Filmler
Diziler
Programlar
Filmin anlattığı hikayeye baktığımızda Howard’ın iki ralli pilotunun üç yıllık bir süreçteki inişleri ve çıkışlarını, farklı boyutlarda ele almaya çalıştığını görüyoruz. Fakat yönetmen bunu yaparken kendinden emin davranamıyor, muhtemelen bazı konularda çekingen davranıyor. Elinde iki tarihi figür varken hangisine odaklanacağını bilemediği gibi bu figürlerin çevresinde dönüp dolaşan olaylar ve kişiler hakkında da aynı ikilemde kalma hatasına düşüyor. Tam bu noktada Zafere Hücum’un yan hikayelerden ve karakterlerden eksik, var olan iki karakter tarafından da taşınması güç yapısı dikkati çekiyor. Bir yanda itici fakat zamanla sempati kazanmaya meyilli James Hunt karakteri başrol olarak öne çıkarılmaya çalışılırken öte yanda disiplini ve kuralları, kendinden emin yapısı ile seyirciyle daha iyi bir bağ kuran Niki Lauda karakteri geri plana itiliyor. Fakat filmin tümünde durum ne yazık ki böyle değil. Lauda, kendisine hayat veren Daniel Brühl’ün dikkat çeken performansının da yardımıyla Hunt’a göre filmi domine eden taraf oluyor. Ortada iki karakterin ilişkisini anlatmaya çalışan bir hikaye varmış gibi dursa da senarist Peter Morgan, iki ayrı hikayeyi zaman zaman kesiştirme yoluna giderek tek film içinde farklı iki karakter etrafında dönen ve eksenini bulamayan bir yapı oluşturuyor. Bu da Zafere Hücum’un en büyük handikapı olarak dikkat çekiyor. Seyirci hangi karakterle arasında bağ kuracağından emin olamıyor, tam birine karşı yakınlık beslerken yönetmen ters köşeye yatırıp öteki karakter üzerinden filmi devam ettirmeye çalışıyor. İki önemli figürü, Chris Hemsworth’ın bile abartısız, beğenilebilecek oyunculuğuna rağmen bir araya getiremeyen Howard, kariyeri boyunca belli çizgilerle çevreleyemediği, üstelik farklılıklara ayak uyduramadığı yönetmenliğinin kurbanı oluyor.