Ceset
On yıl önce iki kısa metrajlı filme imza atan Pınar Sinan ilk uzun metrajlı filmi olan Ceset ile izleyicileri şaşırtmayı başarıyor. Az şey değil, korku filmlerinin komediye, aşk filmlerinin sulu romantik komediye dönüştüğü bir ülkede, korku sinemasına ait fikirlerden son derece romantik bir film çıkarmayı başarıyor. Üstelik bunu bir hastane hademesinin olağanüstü sıradan yaşamından çekip çıkarıyor. Kahramanımız İhsan çalıştığı yerin, yaşadığı mahallenin içe dönük, kendi halinde adamı. Daha çok vitrinlerine bakıyor hayatın, geceleri televizyon karşısında uyuyakalıyor ve her şey ölü bir kadına ilgi duyup onu henüz toprağa karışmadan eve getirmesiyle başlıyor. Sonrası şaşırtıcı bir normalleşme süreci. Aşk'la güzelleşen İhsan'ın yaşam sevincinin artması, dışa dönük bir adama dönüşmesi.
Ceset'in kahramanı İhsan, Yusuf Atılgan'ın gecikmeli Ankara treniyle gelen ve kaybolan bir kadına aşık yalnız ve arzulu kahramanı Zebercet'i hatırlatıyor. İhsan saplantılı ama saplantılı olduğu kadar da romantik, tıpkı Zebercet gibi. Ama İhsan'ın arkadaşları kasaba esnafıyla sınırlı değil. Yalnız ama şu hayatta asla yan yana gelemeyeceği kadınlardan çok arkadaşı var. İhsan, Tabutta Rövaşata'nın Mahsun Süpertitiz'ini de akla getiriyor. Mahsun'un arabalarla kurduğu tehlikeli ama ''sıcak'' ilişkiyi bir düşünün. Pınar Sinan, dünya sinemasının loş köşesinde yer alan Alman filmi Nekromantik'le akraba cesur bir filme imza atmış. Böyle bir hikayeyi inandırıcı kılmak kolay değil, bu işi ana karakteri üzerinde çalışarak, her zaman karşılaşmadığımız türden bir karakter çalışması ortaya koyarak başarmış.
Serdar Kökçeoğlu