Hesabım
    Cannes Günlükleri: Festivalde 7. Gün!

    Cannes'da dün öne çıkanlar...

    Cannes'da dünkü Yarışmalı Bölüm Kuzey Avrupa sinemasının yaşayan en önemli yönetmenlerinden Aki Kaurismäki'nin son çalışması 'Le Havre' ile açıldı. Yönetmenin Fransa'da çektiği ikinci, Cannes'da yarışan dördüncü filmi olma özelliğini taşıyan 'Le Havre', 'The Man Without a Past'la Altın Palmiye kazanan Kaurismäki'nin filmlerinde görmeye alıştığımız oyuncularla dolu kadrosuyla, sosyal ve insani meselelere mizahi bir dille yaklaşan bir 'kendini iyi hisset filmi'.

    Yazar olma hayalleri suya düşmüş ve Güney Fransa'da gönüllü sürgün hayatı yaşayan kahramanımız Marcel Marx (André Wilms), çok sevdiği karısı Arletty (Kati Outinen) ile birlikte sakin bir hayat yaşıyordur. Yerel bir barda ayakkabı boyacılığı yaparak geçimini sağlayan Marx'ın hayatı, yasadışı yollarla ülkeye giriş yapan Afrikalı bir gençle tanıştığında tamamen değişir. Bu sırada hastanede ölüm-kalım savaşı veren karısı, kocasından çok önemli bir bilgiyi saklıyordur...

    Uzun zamandır Avrupa'da mülteci Afrikalı bir gencin hikâyesini anlatmak istiyordum, diyen yönetmen Kaurismäki, daha önce filmi İspanya, Yunanistan ya da İtalya'da çekmeyi düşünmüş, fakat daha sonra rotasını mekân olarak Le Havre'ye çevirmiş. Film, eleştirmenlerin gönlünü almayı başardı ve şimdiden favoriler arasında gösterilmeye başlandı...

    Kırmızı halıda elinde sigarasıyla (elektronik) arz-ı endam eden Kaurismäki, rahat tavırlarını basın toplantısında da sürdürdü. Yaptığı esprilerle de dinleyenleri kırıp geçiren yönetmen, filmi hakkında; "Bu dünyadaki insanlara baktığımda, gezegenimiz adına hiçbir umut taşımıyorum. Ben de bu filmi, bunlara yenisini eklemekten kaçınarak, öncelikle eğlenceli bir kaçış olarak tasarladım." şeklinde konuştu. Filmi çektiği kameraya da değinen ünlü yönetmen, şunları söyledi: "Filmi çektiğim kamera Ingmar Bergman'a ait. Ama o bununla sadece 2 film çekti, bense 18. Bu durumda artık bu kamera onun sayılmaz... Belki artık huzur içinde yatabilir."

    Yarışmalı bölümün ikinci filmi, 1986'da 'Thérèse' filmiyle Altın Palmiye'ye uzanan yazar-yönetmen Alain Cavalier imzalı 'Pater'di. Kurgu ve belgesel arasında gidip gelen 'Pater', yarışmalı bölüm filmlerinin açıklandığı basın toplantısında festival başkanı Thierry Frémaux tarafından "Son derece olağanüstü ve inanılmaz yaratıcı bir film. Bu yıl Cannes'da göreceğiz en tuhaf filmlerden biri" şeklinde tanıtılmıştı.

    Alain Cavalier ve Vincent Lindon'un kendilerini oynadıkları filmde, aralarında baba-oğul ilişkisine benzer bir yakınlık olan ikili, bir yönetmen ve bir oyuncuyu canlandırıyorlar. Yapmaya çalıştıkları film hakkında tartışan kahramanlarımız, "sadece eğlence için" zaman zaman kendilerinin politik olarak güçlü adam rollerinde olduğu filmler çekiyorlar. Ve sinemada aranılan ama bulunamayan o zor "Bu gerçek mi, değil mi?" sorusuna cevap arıyorlar...

    79 yaşındaki yönetmen Cavalier, yarışmalı bölümün en yaşlısı olmanın yanında, Fransa dışında ödüllü 'Thérèse' filmi hariç pek de tanınmayan bir isim. Filmografisine baktığımızda, Mise à Sac (1967), La Chamade (1968) filmlerinden sonra sinemaya 8 yıl ara verdiğini görüyoruz. Daha sonra deneysel öğeler barındıran 'Le Plein de super'le tekrar sinemaya dönen yönetmen, 'Thérèse' filmiyle ödül kazandığında tekrar sinemadan uzaklaşıyor ve bir kaç yıl sonra geri döndüğünde kurgu hikâyeler yerine, insanları ve yaşamlarını anlatmak için oyuncular ve hikâyelerini anlatmayı tercih eden deneysel ve belgesel tarzda filmlere yöneliyor... Filmi seyredenler Thierry Frémaux'un fazla abarttığında hemfikir.

    Cannes'a ilk kez Martin Scorsese imzalı 'Taxi Driver'la gelen oyuncu-yönetmen Jodie Foster, 35 yıl aradan sonra bu sefer hem yönetip hem de başrolünü oynadığı üçüncü yönetmenlik denemesi 'The Beaver' ile seyirci karşısına çıktı. Cannes kulislerinde, Foster'ın başrolü paylaştığı Mel Gibson'ın sallantıdaki kariyerini kurtarma planının bir parçası olarak görülen ve geçtiğimiz haftalarda ülkesinde vizyona giren film, bunalım geçiren ve kendisini bir el kuklası yardımıyla ifade edebilen Walter Black isimli bir adamın, ailesiyle olan sorunlu ilişkisini anlatıyor.

    Gibson'ın katılmadığı basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Foster, filmin hem oyuncusu hem de yönetmeni olması hakkında gelen bir soruya "Aynı anda hem yönetmek hem de oynamak çok kötü bir fikir. Filmdeki karakteri fazlasıyla iyi tanımış oluyorsunuz ve filmin gidişatını tahmin edebiliyorsunuz, bu iyi tarafı. Kötü tarafıysa sürprizlerle karşılaşmıyorsunuz" şeklinde cevap verdi.

    CANNES'DA BUGÜNÜN PROGRAMI:

    Yarışmalı Bölüm

    . HANEZU NO TSUKI (HANEZU) / Yönetmen: Naomi KAWASE

    . MELANCHOLIA / Yönetmen: Lars VON TRIER

    Un Certain Regard

    . LOVERBOY / Yönetmen: Catalin MITULESCU

    . OSLO, 31. AUGUST (OSLO, AUGUST 31ST) / Yönetmen: Joachim TRIER

    . THE MURDERER (THE YELLOW SEA) (THE YELLOW SEA) / Yönetmen: NA Hong-Jin

    Cannes'da yaşanan tüm gelişmeleri aynı anda öğrenmek için Beyazperde'den ve twitter sayfamızdan ayrılmayın...

    facebook Tweet
    Öneriler
    Back to Top