Senaryosunu da James Jones'un aynı isimli romanından (1964) uyarlayarak yazan Terrence Malick'in yönetmen koltuğunda oturduğu savaş karşıtı “The Thin Red Line”, toplam 7 kategoride aday olmasına rağmen aynı yıl Spielberg tarafından çekilen ve savaşlar ile pek fazla bir derdi bulunmayan "Saving Private Ryan" (1998) karşısında, Academy Ödülleri Jürisince havlu attırılmış bir film olarak gelmişti İstanbul'da izlediğimiz salonlara...
Hani gerçi durum, Londra'da, Berlin'de yahut New York'ta da çok farklı değildi...
Zaten 52 milyon dolarlık bir bütçe ile çekilerek brüt 98,1 milyon dolarlık hasılat rakamı ile gişeye çakılmış olması bunun en açık göstergelerinden biri...
Halbuki 70 milyon dolarlık "Saving Private Ryan", 482,3 milyon dolara ulaşabilmişti...
Neden mi?
Bir kere, savaş öncesindeki sivil hayatında avukatlık yapan Yüzbaşı Jim Staros (Elias Koteas) ile özellikle de profesyonel asker olan Kıdemli Çavuş Edward Welsh (Sean Penn) ağızlarını her açtıklarında, savaşlar ve savaşlar da ölmenin anlamsızlığından dem vurup duruyorlar...
Zira onlara göre, öldükten sonra içinde yaşamakta olduğumuz yerküre dışında gidilebilecek ve yeniden yaşama dönülebilecek bir öteki dünya asla mevcut değildir...
Yani savaşlarda pisi pisine ölmek, mesnetsiz bir hamaset ile kutsanmaya çalışılmamış Malick'in ustalıkla kurguladığı bu hikayede...
Doğrusunu isterseniz, tüm zenginliklerini ve bu zenginliklerinin, artarak süren bir ivme devamının nesiller boyunca sürdürülmesinin, insanları savaştırmadan mümkün olamayacağını bilen kapitalist bir sınıf, bu türden savaş karşıtlıkları ve inançsızlıklar dan haz etmeyeceklerdir...
Ve etmemişler de "En İyi Yabancı Film" kategorisindeki SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) ödülünü alan bu filme...
Gelin isterseniz vakti zamanında sinema salonunda bir kaç kez izlediğimiz bu sıra dışı filme biraz daha yakından bakalım...
Film, Er Tella (Kirk Acevedo) ile beraber Yüzbaşı Staros'un yönetimindeki Charlie Bölüğünden firar ederek Güney Pasifikteki bir ada da Melanesia yerlileri ile birlikte yaşamakta olan Er Robert E. Lee Witt'in (Jim Caviezel) doğa ve ölümü sorguladığı anlatımı ile başlar...
Bunu da kendisini divan-ı harbe göndermek yerine yaralıları sedye ile taşımakla görevlendiren Çavuş Welsh'ten öğreniriz...
Şimdi her ikisi de kendilerini adadan alan devriye botunun hücresinde, ana gemiye götürülmektedirler...
Bu arada Tuğgeneral Quintard (John Travolta) ve ondan pek hoşlanmadığını fark ettiğimiz tipik bir "savaş makinesi" olan Yarbay Gordon Tall (Nick Nolte), Japonların üzerinde hava alanı inşa ettikleri Guadalcanal adasına doğru ilerlemekte olan geminin güvertesinde sohbet ederlerken alt kamaralardaki askerler ile de birer birer tanıştırılıyoruz...
Nihayet hava kuvvetleri destekli çıkartma da başlar ve Yüzbaşı Stros'un ekibi kayıp vermeksizin adaya ulaşır...
Diğer kuvvetler de eklendikten sonra Yarbay Tall Yunan asıllı Stros'a, önlerindeki makineli tüfekler ile donatılmış Japon sığınaklarının bulunduğu 210 isimli tepenin alınması talimatını verir...
Aslında Japonlar da siperlerinde, sabırla onları beklemektedir...
Derken o siperler yoğun bir topçu ateşine tutulur...
İlk saldırıya geçecek takım Çavuş Keck'inkidir (Woody Harrelson) ...
Tabii Japonlar da öylesine oturup beklemezler ve onlar da başlarlar ateş açmaya...
Elbette ölenin haddi hesabı da belli değildir artık o andan itibaren...
Öyle ki, Yüzbaşı Stratos Yarbay Tall'ın doğrudan saldırı emrini geri çevirmek zorunda dahi kalır...
Yoksa kendisi dahil bütün askerler Japonlarca avlanacaktır...
O nedenle de sağ taraftan dolanarak saldırı izni istemektedir Yarbayından...
Ama yine kabul ettiremez fikrini...
Ve durumu kendi gözleriyle görme kararı veren Yarbay, yanlarına doğru yola koyulur...
Ancak işin çözümünü kolaylaştıracak olan şey, Er Jack Bell'in (Ben Chaplin bizzat) hayatını tehlikeye atma pahasına yerinde yaptığı tespit sonrasında Yüzbaşı John Gaff (John Cusack) ve altı adamının girişimi ile mümkün olabilecektir...
Dakika 80...
Bugüne kadar izlememiş olanlar ile bizim gibi aradan geçen uzun yılların ardından anılarını bir kez daha tazelemek isteyen sinefillere kesinlikle önereceğimiz, zengin oyuncu kadrosu ile de göz kamaştıran filmin devamı, her zamanki gibi yine sizlerde...
Keyifli seyirler,