Auguste ve Louis Lumière kardeşler insanlık tarihine sinemanın ilk ışığını armağan ettiklerinde takvimler 1895’i gösteriyordu. O tarihte Mustafa Kemal henüz 14 yaşında askeri okul öğrencisi bir gençti. Lumière kardeşlerin Paris’te ses getiren gösterimleri 19yy.’ın kapanışı olurken, sinemanın atası sayılan, çoğu belge niteliğinde, bazıları kurgusal olan ilk kısa filmlerin çekimi, kamera operatörlerinin çekim yapmak için farklı ülkelere hatta kıtalara gönderilmesi gibi girişimleri, film gösterilen ilk perdelerin yani küçük çaplı sinema salonlarının kurulması izledi.
Vikipedi’nin kaynaksız aktardığı bir nota göre Lumière Kardeşler’in Trenin La Ciotat Garına Girişi (L'Arrivée d'un train en gare de La Ciotat) filmi İstanbul’da 1896’da Sigmund Weinberg tarafından, Galatasaray'daki bir birahanede gösterilmiş.[1] Ortada kopyası kalmamasına rağmen bugün Türk sineması açısından mihenk taşı olarak kabul edilen Fuat Uzkınay'ın çektiği "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı" adlı film ise bilindiği üzere Kasım 1914’e tarihlendirilmektedir.
Öte yandan 1910’lara kadar İstanbul’da halka açık bir sinema kurulamamıştı. Alman hayranlığı ile bilinen Enver Paşa’nın Alman ordu filmleri üzerinden sinemanın propaganda gücünü fark edip 1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD)’ni kurması ise devletin “7. Sanata” ilk kez el atması olarak yorumlanabilir. [2] O günlerde Mustafa Kemal Kurmay Albay olarak Çanakkale’de dünya savaş tarihinde destan yazmakla meşguldü.
1916’da Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin kurduğu ekipler, savaş belgesi ve eğitim malzemesi olması niteliğinde I. Dünya Savaşı’nda Osmanlının mücadele ettiği cepheleri haber filmi formatında kayda alıyordu. 1920’li yılların başında Muhsin Ertuğrul, Kemal ve Şakir Seden kardeşlerle işbirliği yaparak tiyatro adamlığından sinemaya el attığında Misak-i Milli sınırları içerisinde adından söz edilebilecek (Pençe, Casus, Mürebbiye, Bican Efendi Vekilharç) sadece birkaç film vardır.
Tiyatrodan gelen bilgi ve deneyim birikimi ile Türk sinemasının ilk dönemine damga vuran Muhsin Ertuğrul 1921-1924 yılları arasında Kemal Film adına 6 adet film üretmiştir. Yurtdışında çeşitli çalışmalar yapan Muhsin Ertuğrul’un Türkiye'de çektiği ilk film, "İstanbul'da Bir Facia-i Aşk" adlı eser olmuştu. Ertuğrul’un bu döneminde çektiği ve Halide Edip Adıvar’ın aynı adlı romanından uyarlanan “Ateşten Gömlek” (1923) oldukça ses getirmişti. Aynı dönemde ilk sinemacımız Fuat Uzkınay da Kurtuluş Savaşı’nın belge niteliği sayılan Zafer Yollarında adlı esere imza atmıştı. (1934’te Mustafa Kemal Atatürk filmin yeniden çevrilmesinin talimatını verdiyse de, aktarılanlara göre çeşitli işgüzarlıklardan dolayı filmin yeniden çekimi gerçekleştirilememiştir. )
Bu yıllarda savaş ortamı sona erer, Anadolu’da sulh haberleri beklenirken 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti ilan edilir. Cumhuriyetin ilanı ve art arda seri biçimde gelen devrim ve modernleşme girişimlerinden sinema da sınırlı ölçüde nasibini alır. Herhangi bir endüstriden bahsetmek mümkün değilken, Muhsin Ertuğrul’un film çekimi/yapımı üzerindeki nüfuzu da devam etmektedir.
Sağlığında sinema için;
"Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema, bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya’daki kadın, Amerika’daki zenci, Eskimo’nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nisbetinde kalacaktır"
sözünü sarf eden Mustafa Kemal Atatürk şüphesiz ki sinemanın bir sanat ve dahası ifade biçimi olarak önemini fark etmiş ve sinema yapılmasının teşvik için bazı girişimlerde bulunmuştur. İlgili bir makaleden alıntılarsak : “Cemil Filmer şöyle aktarıyor: “İşte bu ‘Çanakkale Harbi’ filmi Atatürk’ün ilgisini çekmişti. (...) Atatürk yanında Maliye Bakanı Fuat Ağralı ile filmi görmeye geliyor. Bu arada sinema ücretlerinden falan bahis oluyor. Atatürk sinemanın çok yarayışlı bir icat olduğunu, halkın bundan gerektiği gibi faydalanmasını, sinemacılığın inkişafını istiyor, bu münasebetle alınan vergilerin düşürülmesini emrediyor. Ankara’ya döndükten sonra gerçekten de alınan vergiler %10’a indirilmiş oluyor.” (3)
Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1933’de Muhsin Ertuğrul'un çektiği ve onun kendi filmografisi açısından en önemli eserlerinden biri olarak gösterilen Bir Millet Uyanıyor filminde kısa da olsa rol aldığı söylenmektedir. Filmin çekimleri tamamlandıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün bir resmi geçit töreni için hazırlanıp kamera önüne geçtiği ifade edilmektedir. Nihayetinde filmin şuan ulaşılabilen yegane kopyasından bu görüntü, o dönem hali hazırda çekilen tören belgelerinden biri gibi de algılanmaktadır. (4)
Yine bahsi geçen kaynaklara göre Atatürk, Cumhuriyet'in 10. yılında devrimin gücünü sinemayla perçinlemek için Sovyet sinemacılarla 1933'te bir işbirliği yapılmasını desteklemiş ortaya "Türkiye’nin Kalbi Ankara" adındaki yapım çıkmıştır. 29 Ekim 1933 tarihli, Atatürk'ün kendi sesinden dinlediğimiz 10. yıl nutku bu film için çekilen kayıtlardır.
Bitap bir halkı muasır medeniyetler seviyesine çıkartmak için son nefesine kadar mücadele veren Mustafa Kemal Atatürk’ün maalesef sinema ile olan bilebildiğimiz ilişkisi aktarılan bu birtakım anekdotlarla sınırlıdır.*
Öte yandan Atatürk'ün sağlığında Muhsin Ertuğrul'un yönetimindeki yerli sinema girişiminin yeni kurulan bir ülke sineması açısından en azından özgün ve özgür olduğunu söylemek mümkündür. Yeni Cumhuriyetin yerel sineması, yurt dışındaki benzerlerine oranla devlet adına daha az propaganda aracı olarak kullanılmış, ordunun ve savaşın öne çıktığı yapıtlar hayali bir övgüye hizmet etmek için değil kazanılan kurtuluş mücadelesinin gerçekliğini göstermek amacıyla çekilmiştir.
1 Şubat 1929 Meclise Sunulan Sinema Raporu ve 1933’te Sinema Filmlerinin Kontrolü Hakkında Talimatname, Cumhuriyet’in ilk döneminde devletin sinemaya yönelik hamleleri olmuştur fakat sinemaya bir kültür poltikası olarak tam anlamıyla el atılamamıştır.
Öte yandan sanat olmaya çabalayan sinemanın ‘filmcilere’ bırakıldığının bir başka göstergesi de zannımca 1934’de Ertuğrul'un ikinci kez perdeye uyarladığı Leblebici Horhor Ağa'nın Venedik 2. Uluslararası Film Şenliği'ne katılıp onur diplomasına layık görülmesidir. (5) Her ne kadar Altın Aslan olmasa da Türk sineması tarihinde yurt dışından gelen ilk ödül sayılmaktadır. 1935’de yine Muhsin Ertuğrul imzasını taşıyan ve senaryosu Nazım Hikmet’e ait olan Aysel Bataklı Damın Kızı, Türk sinemasının ilk köy filmi olarak kabul edilir. Sovyet sinemasına öykündüğü de söylenen yapım, sinemamıza Cahide Sonku'yu kazandırmıştır. Her alanda yaşama katılması teşvik edilen kadınların önünün sinemada da kesilmediğini, milli şuur için de olsa desteklendiğini eklemek gerek.
Sonuç olarak, 19yy. sonunda ortaya çıkan bir teknolojinin emekleme dönemleri, Atatürk Cumhuriyeti’nin de doğum ve emekleme dönemlerine denk gelmiştir. Halen halkların büyük yüzdesi için lüks bir tüketim olan “sinema eğlencesi”, yoktan var edilen bir memlekette ancak bu kadar hayat bulabilmiştir. Günümüzde Atatürk’ün resmi geçit ve törenlerde kayda alınan canlı konuşmaları, kendi sesinden nutuk metinleri, neyse ki “belge çeken film operatörleri” sağ olsun halen elimizdedir.
Kaynakça:
1- https://tr.wikipedia.org/wiki/Türk_sineması
2- http://www.kameraarkasi.org/makaleler/makaleler/ordununrolu.html
3- http://sinemacenneti.tr.gg/T.ue.rkiye-h-de-Sinema-Politikas%26%23305%3B.htm
4- https://www.youtube.com/watch?v=aU25RuIjRrY
5- https://tr.wikipedia.org/wiki/Muhsin_Ertu%C4%9Frul
*Yazı haricindeki daha geniş anekdotlar için Tahir Alper ÇAĞLAYAN'ın 3. maddedeki makalesi incelenebilir.
Derleyen: Duygu Kocabaylıoğlu Arazlı