Cannes Film Festivali'nin son 2 gününe girmişken, festivalin dolu dolu geçen bir günü daha geride kaldı. Düne damgasını vuran isimler arasında yarışmalı bölümün çekişmeli isimlerinden Sean Penn ile yarışmalı bölümün ilgi çeken filmlerinden olan This Must Be The Place'in basın konferansındaydı. Filmde eski bir rock yıldızı olan Cheyenne'yi canlandıran Penn yönetmen ile daha önce ilk kez Cannes'da ödül töreninde tanıştıklarını dile getirirken, yönetmene "Proje, senaryo ne olursa olsun sizinle çalışmak istiyorum" dediğini ifade etti. Filmin Sorrentino'nun ellerinde büyülü bir şekilde hayat bulduğunu ekleyen Penn ayrıca, Rock'n Roll'un hem toplum hem de birey içinoldukça önemli olduğunu vurguladı. Yönetmen ise Amerika'da film çekmenin kendisi içi yeni bir deneyim olduğunu dile getirirken, filminin amacının iki farklı karakteri, eski bir Nazi'yi ve 50 yaşında hala çocuk olan bir adamı karşı karşıya getirmek olduğunu ifade etti. Gelen ilk eleştiriler olumlu olmakla beraber, filmi fazla dramatik bulanların olduğunu da ekleyelim.
Dün yarışmalı bölümde gösterilen diğer film ise Nicolas Winding Refn'in yönetmenliğinde, başrolde bağımsız yapımların gönül açan ismi Ryan Goslin'i seyrettiğimiz Drive'dı. Hollywood'da dublörlük yapan ve geceleri de soygunlara katılan bir sürücünün hayatını anlatan Drive'ın basın toplantısında yönetmen gerçekçilik ve belgesel arasındaki ince çizgiyi koruyarak bu filmi çektiklerini dile getirirken, Gosling de seyirci vuracak ama maçoluğa kaçmayan bir anlatım tutturduklarını söyledi. Drive'ın Hollywood'daki ilk filmi deneyimi olduğunu da ekleyen yönetmen, çevresindeki herkesin kendisini olumsuzlardan korumak için adeta pervane olduğunu da ifade etti. Filmin Cannes'daki dünya prömiyerinden sonra gelen ilk eleştirilerse oldukça olumlu görünürken, eleştirmenler özellikle Ryan Goslin'in oyunculuğunu övüyor. Amerika'da eylül ayında vizyona girecek filmi şimdiden merakla bekliyoruz!
Dün ayrıca kısa filmcilerin heyecanla beklediği Cinefondation Ödülleri de sahiplerini buldu. Michel Gondry'nin başknalığındaki jüri, Doroteya Droumeva yönetmenliğindeki Almanya yapımı Der Brief adlı kısa filmi birincilik ödülüne layık buldu. 1600'ün üzerinde katılımcı arasından sıyrılarak birinciliğe uzanan Droumeva'yı, ikinclikle Fransa'dan Drari ve üçüncülükle de Güney Kore'den Ya-gan-bi-hang adlı yapımlar izledi.
Özel gösterime damgasını vuran isim ise şüphesiz ki İranlı yönetmen Jafar Panahi'ydi. Film çekmesi yasak olduğu için bu sefer kamerayı kendisine doğrultan yönetmen, tutuklamaların gölgesindeki İran sinemasını da gözler önüne serdi. Gösterim sonrası düzenlenen basın konferansında konuşan filmin ortak yönetmeni Mojtaba Mirtahmasb başlarına gelen durumu avantaja çevirerek bu filmi çektiklerini ifade ederken, Cinémathèque Française direktörü Serge Toubiana "Bir yönetmenin film çekmesini yasaklasanız dahi hayal etmesini, zihinsel olarak sinema yapmasını engelleyemezsiniz" diyerek Panahi'ye yeniden destek oldu. Jafar Panahi ise basın konferansını internet aracılığıyla Skype üzerinden dinlerken, Mirtahmasb arkasındaki bu destek ile yönetmenin moralinin üst seviyede olduğunu da ekledi.
Cannes merdivenlerinde günün öne çıkan son ismi ise Otomatik Portakal'ın vahşi çocuğu Alex, Malcom Mcdowell'dı. Efsane yönetmen Stanley Kubrick'in 1971'de Anthony Burgess'in aynı adlı romanından kendi diliyle sinemaya uyarladığı Otomatik Portakal'ın bir dönem çok konuşulan ismi Mcdowell master- class oturumuyla hem kendi kariyerinden hem de Kubrick ile olan yakın ilişkisinden ve yönetmenin sinemasından söz etti. Festivalde bu yıl yeniden restore edilerek Klasikler bölümünde yer alan kült film Otomatik Portakal gösterime girdiği yıl oldukça tartışma yaratmış, "gençleri kötü yola sevk ettiği" gerekçesiyle Amerika'da pek çok eyalette yasaklanmıştı.