Ağustos Böcekleri ve Karıncalar filminin oyuncularına vizyon öncesi mikrofonumuzu uzattık! Filmin yönetmeni Erhan Tuncer'le ise yazılı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Pek çok kısa film ve tiyatro çalışmasından sonra bu sinemadaki ilk uzunmetrajlı filminiz. İlk filmde gerilim ve dram arasında gidip gelen, zorlayıcı bir başlangıç yapmaya nasıl karar verdiniz? Senaryo nasıl şekillendi?
-Senaryo yazarlığı ve yönetmenlik benim mesleğim. Bu nedenle ‘zorlayıcı’ ya da ‘rahat oluşturulan’ gibi ayrımlarım yok. Bir hikaye oluşturuyorum ve o hikayeyi izleyiciye nasıl daha anlaşılır ve etkili sunabilirim diye çalışıyorum. Bu çalışma aylar boyu bazen günlerce yazarak, bazen ise haftalarca kalem oynatmadan sadece düşünerek geçebiliyor. Nihayetinde, hikayeme en uygun dramatik yapıya karar veriyorum ve yazmaya başlıyorum. Ağustos Böcekleri ve Karıncalar da böyle oluştu. Film Kemal’in hasarlı ruh halinin anlatıldığı ve bu hasarın ailesel boyutta da derinliklerine inen bir yapıya sahip. Bu nedenle filmin kurgusu, esasında Kemal’in geçmişinin kurgusu. Gerilimlerle, dramlarla, zor zamanlarla dolu geçmişi. Doğal olarak da filmin yapısına direkt olarak yansıyan ve filmin türü olarak da niteleyebileceğimiz tüm tanımlar, Kemal’in ruh halinin ve aile yapısının göstergeleri.
Sınırlı bir oyuncu kadrosu kullanan ve yüzde 80 tekmekâna indirgenmiş bir film var karşımızda risk aldığınızı düşünüyor musunuz?
-Elbette tamamı oyuncu performansına ve dramatik yapının değişimlerine/dönüşümlerine bağlı bir tek mekan filmi her daim risklidir. Ne kadar çok mekanınız ve oyuncunuz olursa, izleyici başrolleriniz dair herkese eşit mesafede yaklaşır ve bazen hikayedeki mekan ve oyuncu çeşitliliğine göre başrollerinizin ruh devamlılıklarını ve performans tutarlılıklarını gözden kaçırabilir. Bu ‘devamlılık’ ve ‘tutarlılık’larla ilgilenmemeyi de tercih edebilir. Ama hikayeniz tek bir mekanda, belirli sayıda oyuncu ile geçiyorsa ve izleyici 120 dakika boyunca sürekli aynı kişileri görüyorsa, oyuncuların ve hikayenin gidişatı ile yakından ilgilenmek zorunda kalacaktır. Bu da bir yönetmen için en büyük risk, üzerine çalışması gereken en önemli meseledir. Bu nedenlerle filmimde bu devamlılık ve tutarlılıklara en üst düzeyde dikkat etmeye çalıştığımı söyleyebilirim.
Zaman atlamalı ve şaşırtmalı bir kurgusu var filminizin, seyirciyi özellikle zorlamak mı istediniz?
-Seyirciyi zorlamak ya da zorlamamak meselesinden öte, Kemal karakterinin ruh halinin anlatımını en çarpıcı haliyle vermeye çalıştım. Bunu yaparken de dramatik yapımı ileri-geri giden ve keskin kırılmalarla şaşırtıcı hale gelen bir kurguya dönüştürdüm. İlk sorunuz ve bu sorunuz vesilesiyle son bir kez daha açıklamış olayım: Filmimi yazarken ‘izleyiciyi bir şaşırtayım’, ‘biraz aklını karıştırayım’ diye düşünmedim. Zaten bu şekilde yazılan senaryolar mekanik bir hal alır. Tek kaygım ve çabam Kemal’in çalkantılarla dolu hastalıklı ruh halini nasıl anlatabilirim üzerineydi. İzlediğiniz tüm dramatik yapı hamlelerinin sebebi de o. Eğer bu film, ağabey Metin’in filmi olsaydı, dramatik yapım bambaşka olurdu.
Oyuncu seçimlerine gelirsek, Gün Koper, BennuYıldırımlar ve ErdemAkakçe her biri harika performanslar ortaya koyuyor ve filmi sırtlıyorlar. Karakterlerin yazım sürecinde kafanızda isimler var mıydı? Nasıl gelişti oyuncu seçimi?
-Amatör senaristler ve piyasada yerini sağlamlaştırmış senaristler film yazarken oyuncuları hayal ederler. Senaryo bitince ve ön hazırlığa başlanınca amatörler hayal kırıklığı yaşar, piyasadakiler çoğu kez o isimlere ulaşır ve birlikte çalışırlar. Ben bu iki gruba da dahil olmadığımdan ve senaryo yazarken oyuncu seçimi yapmanın doğru olmadığını düşündüğümden önce karakterlerimi en doğru şekilde yazmaya çalıştım. Senaryo bitip, ön hazırlık sürecine geçtiğimizde, yapımcım İlker Avcı ile elimizdeki imkanlar doğrultusunda, yazdığım karakterleri en iyi şekilde oynayacak oyuncuları önce çevremizde aramaya başladık. Elbette bizler gibi hevesli onlarca oyuncu arkadaşımız vardı ve hepsi de proje için oldukça heyecanlıydı. İlk arayış dönemimizde, uygulayıcı yapımcım Dicle Pektaş, beni cast direktörü arkadaşı Selim Bahar’la tanıştırdı. Selim’in projeyi okuyup çok beğenmesi neticesinde ilk kez çevremiz dışına açılıp tanınırlığı yüksek ve alanında en iyi oyuncularla iletişime geçmeye başladık. Elbette bu süreçte, muhtemel oyuncuları not almış, birlikte çalışma ihtimallerimize göre sıralamıştık. Yıllardır keyifle izlediğim ve hayranlık duyduğum Bennu Yıldırımlar’ın ismi bu sırada en sondaydı çünkü çok zor proje kabul ettiğini biliyordum. Onun adı listede ‘keşke olsa’ kısmında yer almaktaydı. Senaryoyu yolladıktan bir hafta sonra olumlu dönüşünü aldık ve filmin yönü ve yapısı bir üst noktaya daha çıktı. Gün Koper, Erdem Akakçe ve Yücel Erten’le görüşmelerimizin de olumlu geçmesi ile filmin süreci hayal ettiğimizin de ötesinde bir sağlamlıkla ilerlemeye başladı.
Filminizin ismi Ağustos Böcekleri ve Karıncalar da kafada sorui şaretleri uyandıran bir isim; filmin felsefi bir yönü var diyebilir miyiz sizce?
-Bir şeyler söylemeyi dert edinmiş her filmin bir felsefesinin var olduğuna inanıyorum. Bu bazen metnin açık olmasından kaynaklı rahat anlaşılır ve rahat okunur, bazen de karmaşık dramatik yapılarda izleyici için biraz çaba gerektirir. Filmimin felsefi ve psikolojik taraflarının dikkatle okunması gerektiğini düşünüyorum çünkü senaryo yazım sürecince yaptığım okumalar ve hayata dair gözlemlerim filmin yapısında dikkatle disipline edildi. O bardak niye kırıldı? Kemal niçin röportajda mavi gömlek giyiyor? Vazonun kırılmasına giden yolda Kemal’in ruh halinde ne gibi değişimler oluyor? Bunlara dikkatle bakmak gerekli. Adana’da filmin galası sorası psikoloji okuyan birkaç izleyici ile yarım saate yakın filmi konuştuk. Sordukları ve yorumladıkları o kadar önemliydi ki… O an, dikkatli izleyicilerin filmden ayrı bir keyif aldıklarını anlamıştım.
Son olarak aile içi iki yüzlülüklerimiz toplumsal iki yüzlülüğümüzün küçük boyutlu versiyonu diyebilir miyiz?
-Buna filmden bir cüme ile cevap vermek istiyorum: “Kardeşler, aileler anlaşmadan olmaz. Kalabalıklar anlaşamaz…” Toplumu oluşturanlar bireyler ve ailelerdir ve her aile esasında bir toplum ve hatta bir ülkedir. Siz ve çevreniz ne iseniz, yaşadığınız toplum da odur.
Biraz da yerli sinemamıza dair sorarsak, Türk sinemasının yakın zamandaki gelişimini nasıl görüyorsunuz?
-Bu çok uzun, çok detaylı açıklama geretirecek bir soru ama kısaca şöyle söyleyebilirim: Çok film yapılması umut verici olsa da, düşük bütçeli filmlerin salon bulamaması hala çok büyük bir sorun. 150-200 salonda vizyona girip 4 ay sonra unutulacak ve bir daha televizyonda rastlayana kadar hatırlamayacağınız onlarca filmin büyük dağıtımcıların tekeli ile vizyona girmesi, hatırda kalıcı ve bir şeyleri işaret etmeyi dert edinmiş birçok filmin izleyici ile buluşmasını engelliyor. Yalnız burada problem o filmleri yapanlarda değil. Onlar yapmalı, daha çok yapmalı ve kendi pazarını oluşturmalı. Ama dağıtımcılar, düşük bütçeli filmlere de adil davranmalı. Bu noktada tam da umutsuzluğa düşmek üzere olduğumuz an filmimize kapılarını açan CGV Art House’a gerçekten teşekkür ederim.
Sizin filminiz de bir tür filmi olarak kabul edilebilir, tür filmlerinde yerli sinemamızı nasıl görüyorsunuz?
-Bağımsız sinemacılarımızın kişisel çabaları haricinde, yerli ticari sinemamızda kayda değer bir tür ayrımı olduğunu düşünmüyorum. Komedi, korku ve aşk filmleri haricince örnek verebileceğimiz bir tür şu an için yok.
Beyazperde.com takipçilerine ve vizyon seyircilerine mesajınız ne olur?
-Ağustos Böcekleri ve Karıncalar derdi olan, ‘bir şeyleri’ aile ilişkileri üzerinden işaret etmeye çalışan, üzerine uzun süre çalışılmış bir film. Sinema salonlarına giderek, filmime şans vermelerini dilerim.