Bekçi ve İsmetse Olur filmlerinizin senaryoları ve yönetmenliği size ait. Kiraz Mevsimi'nin senaryo ve yapımcılığı Ramis Tanacı'ya, yönetmenliğini siz yapıyorsunuz. İlk defa, başka bir senaristin, senaryosunu filme çektiniz. Bu size kolaylık mı sağladı yoksa zorluk mu getirdi? Buradan başlayalım.
Hem zorluğu hem de kolaylığı var. Kendi sinema anlayışlımda, daha çok auteur sinemadan yanayım. Yani kendim yazıp, kendim yönetmek ve belirli bir sinema dilimin olmasını isterim. Sahne seçiminden tutun da, dramaturjisine hatta kurgusuna kadar kendimin izini taşımasını isterim. Kısacası auteur yönetmen dediğimiz kişi, başkasının senaryosunu kabul etmez. Ama yönetmenlik, aynı zamanda teknik de bir iş. Stüdyo sistemi böyle çalışır. Gelen senaryoyu beğenmişsen, kendine yakın bulmuşsan, onu da alıyorsun. Kiraz Mevsimi biraz öyle oldu. Filmin hikayesi, doğduğum topraklarda geçiyordu; senaristin olduğu kadar benim de çocukluğumdan izler barındırıyordu. Üstelik senarist ve yapımcı Ramis Tanacı da bana birçok konuda olduğu gibi senaryoda da oynama olanağı tanıdı. Kolaylığı bu oldu; hazırdı ve güzeldi.
Peki zorluğu?
Zorluğuysa şuydu; senaryoyu dönüştürmede her ne kadar senarist bana onay vermişse de onun kafasında çizdiği dünyayı tepetaklak edemezdim. Belli bir çizgim, yönüm ve varacağım, belirlenmiş bir nokta vardı. Buna birebir uymalıydım. Sonuçta, Ramis Tanacı hem yapımcı hem de senarist olduğu için benim, kendi dilimi de kullanmama itiraz etmedi. Kendisini taktir ediyorum... Örneğin, senaryoda hiç olmayan bir plan eklemiştim. Plastik sanatları, özellikle resmi seven biri olarak, bir yere, Fransız ressam François Millet’nin “Angelus (Akşam Duası)” adlı resmini yerleştirdim. Elbette yerelleştirerek. O sahne, filmin sinematografisine de çok uydu. Maden çıkışında, iki karakterin, tarlalardan geçerken tanık oldukları bir sahneydi bu. Ama asıl önemli özelliği; Zola’nın, Germinal adlı romanında, maden kazası sonrası baş karakterin giderken gördüğü manzarayı andırmasıydı.