Filmin cesur ve doğal olması günümüzde hala iyi anılmasını sağlamış bana göre. 1975 yılında, henüz LGBTİ haklarının gündemde olmadığı, eşcinsel bireylerin yönelim yerine hastalık kelimesiyle tanımlandığı bir çağda bu filmin çekilmesi tam bir cesaret örneği. Amerikan halkının zihnine bir trajedi olan kazınmış olan Vietnam Savaşında çarpışmış bir askerin eşcinselliğini sinemaya aktarmak bariz şekilde risk almaktır. Dönemin hassasiyetleri çerçevesinde -her ne kadar gerçek bir olaydan esinlenilmişse de- bu anlatı beraberinde tepkiyi de getirebilir. Zaten bu durumu Godfather filminden tanıdığımız John Cazale'nin canlandırdığı karakter üzerinden anlatmaktadır. Bu karakter soyguncu olarak anılmaktan çekinmezken haber bültenlerinin 'banka soyan iki eşcinsel' ibaresine çok bozulmuştur. Toplum gözünde ‘öcü’ olan cinsiyet kavramları filmde sık sık görülür. Filmin doğallığı ise gerçek mekânda çekilmesi, diyalogların ve senaryonun büyük ölçüde doğaçlama ile ilerlemesinden kaynaklanır. Bu sayede filmi izlerken olayın gerçekliğinden kopuş bir an olsun yaşanmaz.
Film, başlangıcından kapanış sahnesine kadar Al Pacino'nun muhteşem oyunculuğunun da katkısıyla ana karakteri bize insani ve kısmen haklı gösterebilmiştir. Oysaki anlatılan kişi bir banka soyguncusudur. Fakat bu suçlunun hem siyah hem de beyaz yüzü gayet ortada olduğundan seyirci karakter ile empati kurabilir. Diğer oyuncular da ele aldıkları karakterleri kendi üslupları ile iyi yoğurmuş ve doğal bir şekilde yansıtabilmiştir. Filmde bu sebeple karakter tasarımı bakımından çapak yoktur. Ana karakterin filmin başında soygun niyetiyle girdiği bankada hata üzerine hata yapması filmi gerçekçi kılmıştır. Hollywood filmlerinde sık sık gördüğümüz kusursuz soygun sahneleri yerine eli ayağı birbirine dolaşan, son anda suç işlemekten kaçan karakterler görmek daha güzel bana kalırsa. Filmin devamında da astım hastası güvenlik görevlisi daha fazla acı çekmesin diye polise teslim edilmesi, rehineler için yemek sipariş etmesi, onlarla adeta arkadaş olması da suç temalı bir filmde eşine az rastlanır sahnelerdir. Tabii ki bunlar karakterin ‘iyiliğinin’ altını çizen hususlar olsa da filmin genel akışı içerisinde çok güzel yedirilmiş kısımlardır.
Filmin politik ve sosyo-ekonomik alt metni de birden fazla konuya temas eder. Al Pacino'nun hayat verdiği Sonny karakterinin para saçarak onu izleyenleri galeyana getirmesi dönemin ekonomisine küçük bir ışık tutar. Yoksulluk ile boğuşan halkın sisteme karşı çıkan aykırı kişilere olan bağlılığını da bu sahnede görürüz. Moretti karakterinin Attika Olayı'nın tekrar yaşanmaması için hem emri altındaki polisi hem de Sonny'i sakinleştirmeye çalışması da iyi polisin nasıl olması gerektiğine dair bir portre çizer. Bu durum iki tarafın kesin çizgilerle ayrışmadığını, iyinin ve kötünün bağlama göre öne çıktığını gösterir bana göre. Sylvia (Penelope Allen) ve Mulvaney (Sully Boyar) üzerinden ise suçlu konumuna itilmiş bir insanla iletişim kurmanın nasıl olacağını, ayrıca arkadaşlarını korumanın önemini anlatır. Filmin ilerleyen kısımlarında Sonny ile rehinelerin kırk yıllık arkadaş gibi sohbet edip vakit geçirmesi de suç işlemek zorunda bırakılan kişi ile kurbanların aynı kazanda piştiği, suçun sorumlusunun düzen olduğunu düşündürür. Bu gibi örnekler filmde sık sık görüldüğünden izlenmesi ve üzerine okumalar yapılması gereken bir film olmuştur.