Senaryosunu da Charles Portis'in aynı isimli romanından (1968) ikinci kez sinemaya uyarlayarak yazan Coen biraderlerin yönetmen koltuğunda oturdukları “True Grit”, Steven Spielberg'in de elini taşın altına soktuğu bir western olarak çıkıyor karşımıza...
Anımsayacak olursanız, orijinal romanın kendisine de aykırı olarak final bölümü tamamen farklı kurgulanan 1969 tarihli ilk uyarlama, "Horoz" karakterini canlandıran John Wayne'e, "En İyi Erkek Oyuncu" kategorisinde birer Academy ve Golden Globe ödülü kazandırmıştı...
10 farklı kategoride Academy Ödülü adaylığı bulunan Coen biraderlerin filmi ise, Roger Deakins'e verilen "En İyi Görüntü Yönetmeni" BAFTA Ödülü ile yetinmek zorunda kalmıştı sadece...
Gelin isterseniz biraz daha yakından bakalım; hemen herkesin bildiği gibi kendisi henüz on dört yaşındayken, intikamını almak için babasını öldüren Tom Chaney'in (Josh Brolin) peşine düşen (yaklaşık 15 bin başvuru arasından seçilen ve ilk uzun metrajlı sinema filminde oynayan Hailee Steinfeld'in canlandırdığı) Mattie Ross'un hikayesinin anlatıldığı bu filme...
Zira Chaney'in, Amerikan yerlilerinin bölgesine kaçmış olması nedeniyle Şerif (Leon Russom), "O bölge, az sayıdaki federal şeriflerin yetki alanım içinde" diyerek konu ile ilgilenemeyeceğini söylemektedir...
Yani iş başa düşmüştür...
Bunun üzerine Mattie Şerife, en iyi federal şeriflerin kimler olduğunu sorar ve onlardan, bir gözü görmeyen alkolik ihtiyar "Horoz" Reuben Cogburn'un (Jeff Bridges) kapısına dayanır...
Ama tuvalet de hacet gidermekte olduğundan kendisiyle yüz yüze konuşma fırsatı bulamaz...
Geceyi babasının naaşının da bulunduğu cenaze evinde geçiren Mattie, ertesi sabah babasına at ve midilli satan Albay Stonehill'in (Dakin Matthews) ofisine, hayvanları iade ederek paraları geri almak için gider ve girdiği sıkı bir pazarlık sonrasında 20'si peşin toplam 320 doları koparmayı başarır...
Eğer ikna edebilirse bunun 50 dolarını ödül olarak Cogburn'e verecektir...
Ancak ilk denemesinde başarısız olur ve geceyi geçirmek üzere bir kez daha Bayan Floyd'un (Candyce Hinkle) pansiyonuna gider...
Sabah uyandığında odasında, adının LaBoeuf (Matt Damon) olduğunu söyleyen biri bulunmaktadır...
Ki o da, bir kanun adamı olup Teksas'lı bir senatörü de öldürmüş olan Chaney'in yakalayarak Teksas'a götürmenin derdindedir ve o yüzden de işbirliği teklif etmektedir...
Fakat Mattie reddeder...
Parasının geri kalanını almak amacıyla Albay Stonehill'in ofisine yeniden gittiğinde kendisi için "Blackie" adını verdiği bir at da satın alır...
Cogburn işine gelince...
Merak etmeyin 100 dolara anlaşmışlardır...
Yalnız sorun şu ki, 50 doları peşin alan Cogburn, kendisine ayak bağı olabilecek bir çocuk olarak gördüğü Mattie'yi ekerek LaBoeuf ile beraber yola çıkmıştır bile...
Tabii Mattie'de kolay lokma değildir ve onlara yetişir...
Yetişir yetişmesine de LaBoeuf, Chaney'i Fort Smith Arkansas'a değil de başına büyük ödül konulmuş olan Teksas'a götürmekte ısrarcı olduğu için Mattie ve Cogburn ikilisinden ayrılarak yoluna tek başına devam eder...
Mattie ve Cogburn yolda gece sığınmak için girecekleri bir kulübede Chaney'in, çetesine katıldığını düşündükleri "Şanslı" Ned Pepper'ı (Barry Pepper) soracakları Emmett Quincy (Paul Rae) ve genç Moon'a (Domhnall Gleeson) rastlarlar...
Dakika 56...
Geride, şu ana kadar ki sakinliğin yerine silahların konuşmaya başlayacağı sürprizle dolu 54 dakikalık bir bölüm daha sizleri bekliyor...
Fırsat bulup da bugüne kadar izlememiş olan sinemaseverlere kesinlikle öneririz Coen biraderlerin bu filmini...
Keyifli seyirler,