19. Adana Altın Koza Film Festivali’nde 18 Eylül saat 12:00’de Zeki Demirkubuzz’un son filmi Yeraltı geniş bir katılımla gösterildi. Ardından yönetmen soruları cevapladı. İşte o söyleşiden bazı sorulara yönetmenin cevapları…
Dostoyevski’nin yeniden yorumu çok zor, Yeraltından Notlar’ı seçmeniz, o zor meseleleri günümüzde yorumlamaya nasıl karar verdiniz?
Aslında çok basit. Çocukluğumdan beri insan hakkında, hayat ve varoluşumuz hakkında hep birşeyler söylendi, ailem, mahalle, devlet, sistem… Sürekli bana insanın nasıl bir varlık olduğuna dair birşeyler anlatıldı. Ben büyüdükçe, aklıma fikrime sahip çıktıkça, vicdanım geliştikçe, bunların neredeyse hepsinin tırnak içinde “yalan” olduğunu anladım. Tipik bir yalan değil tabii, toplumsal olmanın, bireysel olmanın getirdiği bazı korkular düşünülürse, insanların zaten büyük bir yalana ve düzene ihtiyacı var. Bunu farkettim. Ben konuyu basitleştirip çok gerçekçi baktığım zaman bunların en azından iyi niyetli yalanlar olduğunu farkettim ama hep içimde bir şüphe vardı.
Böyle bir dönemde Dostoyevski kitapları ile tanıştım. Bugün, Ortodoks hıristiyan, Rus milliyetçisi ve bizden 150 yıl önce yaşamış bir adamın bana biraz önce sözünü ettiğim devletten mahallemden ailemden daha fazla doğru şey söylediğini farkettim. Bir taraftan kendimi geliştirerek, bir taraftan onun kitapları sayesinde yaşadıklarımı anlamaya çalışarak böyle bir bağ oluşturdum ve 15 yıl önce sinemaya başladığımda tüm bu doğru bulduklarımı, ahlaki bulduklarımı anlatan bir sinema yapacağım ya da sinemayı bırakacağım diye bir karar almıştım. Yeraltından Notlar’ın da insan doğası, insanın karanlık yanları, insanın asıl gerçeği hakkında bugüne kadar söylenmiş en kısa ama en dürüst en ahlaklı en kıymetli romanlardan birisi olduğunu düşündüğümden kendime böyle bir söz vermiştim. Çok zordu, zorluğu da basit olana, sıradan olana ulaşmanın zorluğu… Geçen yıla kısmet oldu ve filmi çektim.
Muharrem aslında alt sınıftan kadınlarla, insanlarla daha doğrudan, daha açık. Daha da güveniyor aslında onlara. O güven yıkılınca dünyası da yıkılıyor. Muharremin bu ayrı sınıflara karşı ayrı tutumu hakkında neler söylersin?
Bunu da basitleştirirsek, insan aslında ikiye üçe dörde bölünmüş bir varlıktır, biz onu hep homojenleştirmeye tekleştirmeye çalışırız, öyle tanımlamaya çalışırız, öyle olduğunu kabul etmeye çalışırız, hem ahlaki olarak buna ihtiyacımız vardır hem korkularımızı azaltmak için. Düşünsenize herkesin iki, üç, dört yüzü ortada olsa… Öyle bir durumda herkes herkesten korkar. İnsan bu gerçekle yüzleşmek istemeyen bir varlık ama insan aslında böyledir. Bu ahlaksızlık, tutarsızlık anlamında değil. Yaradılışı gereği böyledir. Yaradılışı sorunlu bir varlıktır ve onbinlerce yıldır insan tanımlanmaya çalışılan, sürekli tutarlık beklenen, güven sorunu hala halledilmeyen bir sorun, atomu bile parçalarken basit bir güven sorununu çözemiyoruz. Ahlakı değil de hukuku öne çıkarmamızın nedeni bu. Kişilik bölünmeleri yaşayan varlıklarız.
Muharremi anlatırken aslında ben biraz da kendimi anlattım, çevremdeki insanları anlattım, insan böyle bir varlık zaten. Ama hep tutarlı karakterler görmek istediğimiz için Muharrem gibi bir karakteri gördüğümüz zaman burada bir sorun var diyoruz. Muharrem de her insan gibi kendini güçlü hissettiği insanların karşısında başka bir yönünü gösteriyor, güçsüzün yanındaki özgüveni, Cevat ile olan ilişkisindeki özgüven eksikliği, bu aslında insanın ta kendisi ve bu değiştirilmeye çalışılıyor. Ben bu basit gerçeği kabul etmemiz gerektiği konusunda bir hizmette bulunmak için, bu basit gerçeği göstermek için Muharrem’i yanımda tutmadan ya da ona haksızlık da etmeden, ona karşı gerçekçi ve ahlaki davranarak böyle çelişik ama gerçek bir karakter çıkarttım ortaya.
Yemek sahnesi hakkında neler söylemek istersin?
Yemek sahnesinde yer alan tüm arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. Çok değişik bir metodla hazırlandık ve çektik o sahneyi. Serkan, Sedat, Feridun, hepsi inanılmaz bir özveri gösterdiler. O sahne öyle olmasaydı, içime sinmeseydi size yemin ediyorum bu filmden vazgeçebilirdim. Teşekkür ederim oyuncularıma.
Neden Ankara?
Başka bir çarem yoktu, romandaki bürokratik, kaotik şehir Türkiye’de Ankara’ya tekabül ediyordu.
Seyirciyi bir mesafeye koyarak, özdeşleştirmeden izletiyorsunuz bu filmi. Bu bilinçli bir şey mi, bir yöntem mi?
Filmlerde özdeşleşme yaratarak seyirciyi histerik olarak ağlatmak ya da güldürmek bana çok ahlaki gelmiyor, eninde sonunda bu bir perde ve siz burada oturuyorsunuz. Ben özdeşleşme yaşatmadan, empati kurdurabilmek istiyorum izleyicime.
Haber: Melis Z. Pirlanti