Bu hafta vizyona bir aksiyon-macera, bir komedi, bir korku ve bir de Coen Kardeşler (bu da başlı başına bir tür artık) filmi olmak üzere 4 yeni film giriyor!
Ajan Salt, beklentilerinizi yüksek tutmadığınız takdirde seyri keyifli bir macera. 2002’de çektiği filmlerden sonra ortaya pek bir şey koyamayan Noyce’un son filmi Salt, eleştirmenlerden ve seyircilerden gayet olumlu tepkiler almayı başardı. ABD’de vizyona girdiğinde Başlangıç’la (Inception) yarışan filmin senaryosu ise yine bir ustaya, Kurt Wimmer’a ait. Daha önce Çaylak (The Recruit) filmiyle ajanlığın kitabını yazan Wimmer, son dönemde seyrettiğimiz gizli ajan filmi ’Paris’ten Sevgilerle’ (From Paris with Love) gibi vasat altı bir filme nazaran çok daha sağlam bir hikaye kurmayı başarmış...
Angelina Jolie ise zaten ajan filmlerinin gediklisi. Fakat film sanki Evelyn Salt için değil de, James Bond için yazılmış gibi. Filmin asla Nikita mertebesine ulaşamayacak olması da bu yüzden. Salt, psikolojik ya da sosyolojik olarak feminen bir ajan görüntüsünden çok, az hormonlu ama çok gururlu bir erkek tablosu çiziyor.
Bu arada, bize soğuk savaş döneminin kapandığını söylememişler miydi? O dönem bittiyse neden hala bu konular ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuluyor?
Filmin konusu kısaca şöyle:
Evelyn Salt (Jolie), görevi, şerefi ve ülkesi üzerine yemin etmiş bir CIA ajanıdır. Ancak bir itirafçının onu Rus ajanı olmakla suçlamasıyla bağlılığı test edilecektir. Salt sahip olduğu tüm gizli görev tecrübesini kullanarak kendini temize çıkarmak amacıyla kaçar. Salt'ın masum olduğunu kanıtlamak için gösterdiği tüm çaba hakkındaki şüpheleri arttıracak ve geriye yanıtlanması gereken bir tek soru bırakacaktır; ?Salt kimdir??
CİDDİ BİR ADAM / A SERIOUS MAN
Coen Kardeşler fazlasıyla ilginç bir çizgide film üretme geleneklerini sürdürüyorlar. Yani şöyle; ilk filmlerini saymazsak, yönetmen kardeşler ’O Brother, Where Art Thou?’ gibi vasat altı bir filmden sonra ’The Man Who Wasn’t There’ gibi çoktan kült statüsüne erişmiş bir film çektiler. Bu kardeşler ki, ’The Ladykillers’ gibi kendilerine yakışmayan kötü bir yeniden çevrimden sonra ’No Country for Old Men’ gibi Oscarlı bir başyapıt çıkarmayı becerebiliyorlar. Bitmedi, dokusuyla olsun, atmosferiyle olsun, neresinden tutarsanız tutun asla bir Coenler filmi olamayacak ’Burn After Reading’i alıp son filmleri ’A Serious Man’in yanına koyun ve şöyle gözlerinizi de kısarak dikkatlice bir inceleyin... Eğer saydığımız bu kötü filmler Coenler’inse, bu iyi filmler kimin?
’A Serious Man’ biraz gecikmeli de olsa vizyona giriyor. Coenler sinemasının belki de en saf halini taşıyan bu film, yönetmenlerinin çok iyi bildiği iki konuyu, başroldeki tuhaf adamın hikayesiyle film-noir’i titizlikle birleştiren mükemmel bir karışım. Bizim 'Ortadirek Şaban' diyerek vıcık vıcık ettiğimiz insani meselelerimize adam akıllı değinen bu film, yaşamın ne kadar ciddi olduğunun en kesin yanıtı!
Filmin konusu kısaca şöyle:
Bir üniversitede fizik profesörü olan Larry Gopnik, karısı Judith tarafından terk edildiğini öğrenir. Judith, kendisine daha fazla değer veren Larry’nin iş arkadaşı Sy Ableman’a aşık olmuştur. Judith’in evden ayrılması ile aylak kardeşi Arthur’un eve taşınması ve tüm sorumluluğunu Larry’e yıkması bir olur. Larry’nin sorunları bununla da kalmaz, kendisine gönderilen sabotaj mektupları ve rüşvet teklifleri ile de uğraşmaktadır. Larry yapayalnızdır, gerçek bir tavsiyeye ve yardım edebilecek bir arkadaşa ihtiyacı vardır; ciddi bir dosta!
ZORLU GÖREV / GET HIM TO THE GREEK
Aşkzede’yi yapan ekibin son projesi olan Zorlu Görev bu haftanın tek komedisi. Genç bir plak şirketi çalışanının işbirliğine pek yanaşmayan Hollywood’un efsanevi rock yıldızını 3 gün içinde bir dönüş konserine çıkmaya ikna etme çabalarını anlatan bu hikâyede, Aşkzede filminin yönetmeni Nicholas Stoller yönetmen koltuğunda.
İngiliz rockçı Aldous Snow yetenekli bir müzisyen ve kaçık bir rock-n-roll efsanesi. Ama kötü giden ve düşüşte olan kariyeri yüzünden, kendini içkiye vurmuş ve felaket durumda. Konser için geri sayım başlamışken masum bir genç adam, görevini güvenli ve sağlam bir şekilde teslim etmek için, Londra’nın uyuşturucu batağına, Manhattan'ın karmaşasına ve Vegas'ın sefahatine girmek zorunda. Tüm bunlar olurken kız arkadaşı Daphne’ye de sadık kalmaya çalışıyor. Tatlı dil dökmek, yalan söylemek, Aldous’la parti vermek zorunda kalabilir ve o tüm yol boyunca sarhoş olabilir, saçmalayabilir, saygısızlık edebilir, aşağılayabilir, aciz bırakabilir, tedirgin edebilir, uyuşturucu alıp tekrar düzelebilir.
Bu haftanın korku filmi kontenjanından yararlanan Norveç yapımı Vahşet Sapağı, tüyler ürpertici gerçek olaylardan yola çıkıyor. Daha önce kısa korku filmlerine imza atmış Norveçli yönetmen Severin Eskeland?ın ilk uzun metraj filmi.
Açıkcası konusunu okuduğumuzda kafamızda canlanan tek şey [Rec] filmi olmuştu. Omuz ya da el kamerasıyla çekilen korku filmlerinin patlama yaptığı zamanı bir kaç yıl ıskalasa da Vahşet Sapağı, isminden aldığı korkutucu gücü sinemada ne kadar yansıtabiliyor, bilmiyoruz. Kulağımıza gelen duyumlar filmin teknik anlamda övgüyü hak ettiğini fakat içerik anlamında seyirciye pek bir şey sunmadığı yönünde...
Kısacası, İskandinav korku sinemasına dair söyleyecek orijinal bir hikayeye bile sahip olamayan bu filmi sırf türün meraklılarına öneriyoruz...
Filmin konusu kısaca şöyle:
Norveç'e geri dönen Lina ve Martin'in arabayla seyahat ettiği yolun önü kesilmiştir. Polis, onlara İsveç ormanındaki kestirme bir yola sapmalarını söyler. Ancak peşi sıra yaşadıkları olaylar onları karanlık koruluklarda çaresiz bırakır, üstelik olanların hiçbiri tesadüfî gözükmemektedir. Lina ve Martin, kesintisiz bir şekilde gizli kamerayla görüntülendiklerinin ve internette canlı yayınlanan bir snuff filmde başrolü oynadıklarının farkında değildir.