Şimdi siz ikiniz de kurban karakter sayılırsınız aslında. Çünkü kötü olayların başlangıcına sebep olan sizsiniz Adnan Bey ama aslında en büyük kurban da sizsiniz. O nasıl bir duygu yani bir erkek oyuncu olarak böyle bir şeyin içinde olmak?
Adnan Koç: Ya, hani diyoruz ya “korku yurt dışından geldi, korku yurt dışında çok iyi…” Türkiye’de ise bunu çok iyi yönetmenler ön plana çıkardı ki bunlardan en iyisi bence Alper Mestçi. Tartışmasız, en iyisi diyebilirim. Ben buna inanarak söylüyorum. Böyle elle tutulur bir korku filmi Müslüman ülkede olurdu, Türkiye’de olurdu. Alper hocamın bir yorumu var; “eğer kurt adamı taksimde görürlerse kovalarlar bizimkiler” diyor. İnançlı biriyim ben kuran-ı Kerim’i küçük yaşlarda hatmettim. Biraz nankörlük edip bıraktık ama. Burada bunun üzerinden bir aşkı temellendirmek gerçekten çok zor. Ben kendi içimde şu korku olayını cin olayını içselleştirebiliyorum ama aşkı ne kadar inandırıcı olabilir diye kendime sorduğumda şuraya geliyor olay. Bu adam zaten normal yaşamıyormuş hayatı. Ve sürekli beraberler, arkadaş ortamları olmuş, beraber büyümüşler ve muhtemelen gözünü Kader’le açmış. Bir insan bir insandan ne zaman vazgeçmez? Tüm güzel taraflarını unutmadığı zaman. Bu kadının kötü bir şeyini görmemiş. Masumiyetini sevmiş bir karakter. Dolayısıyla ben bu işi kendi adıma içselleştirmeye çalışırken dediğim gibi biraz aşka inanan tarafımla yoğunlaşıp bir de Müslüman olan, cin olgusuna inanan tarafımla kendimi vermeye çalıştım açıkçası.
Siz çok güzel bir şey söylediniz, iki dost iki arkadaş olarak bu yolculukta şu var; Cem muhteşem bir oyuncu tartışmasız. Ve bir de burada bence hani iki çalışandan ziyade iki dostun sırt sırta verip sonradan yaşadıklarını düşündüğünüzde daha acıklı bir konu çıkıyor ortaya. Beni aşkı da korkusu da etkiledi bu işin.
Aslında çok fazla karşılıklı sahneniz yok. Sette çokça karşı karşıya gelebildiniz mi?
Cem Uslu: Tabii canım, beraber yemek yedik falan…