Sundance Enstitüsü'nün düzenlediği ve ünlü oyuncu Robert Redford'un kurucusu ve başkanı olduğu Sundance Film Festivali, bağımsız sinemanın kalesi olduğu kadar, ABD Başkanı Barack Obama'nın inisiyatifinde başlatılan ve dünya çapında kültürler arası diyalogun geliştirilmesini hedefleyen Film Forward gibi programlarla, dünyayı sinemayla değiştirmeyi ve dönüştürmeyi amaçlayan önemli bir yapı.
Geçtiğimiz Ocak ayında düzenlenen son Sundance Film Festivali'nde gösterilen üç yabancı belgesel de, seyirciye üç değişik toplum hakkında farklı bakış açıları sunarak bu amacı fazlasıyla pekiştiren cinsten... Festivalde büyük ilgi gören bu belgesellerin bu yıl içinde ülkemizde olmasa da dünya sinemalarında gösterime girmesi bekleniyor.
VOA'dan Penelope Poulou'nun haberine göre, yönetmenliğini Jarreth Merz'in yaptığı 'An African Election' (Afrika'da Seçim) adlı belgesel, Gana'da 2008'de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini irdeliyor. Merz üç ay boyunca iki büyük siyasi partinin adaylarını izleyip iktidar mücadelelerini incelemiş. Yoksulluk içinde yaşayan Gana halkı için hayati önem taşıyan bu seçim için Ganalılar akın akın sandık başına koşuyor.
Yönetmen film hakkında, "Ganalılar kime oy vereceklerini söylemezler. Bu bir sırdır. Gana halkı oy kullanmayı başparmağın gücü olarak tanımlar." şeklinde konuşuyor.
Seçim sonuçlarıysa tartışma yaratıyor. Oy pusulalarının çalındığına, seçime hile karıştırıldığına dair söylentiler halkı ayaklanmanın eşiğine getiriyor. Ordu ayaklanmaları bastırmak için alarma geçiyor. Kimse ne olacağını bilemiyor. Jarreth Merz ise olayları şöyle özetliyor: "Çevremizde herkes birbirine ateş ediyordu." Ve Ganalılar düzeni korumayı başarıyor.
Merz belgeselinde demokrasinin ancak oy veren seçmenler kadar güçlü olduğunu, beslenirse gelişeceğini vurguluyor.
Festivalde gösterilen diğer bir belgeselse, İsveçli yönetmen Goran Olsson'un 'The Black Power Mixtape 1967-1975' (Siyah İktidar Karışık Kasedi 1967-1975) adlı ödüllü belgeseli. !f İstanbul'da da gösterim şansı bulan film, Amerika'daki siyahların mücadelesini İsveç bakış açısından sunuyor. Yeni ortaya çıkan 16mm arşiv görüntülerini önemli aktivist ve sanatçıların radikal yorumlarıyla birleştiren film, Siyah İktidar hareketini hem şaşırtıcı derecede güncel hem de çok önemli kılıyor. Olsson bunu yaparken, zamanın önemli siyah liderlerinin İsveçli gazeteciler tarafından çekilen görüntülerini kullanıyor.
Stockholm'de konuşan siyah eylemci Stokely Carmichael, Dr. Martin Luther King Jr.'un şiddet karşıtı tutumunu şöyle eleştiriyor: "Martin Luther King Jr. hatalıydı. Barışçı eylemlerin işe yaraması için karşınızdakinin vicdanlı olması gerekir. Amerika'nınsa vicdanı yok." Cinayete yardakçılık etmekle suçlanan zamanın radikal eylemcisi Angela Davis, cezaevinde, İsveçli bir gazeteciye ırkçılık ve sosyal baskıya başkaldırı hakkında şunları ise şunları söylüyor: "Şiddeti onaylayıp onaylamadığımı soruyorsunuz. Silah kullanmayı uygun görüp görmediğimi sormanız çok saçma. Alabama'nın Birmingham kentinde büyüdüm. Çok yakın arkadaşlarım ırkçıların bombalı saldırılarında öldürüldü."
Olsson ayrıca, belgeselin önemini yabancı gazetecilerin bu eylemcilerle kolayca iletişime geçmesine bağlıyor: "Bir yabancı olarak kimi toplumlara ya da yerlere girip son derece saçma ya da masum sorular sorup çok iyi yanıtlar alabiliyorsunuz. Bu eylemciler İsveç halkının hiçbir şey bilmediğini, anlamadığını düşünüyor ve cömert yanıtlar verip her şeyi açıkça anlatıyor."
Olsson belgeselde tarihi anları hatırlayan bazı siyah eylemcilerin seslerine de yer veriyor. Aktivist Harry Belafonte 'The Black Power Mixtape' hakkında, "Üzerinde çok çalıştığımız bu filmin meslektaşlarımız ve diğer izleyiciler tarafından seçilmesi çok sevindirici." şeklinde konuşuyor...
Olsson filmde anlatılanların bugün de geçerli olduğunu da ekliyor: "Siyahların hareketinden öğrendiklerimizin yansımalarını bugün de tüm etnik grup ve azınlıklarda görebiliyoruz. Bu gruplar bazı hakları olduğunu, bu hakların birileri tarafından kendilerine bahşedilmesini beklemek yerine harekete geçmeleri gerektiğini biliyor."
Ukraynalı yönetmen Julie Ivanova'nın 'Family Portrait in Black and White' (Siyah Beyaz Aile Portresi) adlı belgeseli ise dikkatleri Ukrayna'da ırkçılığa çeken önemli bir yapım. Filmde 20 çocuklu Ukraynalı bir aile konu ediliyor. Ailenin çoğu melez. Olga Nenya çocukların üvey annesi. 'Nenya' Ukrayna dilinde 'anne' demek. Nenya, "Siyah, beyaz, sarı, ne fark eder? Bunların hepsi çocuk." şeklinde konuşuyor.
Ancak Olga çocukların ırkları ve kendi ülkelerindeki yalnızlıklarıyla ilgili lekeyi silemiyor. Yönetmen Julia Ivanova bu durumu şöyle açıklıyor: "Çocukların anneleri Ukraynalı, babalarıysa çoğunlukla Afrika'dan buraya okumaya gelenler."
Yönetmen Ivanova, bu genç Ukraynalı annelerin çoğunun melez bebek doğurma utancına katlanamayıp bebeklerini hastanelerde terk ettiğini söylüyor ve ekliyor: "Siyah bir bebek evlat edinen birini hiç duymadım."
Taşıdıkları lekeye rağmen bu çocukların da hayalleri var. Hatta bazıları üniversiteye bile gidiyor. Ukraynalı melez Kril'e kulak verirsek: "Çok çalışmazsam iyi bir işe giremem. Üniversite dereceniz yoksa sizi kimse işe almaz."
Ivanova, filminin, ırkçılığı lanetlemenin yanı sıra, yabancılara bu çocuklara yardım etme çağrısı yaptığını söylüyor: "Bu çocuklar, 18 yaşına geldiklerinde üvey annelerinin evinden çıkıp kendilerini eşit görmeyen bir ülkenin melez vatandaşları oluyor."
Diğer belgeseller gibi 'Siyah-Beyaz Aile Portresi' de yoluna azimle devam eden ve var olmayı başaran kaybedenlerin öyküsünü anlatıyor. (Penelope Poulou, VOA)