Fransa Turu
Fransız sinemacı Rachid Djaïdani’nin Antalya’da seyirciyle buluşan yeni filmi Fransa Turu /Tour de France, yakın zamanda İslamiyet dinini kendisine oyuncak edinen teröristlerin yarattığı terör ve korku dalgasıyla iyice şahlanışa geçen ırkçılığı ve onun toplumsal sonucu olan ayrımcılığı beyazperdeye taşıyan bir yapım.
Dram komedi arasında gidip gelen tonuyla başrole Gérard Depardieu ve Fransız rap müziği sanatçısı Sadek’i taşıyan film, taraflı olduğunu gizlemeyen bir yapım. Öncelikle elimizde bir grup genç var. Fransız vatandaşı olan bu gençler Paris’in belli ki getto mahallelerinde yaşayan ötekileri; yönetmenin kendi deyimiyle Müslüman Mağripliler. Yaşam anlamını rap müziğin protest gücünde yakalayan bu bir grup genç kendi mahallelerinde kendi yağlarında kavrulurken, grubun öne çıkan büyük hayran kitlesine sahip rapçisi Faruk mahalle içi kıskançlıktan başını belaya sokar -sanki dışardan gelen yeterince dertleri yokmuş gibi! Paçayı kurtarması için Faruk’u babasının yanına geçici bir yardım görevini gönderen prodüktörü Bilal, hem Faruk’a hem babası Serge’ye hem de kendisine yeni bir kapı açacaktır.
2012 yapımı bol ödüllü Can Dostum’u uzaktan anımsatan yapısıyla Fransa Turu, biri has kan Fransız beyaz erkeği, diğeri Fransız vatandaşı olan Müslüman bir Mağripliği 10 günlük bir yolculuğa ve yoldaşlığa çıkartıyor. Senaryoya imza atan yönetmenin Gérard Depardieu’nun canlandırdığı Serge karakterine çok şablon bir rol çizdiğini de söyleyebilirsiniz, oldukça gerçekçi olduğunu da; zira yazının girişinde de bahsettiğimiz yükselen ırkçılık mevzuu sadece devlet-vatandaş düzleminde değil vatandaş vatandaş ekseninde de kıyasıya yaşanıyor.
Serge’nin Müslümanlara Fransız vatandaşı da olsa göçmenlere karşı hıncı, Mathias adıyla Hristiyan doğup büyüyen oğlunun şimdi Bilal adında koyu bir Müslüman’a dönüşmüş olmasından kaynaklanıyor. Bizzat canından bir parçayı kaptırmış gibi hisseden bir babaya “bu yaptığınız ırkçılık, ayrımcılık” dedikçe hırsı daha çok körükleniyor üstelik. Yanına gelen Faruk’a bir teröristten hallice, ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapması, cahil ve hor görmesinin Mathias dışında bir alt metnini vermiyor yönetmen seyirciye. “Bu adamın bu kadar kırılma yaşamasına bu neden yeter” diyor ve Serge üzerinde tüm orta üst sınıf beyaz Fransızlara oklarını sapladıkça saplıyor. Sadece bir noktada devlet şiddetini gördüğümüz filmde öne çıkan ayrımcılık en çok Serge ve onun temsil ettiği cepheden geliyor. Buna nazaran Faruk ve onun temsil ettiği gerçeklik, haksız yere ezilen ötekileri resmediyor. Hiçbir belaya bulaşmasalar ot içmeseler, kokain taşımasalar dahi potansiyel suçlu olan bu insanların yaşadığı ya da yönetmenin söylemiyle onlara yaşatılan bu yersiz hor görmeler söz konusu özellikle Müslümanlık olunca o kadar da boş değil; ama bireysel anlamda temelsiz.
Yönetmen Djaidani, seyircisine kendi şahitliklerinden yola çıkarak gençlere daha dokunacak, tartışmaya açık bir işe imza atmış. Hemen hemen her gün yaşadığımız karşılaştığımız ayrımcılığa en güzel cevabı yine filmin birbirini dinlemek ve anlamak üzerinden giden finali veriyor. Belli Orta Avrupa’nın, Fransa’nın hümanizme odaklı daha çok örnek yapıta ihtiyacı var…