Hesabım
    8. Boğaziçi Film Festivali Ulusal Yarışmadan Seçmeler

    Banu Bozdemir, Boğaziçi Film Festivali'nin ulusal yarışma seçkisinden izlediği filmleri değerlendirdi..

    8. Boğaziçi Film Festivali bu yıl 23-30 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da yapılıyor. Altın Yunus için yarışan ulusal filmlerden bazılarını yazarımız Banu Bozdemir değerlendirdi.  

    Mavzer

    Mavzer; Fatih Özcan’ın ilk uzun metrajlı filmi. Karlı görüntülerin başarılı görüntü yönetimine eşlik ettiği filmde; Veysi’nin zorlu doğa koşullarında, doğa ve kardeşiyle verdiği mücadele anlatılıyor. Hayatta kalma mücadelesinin insan ve bir kurt tarafından ele alındığı film, nispeten başarılı bir ilk film. Veysi’nin yavru ve dişi kurdu vurmasıyla başlayan, kardeşiyle toprak kavgasına dönüşen film; kimin daha acımasız olduğunu sorguluyor. İki kardeş arasında ölümüne devam eden kavgada, yavrularını ve eşini kaybeden kurdun nefreti ve öldürme arzusu daha naif ve vicdani bir şekilde ele alınıyor. Film bir anlamda ele alınan ve gösterilen silahın hedefini bulacağı klişesinden ilham alıyor. Kurt doğa kanunlarını uygularken, insanoğlu kendi kurallarını koyuyor, hem doğayla hem de kendi egosuyla savaşıyor, hedef alıyor. Filmin belli bir akışı, temposu ve yükselişi var, bu da filme bir ivme katıyor, o yüzden aynı konunun açımlanması, yayılması çok rahatsız etmiyor. Derdini başarıyla sırtlanan bir film karşımızdaki… 

    Koku

    Yasin Çetin ve Barış Gördağ’ın ilk uzun metrajlı filmi Koku kendince aslında iyi niyetli bir şey yapmaya çalışıyor ama bunu o kadar (buraya kelime bulmak da zorlandım) zorlayıcı bir yolla yapmaya çalışıyor ki, tüm niyetler anlamını yitiriyor. Filmlere cinsiyetçi, feminist algılarla bakmayı sevmem, bir filmin iyi ve kötü olduğuna bu bakış açılarına bakarak da karar vermemeye çalışırım ama İlhan’ın hikayesi baştan sona sorunlu. Menopoz olacağını öğrenen bir profesörün çaresizliğini izlerken, bakalım şimdi ne olacak diye izliyorsunuz? Kadın daha öncesinde anne olmaya dair bir işaret vermiş mi, öğrencisi bir iki lafından etkilenip onunla para karşılığı birlikte olacak nasıl bir büyülenme hali yaşıyor? Ve kadın, öğrencisinden para karşılığı hamile kalmak isteyecek kadar mı çaresiz? İlhan baştan sona olumsuz, anne olamayacak kadar sorunlu bir tip. Bunun nedeni de annesi olarak gösteriliyor. Yetim olan küçük kızla olan ilişkisi de parfüm şişesi yani koku üzerinden ilerliyor. Filmin matematiği yanlış ilerliyor, İlhan’ı herhangi bir yere koyamıyor, taşıyamıyoruz. Ya Mustafa’ya ne demeliyiz, saflığı temsil eden bir Anadolu genci olarak İlhan’la para karşılığı evleniyor ve İlhan’a sürekli iyilik güzellik aşılamaya çalışıyor. Yani iki tarafta da bir abartı var! Kaplanoğlu’nun son filmi Bağlılık Aslı’yı akla getirmiyor değil ama burada annelik değil, kadınlık üzerinden vuruyor. Ve filmin bir yerlerinde kullanılan ilkel kelimesi de, bu yaşananlar içinde fazla kaçmıyor! 

    Ölü Ekmeği

    Reis Çelik’in karlar altındaki Kars / Ardahan yöresinde çektiği Ölü Ekmeği kimi zaman belgesel havasına bürünen, kimi zaman da Mustafa’nın büyüme ve aşık olma dertleriyle film olma sorumluluğunu sırtlanan bir film olmuş. Bu iki dil arasındaki karmaşa olmasa, Mustafa’nın naif aşkı ve bir ozan olma sevdası aslında seyirciyi bu eski dilde aşkın içine çekiveriyor. Ama aşıklara ilişkin detay ve notlar sunmaya başladığı noktada da bir belgesel ahengi kazanıyor ve ikisi arasında bir denge kurmak da zorlanıyor. Çocukların diyalogları, beraber geçirdikleri keyifli anları bir anda filmin atmosferinden çeken yönetmen, Mustafa’yı aşkı ve ustası arasında bir yerlerde sıkıştırıyor. Bir yandan da babasız olan Mustafa üzerinden yetimlik halini sorguluyor. Tabii insanın açgözlü tavırları da bir adak meselesiyle gündeme taşınmış oluyor. Zamansız bir zaman dilimiymiş gibi dursa da 60’lı yıllarda geçen ve Çelik’in yakında takip ettiği bir kültürü bize sunması açısından samimi bir dil yakaladığını düşündüğüm bir film olmuş Ölü Ekmeği. 

    Gelincik

    Gelelim Orçun Benli’nin Gelincik filmine… Orçun Benli’nin filmografisi içinde farklı bir yerde duran film bir hesaplaşma hikayesi. Zaman zaman kara filme yaklaşan ambiyansıyla, politik altyapısıyla hem eleştirilerin odağında durmaya hazır, hem de hesaplaşmaya hazır gibi duruyor. Ayhan karakteri biraz sorunlu bir karakter, her şeyi o kadar kişisel harmanından avuçlayıp havaya savuruyor ki, oluşan tozdan dolayı başka bir hikaye göremiyoruz. Bir polisin bir katilin iç hesaplaşmasını izlemek meseleye nerden baktığınızı sorgulamaya sebep teşkil edebilir. Şöyle ki; yargısız infazlar yapan bir katilin, bir gün kolunu kanadını kıracak bir olayla karşılaşıp, kendisi dışında herkesi suçlamaya ve yok etmeye kodlanması elbette bir hikaye konusu olabilir. Hatta bunu da iyi başarabilirsiniz ama bu tarz filmlerde seyirci bu kadar direkt bir bakış açısı yerine biraz kendini kırıp burkacak, geride tutacak argümanlar arar. Film neredeyse sonuna kadar belli bir gizem içerisinde gitmeye çalışsa da, onu da bir yerden sonra çözüyoruz, sonundaki aynılık, sonundaki hesaplaşma dozu için çabalıyor izlenimi uyandırıyor. Politik film çekmek her zaman daha zordur, hele de geçmişle, baskınlarla, infazlarla hesaplaşıyorsanız… Sonuçta bu ülkenin kanayan yaralarından biridir yargısız infazlar, kayıplar. Katille bu kadar özdeşleşme sağlanması dışında yaratılmaya çalışan kara film havasını, zaten sorunlu bir kişilik olan Ayhan’ın günün sonunda yaptıklarıyla hesaplaşmasını film adına olumlu buldum. Orçun Benli’nin sinema dilini ortaya koyması açısından da önemli bir çalışma. 

    Kumbara

    Ferit Karol imzası taşıyan Kumbara’da evini geçindirmeye çalışan ama bir türlü iki yakası bir araya gelmeyen Orhan’ın izini sürüyoruz. Burada kilit nokta annesi komada yatan ve kendisine gelirse ya da ölürse işleri yoluna girecek olan Orhan’ın tutumu… Kumbara’nın yakın zamanlı Vuslat Saraçoğlu imzalı Borç filmiyle benzeşen yanları var, o da çıkışsız bir aile babasını anlatıyordu, yaşlı komşusuna evde bakıyordu ve vicdani olarak yaşadığı olaylar ona bir kırılma yaşatıyordu. Orhan iyi niyetinin cezasını çeken ve bunun için her yolu deneyen, bir yandan da karısını memnun etmeye çalışan bir adam. Yani film kendi hikayesine sahip çıkan, Orhan’a yaşadığı zorlukları aşması için yollar açan bir film. Ama film başından itibaren her hamlesinde filmin sonuna dair bir söylemi de önümüze sunmuş oluyor. Hastane sahneleri bunun için biçilmiş kaftan, annenin stabil durumu her an değişebilir. Belki buradan bir gerilim, az da olsa bir hareket yaratılabilinirdi. Ama sıradan insan hikayelerine, inişli çıkışlı bir evlilik hali eklemek ve olacakları beklemek maalesef Kumbara’da istenen etkiyi yaratamıyor. Yoksa sorunsuz bir şekilde, herhangi bir risk almamış bu hikayeyi izliyorsunuz, orada bir sorun yok. 

    Nasipse Adayız

    Ercan Kesal’ın kendi kitabından uyarladığı; bir başkan aday adaynın bir gününün anlatıldığı Nasipse Adayız gayet başarılı. Doktor Kemal Güner kimliğiyle ‘çare doktor’ olarak seçim çalışmalarına başlayan adamın halini bir seçim hicvi havasında izliyoruz ve bu tarza düşmeyen bir tempo eşlik ediyor! Aslında bildik bir hikayenin olası yanlarını anlatıyor Kesal bize! Tamamen kendi gözünden izlediğimiz olaylar zinciri zaman zaman kontrolden çıksa da, ufak bir toparlamayla yine her şey yerli yerine oturuyor. Herkesin kısa kısa girip yerini aldığı filmde Güner’in siyasi kimliğine dair açık vermekten çok yaşananlarının karmaşasını verme derdinde film. Filmin temposuna uzun planların eşlik etmesi, doğal havanın da sürdürülebilirlik kazanmasına imkan tanıyor. Kendini halka değil de öncelikle partinin başkanı olan bir numaraya kabul ettirebilme gayesiyle elinden gelenin fazlasını yapsa da, etrafındaki kişilerin kendisinden rol çalma haliyle de karşı karşıya! Yaşadığı her olumsuzluğa taviz vermeyen hali, bir numaraya ulaşma çabası, çoğu zaman çaresizce köşeye sıkışan haliyle tam bir karakter izliyoruz. Kaza yapılan sahnenin sakilliği de ayrı bir şaşırtmaca! Kazanmak için hamleler yapsa da aslında bir kaybeden olan adamı bizim gözümüzde sürükleyici bir hale getiriyor. Yine de Kesal çoğu zaman filmin önüne geçiyor. Senaryo çok iyi yazılmış, yönetmenlik onu takip etmekte biraz zorlansa da karşımızda başarılı ve incelikli bir seçim kampanyası filmi duruyor.

    Banu Bozdemir

    facebook Tweet
    Öneriler
    Back to Top