74. Venedik Film Festivali’nde en heyecanla beklenen yapım, Darren Aronofsky’nin Jennifer Lawrence, Javier Bardem, Michelle Pfeiffer, Ed Harris, Domhnall Gleeson ve Kristen Wiig gibi isimlerden oluşan dev bir kadroyla çektiği mother! filmiydi. Dün önce basının karşısına çıkan, ardındansa galası gerçekleşen film izleyenleri ikiye böldü.
İlk basın gösterimi sonrası cılız alkış ve yuhalamalarla karşılanan mother! ile ilgili bu tepkiler hemen sosyal medyaya da düştü tabii. Bunun etkisi de olabilir, basına yapılan ikinci gösterimde hem alkış hem de yuhalamalar daha şiddetliydi. Avrupalı eleştirmenlerin daha olumsuz yaklaştığı filme karşı Amerikalı sinema yazarlarının tam zıt tepkiler verdiğini söylemek mümkün.
Doğanın ortasındaki tek bir müstakil evin içinde geçen mother!, Bardem’in canlandırdığı ünlü şair ile kendinden yaşça oldukça küçük eşinin arasında geçiyor. Bir akşam eve gelen davetsiz bir misafirle tetiklenen olaylar, çiftin özel alanlarına müdahalenin gitgide arttığı, genç kadını şiddeti anbean artan bir kabusun içine sürükleyen bir sürece dönüşüyor.
Gün içinde düzenlenen basın toplantısında, Darren Aronofsky filmini öncelikle dinler mitolojisine ve başlangıcından bugüne dek insanlık tarihine dair bir alegori olarak tanımladı. Ancak filmi birden fazla okumaya olanak sağlayacak şekilde kurduğunu da söyledi. Kadın ve doğa ilişkisine dair bir tarafı olduğunu da ekledi. Bugüne kadar tüm projelerini senelere yayılan süreçlerde kurduğunu ama ilk kez mother!’ı 5 gün içinde tasarladığını, filmin sanki içgüdüsel bir şekilde sayfalara döküldüğünü belirtti. Bu yorum aslında filmin otobiyografik bağlantıları da olabilecek okumasını daha mantıklı kılıyor.
mother!’ı genel olarak sanatçı egosuna, sanatçının esin kaynakları ve hayranlarıyla kurduğu ilişkiye, daha spesifik olarak erkek sanatçıların ilham perileriyle ilişkilerine dair bir film olarak okumak mümkün. Sadece mümkün de değil, bu gözle bakmak filmi hem daha ilginç kılıyor hem de her şey yerli yerine oturuyor. Hayatına giren kadınlardan, onların kendisine hayranlığından, kurdukları yaşam alanından, en üst duygusal düzeyde beslenen, hatta onları fark ettirmeden sömüren; yaratıcı tarafını besleyecek her türlü şiddetli duyguyu hayatına, o hayatı paylaştığı insanın nasıl etkilendiğine aldırış etmeden, davet eden; o ilişkiyi tükenene kadar kullanıp sonra da yerine yenisini koyan bir sanatçı egosundan bahsediyor Aronofsky. Bunu yaparken kendini fazla ciddiye alan bir sinemasal tavrı var.
Hem bu kendini fazla önemseyen tavır hem filmin gittiği bazı aşırı uçlar (bir arkadaşımızın filmin ilk gösterimi sırasında kusmaya başlayıp salonu terk ettiğini eklemeden edemeyeceğim) hem de filmin Aronofsky’nin de rahatsız edici ölçüde egosantrik bir adam olduğu hissini uyandırması, bazı izleyicileri rahatsız etti, etmeye de devam edecektir. Filmin Aronofsky’nin Rachel Weisz ile evliliği ve ayrılığı hakkında olduğu ihtimalini de akılda tutmak gerek. Hatta şimdi Jennifer Lawrence’la birlikteliği bile mother!’ın bu okumasını daha ilginç kılıyor. Filmin bu yorumuna dair bir soru geldiğinde Aronofsky’nin bu topa hiç girmemesi ve soruya Javier Bardem’in kendi rolü üzerinden cevap vermesi de öyle…
Her koşulda, gerçek dünya algısıyla ve rasyonel bir bakış açısıyla yaklaşılmaması, bir alegori olduğunun unutulmaması gereken bir film mother!.
Ülkemizde 29 Eylül’de vizyona girecek olan filmle ilgili tartışmalar önümüzdeki haftalarda devam edecektir. Son olarak, Venedik en başta Jennifer Lawrence gibi bir yıldızı ağırlamanın da heyecanını yüksek bir şekilde yaşadı diyelim.