapısını. Üstüne titremeleri biraz da bundan sebep. İyileşmiş sözde... Kara günler kapımızı çaldığı zaman bir keresinde bana Rafet aklımı çelmese benim kimseyle evleneceğim yoktu dedi. Uzun yaşamayacağımı biliyorum ben ama Rafet'e karşı koyamadım; hayır diyemedim, bak şimdi benim yüzümden dinmiyor gözünün yaşı; daha da tutulacak matemi var dedi. Sabaha kadar ağlaştıydık. Sonra Rafet bir güzel azarlamıştı beni. Moralini yüksek tutmak gerek niye ağlatıyorsun demişti. Bir sızlamıştı vicdanım, bir sızlamıştı... Günler, geceler boyu uyku girmemişti gözüme. Ozan daha ufacıktı. Okula başlaması yakındı. Sonra iyileşti gül kokulu kızım. Kaç kurban kestik o kış, kaç aç doyurduk... Benim adam İskeçe vilayetinde karnı aç, sırtı soğuk bir kimsecik bırakmadı."

    Bir yudum su daha geçti kadının boğazından. Bahar'ın gözünden bir damla yıldız kaydı.

    Sonra gülmeye gayret ederek "Çok gezerlerdi," dedi kadın. Elini havada savurdu. "Hele iyileştikten sonra dünya kazan onlar kepçe. Kimi zaman Ozan da yanlarında olurdu. Kimi zaman yola çıkmadan bizim yanımıza getirirlerdi. O zaman dünyalar benim olurdu. Yazları hep buradaydı da, yetmezdi, hiç içim kanmazdı. Kışın bir yerlere giderlerse, Ozan bize gelecek diye nasıl sevinirdim, nasıl. Ara sıra telefonda hadi siz bir yerlere gezmeye gitsenize derdim. Sırf Ozan gelsin diye. Gezmeye gitmeseler bile Ozan'ı bana getirirdi. Rafet'in işi olsa bile arabaya atlar gelirlerdi Ozan'la. Komşularım bile oğlundan çok gelinini seven bir sen varsın derdi. Öyle ya kızım olsa bu kadar sever miydim bilmem. Ölüm Allah'tan geliyor ama hep kızdım Allah'a." Başını tavana kaldırıp sitem edercesine sordu. "Benden alaydı da onun ömrüne koyaydı. Ne vardı gencecik yavrumu yuvasından koparacak?"

    Bahar'ın gözünden bir yaş daha boşandı. Sessiz kalmak istedi ama nefesi elvermedi. Oysa içli içli konuşan kadın bile metanetini korurken, ona ne oluyordu?

    "Sana bana sormuyor işte Allah. Bir daha hasta oldu dediklerinde dünya başıma yıkıldı sandım. Telefonda duymuştum, sahanlığa çökmüş kalmışım. Rafet'im de çöktü. Benim adam desen yemeden içmeden kesildi. Evimizin üstüne kara kara bulutlar toplandı. Hepimiz olacağı bilirmişiz gibi yıkıldık. O zaman bile öleceğini bile bile bizi ayaktan tutan o oldu. Neşesini bozmadı, yüzünde hep o kendine mahsus gülüşü vardı. Boşuna üzüyorsunuz kendinizi derdi. Ben alıştım artık bununla yaşamaya. Hastalık değil, dostum o benim. Ara ara uğruyor yanıma, sonra ayrılıyoruz. Bakın geçip gidecek, siz üzüldüğünüzle kalacaksınız... Hep böyle dedi. İnandırdı bizi. Çok inandık.
    Selam
    Selam

    1 değerlendirme Takip Et!

    0,5
    15 Eylül 2023 tarihinde eklendi
    İĞRENÇ ÖTESİ BAYAT BİR FİNALDİ REZİLSİNİZ!!!!
    FİLM BOYUNCA O KADAR FARKLI VE GÜZEL FİNAL ALTERNATİFİ VARKEN spoiler: GERÇEKTEN KADININ EZİLDİĞİ VE KÜÇÜK GÖRDÜĞÜ ALTERNATIFI MI SEÇTİNİZ
    ÇOK İĞRENÇ BİR FİLMDİ SİNİRDEN AĞLADIM RESMEN AKLI OLAN İZLEMESİN ZAMANINIZA YAZIK
    Çağla T.
    Çağla T.

    1 değerlendirme Takip Et!

    1,0
    15 Kasım 2017 tarihinde eklendi
    Berbat ötesi bir film erkeğin aldatmasını meşrulaştıran berbat film yazanın Nası bir dünyası vardı çözemedim
    İhsan Dinç
    İhsan Dinç

    1 değerlendirme Takip Et!

    3,5
    25 Ağustos 2013 tarihinde eklendi
    Hüseyin Anlamsız bir filim. Halit Ergenç'e yakışmayan bir rol. Depresyon halinde bir insanın halleri daha mantıklı ve abartısız verilebilirdi. Kadınlar da çok kişiliksiz. Filmin sonu da anlamsız. Bir nevi yerli " Tehlikeli ilişkiler" uyarlaması. " Barcelona Barcelona" diyorlar ama o filmi izlemediğim için bir şey diyemeyeceğim. Filmin iyi yanı süürkleyici olması, sonuna kadar heyecan ile izleniyor oysa böyle bir filim çok sıkıcı olabilirdi.
    Engin Yüksel
    Engin Yüksel

    Takipçi 1.458 değerlendirmeler Takip Et!

    3,0
    10 Ocak 2012 tarihinde eklendi
    farklı bir senaryo ilgi çekmesine rağmen genel olarak hayal kırıklığına uğratan bir film 3/5
    kardiyak
    kardiyak

    4 değerlendirmeler Takip Et!

    2,0
    15 Ocak 2012 tarihinde eklendi
    tam bir zaman kaybı puanlamaya bile değmez!
    Yasemin K
    Yasemin K

    Takipçi 35 değerlendirmeler Takip Et!

    1,0
    18 Şubat 2011 tarihinde eklendi
    10/6 mı? film berbat, tv de izledim geçen zamanıma acıdım halit ergençi çok beğenmeme rağmen adam kurtarmaya çalışmış ama elden bişi gelmez senaryo,çekimler,müzikler,yönetmenlik,oyunculuklar.... 10/0 abartmıyormmm
    tizep
    tizep

    Takipçi 139 değerlendirmeler Takip Et!

    2,0
    17 Şubat 2011 tarihinde eklendi
    Öncelikle senarist Onur Ünlüye birisinin sakat kelimesi yerine engelli denildiğini hatırlatmasında yarar var. Üstüne üstlük Cansu Dere repliği söylerken babasının sağır ve dilsiz olduğunu söyleyerek sakat kelimesini fütursuzca ağzından şakıyor. Biz bacağı kolu olmayana bile engelli derken bunlar sağır dilsize söylüyor. Filme gelince;deneysel kurgularla yola çıkıp sürpriz atraksiyonları sergileyen film ekibi çoğu yerde çuvallıyor. Halit Ergençin oyunculuğu bile filmi kurtaramamış.Gişede başarılı olmaması sürpriz değil. Cansu Dereyi nasıl Türkiye 3.güzeli seçmişler zamanında anlamış değilim. Kelalaka!! Birde filmde Halit Ergençe yakışıklı yaftası ile onore etmeye çalışmışlar ya hayret diyorum başka birşey demiyorum. Tavsiye etmem. 10 üzerinden 4.
    FlowMaster
    FlowMaster

    17 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    1 Şubat 2011 tarihinde eklendi
    ilginç bi film eğlenceli zaman geçirmek için izlenebilir müzikleri de gayet güzel 10/7
    catwoman81
    catwoman81

    3 değerlendirmeler Takip Et!

    0,5
    3 Aralık 2010 tarihinde eklendi
    inanılmaz saçma bir film zamanıma acıdım
    Gamse3333
    Gamse3333

    11 değerlendirmeler Takip Et!

    3,5
    19 Kasım 2010 tarihinde eklendi
    ihanet eden bir adamın ruh halini anlamak isteyenlere...
    scofield-
    scofield-

    Takipçi 17 değerlendirmeler Takip Et!

    1,5
    17 Kasım 2010 tarihinde eklendi
    bence kötü bi filmdi.çok eksiklikleri var.film zaman zaman boşluğa düşüyor.bence olmamış.
    Doğukan K.
    Doğukan K.

    36 değerlendirmeler Takip Et!

    4,5
    16 Kasım 2010 tarihinde eklendi
    güzel film
    Nil-Parlak
    Nil-Parlak

    5 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    25 Temmuz 2010 tarihinde eklendi
    Bilmiyorum neden ama Viky Christina Barcelona filmini animsatti bana. Bence gayet iyiydi. Bilindigin disinda bir calisma olmus.Müzikler bir numara. Istiyorum o parcalari..bilen varsa yardimci olsun ltf.'Don´T Go awayy...' :))
    yuzbasiyulaf
    yuzbasiyulaf

    Takipçi 414 değerlendirmeler Takip Et!

    2,5
    18 Temmuz 2010 tarihinde eklendi
    İlginç bir senaryo olmuş. Ama oyunculuklarda inandırıcılık gücünün zayıf olduğu noktalar vardı. Bu konuyla ilgili bir eksik olmasaydı daha iyi bir film olabilirdi bence. Ama yinede izlemeye değer elbette ki..
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top