Yönetmen koltuğunda, senaryoda ve başrolde Mehmet Aslantuğ ismini gördüğümüz haftanın tek Türk filmi, yılın en duygusal filmi olduğu iddiasıyla karşımıza çıkıyor. Dolu dolu bir aşkın ardından gelen ayrılığın yıllar sonrasında çiftin yolları tekrar kesişir. Olayların devamında kötü haber kadını New York’ta yakalayacaktır.
Altı haftada tamamlanan, 2 milyon dolara mal olan film için Aslantuğ birikiminin neredeyse tamamını bu projeye yatırdığını söylüyor. Aslantuğ’un bu senaryoyu, eşi Arzum Onan’ın bir dönem geçirdiği kanser rahatsızlığından etkilenerek yazdığı söyleniyor.
Elm Sokağı, Çığlık, Tepenin Gözleri, Nabız gibi filmlere imza atmış yönetmenin slasher tarzı son filmi Satılık Ruh, huzurlu bir kasabanın üzerine çöken kanlı bir gizemi konu alıyor.
Yönetmen hatrına izlenmesi gerektiğini düşündüğümüz film, bakalım 3D olması ile herhangi bir özellik kazanmış mı, izleyelim, görelim.
Bir suç komedisi diyebileceğimiz film, Jonathan Lynn’in 7 yıl aradan sonra çektiği bir yeniden çevrim. Bill Nighy ve Emily Blunt hatırına şans verilebilecek bir film olduğunu düşünüyoruz. Profesyonel bir katil olmasının tam aksine annesini mutlu etmeye çalışan bir evlat olan Victor, Rose ile tanıştıktan sonra hayatının baştan aşağı değişeceğine şahit olacaktır.
İspanyol yönetmen Rodrigo Cortés'in beşinci filmi olan Toprak Altında, iddialı bir yapım. Irak’ta görev yapan bir Amerikan askerinin uyandığında kendisini bir tabutun içinde gömülü halde bulmasından sonra yaşadıklarını anlatan filmle ilgili şunları söylüyor: Bu dünyada bir büyük, bir de küçük öyküler vardır. Bir öykünün büyüklüğünü ne manzarasının genişliği, ne kişilerinin çokluğu, ne de üretim değeri denen şeyler belirler. YAŞLI ADAM VE DENİZ büyük bir öykü müdür? Eğer Hemingway bu öyküye on ya da oniki balıkçıyla birkaç kılıçbalığı daha koymuş olsaydı, öykü daha büyük mü olurdu? Bir öykünün büyüklüğü, kaç metrekare içinde geçtiğiyle ölçülmez; sadece tek birşeyle ölçülür: Öykünün kendisiyle. BURIED olabilecek en büyük teknik zorluklarla yapıldı ve her aşamasında, önümüzde tek bir yol gösterici vardı: Hitchcock. O bize, koca bir filmi denizin ortasında sallanan bir teknede nasıl çekeceğimizi (LIFEBOAT) ya da nasıl gerçek zamanlı tek bir çekim yapacağımızı (ROPE) öğretmişti Zaten elimizdeki senaryo, izleyicinin ilgisini bir an bile kaybetmeden, öykü boyunca yeraltında kalabileceğimizin en büyük kanıtıydı ve, gerçekten de, iş bittiğinde, senaryomuz kesinlikle yeraltında kalmamız GEREKTİÐİNİ başarıyla gösterdi.
Elizabeth Gilbert’in kendi hayat deneyiminden yola çıkarak yazdığı kitaptan beyazperdeye uyarlanan filmde, acılı bir boşanmanın ardından kendini bulma ümidiyle İtalya, Hindistan ve Bali’yi kapsayan uzun bir gezi turuna çıkan Elizabeth’in hikayesini anlatıyor. Filmde Julia Roberts mutsuz bir evliliği olan yazar bir kadını canlandırıyor. Evliliğini sonlandıran Roberts mutluluğu başka erkeklerde arıyor fakat farklı erkekler mutsuzluğunu derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor.
Toronto film festivalinde epey ilgi gören John Curran’ın draması Stone epey şaşırtıcı ve alışılmadık bir tarza sahip bir film. Robert De Niro ve Edward Norton'ın bir odada oturup konuştukları sahnelerin çok etkileyici olduğu konuşulmuştu. Milla Jovovich'in kocasını kurtarmak için yaptıkları da oldukça dokunaklı bulundu ve oyunculuğu beğenildi. Filmin durgun ambiyansı, biraz gizemli olsa da, izleyicileri esas etkileyen faktör oldu. Filmde Emekliliğine sayılı günler kalmış olan şartlı tahliye memuru Jack Mabry'den (Robert De Niro), büyükanne ve büyükbabasının cinayetini yangın ile kaza süsü verip örtbas etmeye çalıştığı için hapishanede bulunan Gerald ?Stone? Creeson'ın (Edward Norton) dosyasını, şartlı tahliye gerekçesi ile yeniden incelemesi istenir. Şartlı tahliyenin gerçekleştirilebilmesi ve Stone'un hapisten erken çıkabilmesi için Jack'i artık kendisinin yepyeni bir insan olduğuna dair ikna etmesi gerekmektedir. Ancak Stone'un bu çabaları, her iki erkek üstünde de hiç beklenmedik etkiler yaratacaktır