DENEY / SPLICE
Vincenzo Natali yönettiği filmlerle sürekli yeni ve farklı bir şeyler aradığını belli ediyordu. Hatta bilim-kurgunun ayakta kalmış kalelerinden biri olarak görülen Natali, senaryosunu yazdığı ve yönettiği Küp (Cube) filmiyle iyi bir hayran kitlesi de edinmişti. Küp’ün kazandığı başarıyla Hollywood destekli Cypher’i çeken ve ismini bilim-kurgu sinemasına altın harflerle yazdıran Kanadalı yönetmen bu hafta son çalışmasıyla vizyonda...
Yönetmenin 6 sene aradan sonra çektiği ilk uzun metrajı olan Deney, düşük bütçeli filmlerle harikalar yaratan yönetmen tarafından ilk açıklandığında stüdyo bulması pek de zor olmadı. Daha filme başlamadan Almanya, Amerika ve İspanya’daki gösterim hakları satılan filmin bitip de festivalleri dolaşması, gösterimlerin sonrasında oluşan olumlu hava seyirci tarafında büyük bir beklenti yaratmıştı. Modern bir Frankenstein öyküsü olarak tanımlanabilecek Deney’in yapımcı koltuğunda Guillermo del Toro’nun isminin de geçmesi, filmi son yılların en iyi yapımı olmaya aday yapmaya yetiyordu.
Amerika’da vizyona girdiğinde harika övgüler alan, Peter Travers tarafından 'cinsiyet politikalarının ve insani dürtülerin sadece bilime indirgenemez oluşu hakkında yaratılmış güçlü ve kışkırtıcı bir gerilim' olarak nitelenen filmin başrollerinde Adrien Brody, Sarah Polley, David Hewlett, Abigail Chu ve de ne idüğü belirsiz bir genetik harikasını canlandıran Delphine Chanéac var.
Genetik mühendisliğinin artık sentetik hücre üretebilecek aşamaya geldiği günümüzde bilimin karanlık yönüne bir bakış atarak, gelecekte gerçek bilim ile pazarlanabilir bilim arasında kalacak insanoğlunun durumuna değinen Deney, bu yönüyle bile dikkatle ele alınması gereken bir yapım.
30 milyon dolarlık bütçesiyle şimdiden gişeden maliyetinin iki katını kazanan filmin konusu ise şöyle:
Clive ve Elsa bilim dünyasının iki süper starıdır. Uzmanlık alanları DNA kopyalamak ve farklı canlıların DNA'larını birleştirerek hybrid yaratıklar yaratmaktır. Bilime olan aşkları da en az birbirlerine olan aşkları kadar güçlüdür. Ancak çalışmalarını artık bir adım daha ileriye taşımanın zamanı geldiğine inanmaktadırlar: insane DNA'sını kopyalamak.
Ancak yürüttükleri projenin finansörleri bu aşamaya gelindiğinde insan DNA'sı ile deneyler yapılmasına karşı çıkar ve Clive ile Elsa projeyi gizlice yürütme kararı alırlar. Elde ettikleri sonuç Dren'dir: inanılmaz bir hybrid yaratık olan Dren normal insan bebeklerinden çok daha hızlı gelişmeye başlar ve birkaç ay içinde bir yetişkin haline gelir. Clive ve Elsa bir deney ürünü olan insan ve hayvan karışımı yaratıkları Dren'I gözlerden uzak tutmaya çalışırken bu tuhaf yaratıkla aralarında bilimin çok ötesinde duygusal bağlar da oluşur. Ancak geçen zamanla birlikte Dren bu ünlü çifte hayatlarının hem en çılgın hayalini hem de en büyük kabusunu yaşatmaya başlar.
SON HAVA BÜKÜCÜ / THE LAST AIRBENDER
Nickelodeon’un ünlü AVATAR: Son Hava Bükücü isimli çizgi-serisinden M. Night Shyamalan tarafından uyarlanan film, 30 küsür saatlik Avatar mitolojosinin sinemaya sıçrayan ilk örneği. Bu destansı hikayeyi ele alarak zor bir görevin altına girdiğini bilen Shyamalan’ı iki şey bekliyordu: hali hazırda Avatar’ın filmini bekleyen büyük bir kitle (ki bu yapımcı için harika bir durum) ve Avatar’ı beğenen bu kitlenin ortaya çıkacak yapımı ne kadar iyi olursa olsun orijinal Avatar’la kıyaslayacak olması... (ki bu da yönetmen için zor bir durum)
Yeniden çevrimlerin ve uyarlamaların kötü tarafı da bu işte. Shyamalan’ın bunun farkında olarak bu işe girdiğini biliyoruz, ve yine biliyoruz ki üst üste ortaya çıkardığı kötü yapımlarla sinema kariyerini bambaşka bir boyutta sürdüren yönetmenin kendini çok iddialı bir projeyle tekrar ispatlaması da şarttı. Denize düşen yılan gibi, hazır da seveni çok olan bir yapımı sinemaya taşımayı seçen Shyamalan, son kozunu da böylece oynamış oldu...
İlk duyurulduğu günden beri tüm gözlerin üzerinde olduğu film, yaz boyunca yayınlanan fragmanlarla da merakımızı sonuna kadar celbetmeyi başarmıştı. Ta ki yavaş yavaş görücüye çıkana kadar... 150 milyon dolarlık bütçesiyle ABD’de 4. haftasına girecek olan film henüz kendisini bile kurtaramadı.
ABD’de son dönemlerin en büyük hayal kırıklığı olarak görülen, eleştirmenler tarafından yerden yere vurulan, hikayenin sevenleri tarafından ise daha da ileri gidilerek lanetlenen yapım, Shayamalan’ın kariyerini bitirme noktasına getirdi. Bu sonucun oluşmasında sürekli yüksek tutulan beklentilerin olabileceği gibi, sevenlerin filmde aradıkları orijinal havayı bulamamalarının da payı var. Seriden bağımsız düşünüldüğünde ortaya çıkan işi beğenenlerin yorumları bunu destekler nitelikte. Seven ya da sevmeyen, merak eden herkes için yılın en fazla beklenti oluşturan filmlerinden ’Son Hava Bükücü’ nihayet vizyonda...
Filmin konusu ise şöyle:
Dünyayı savaş alevleri yutmuş ve bu kaçınılmaz yıkımı durdurmak için kimsenin gücü yok? Ta ki şu ana dek. Yaklaşık 100 yıldır, Ateş Ulusu, kabile ulusları Hava, Su ve Toprak'a hakim olmak için ölümcül bir hareket başlatmıştır. Kabilelere tek bir seçenek sunmaktadır: Tam teslimiyet ya da tam yıkım.
Köylüler, kendilerini savunmak için boş girişimlerde bulunarak, ulusun elementine hakim olup istedikleri gibi onu ?bükebilen? seçilmiş birkaç kişinin arkasında duruyor. Büyük ordular ve imha silahlarıyla destekleniyorlar ama ateş bükücüler yeryüzündeki her hava bükücüyü etkisiz hale getirmişlerdir. Şimdiyse dikkatlerini kuzey kalesindeki Su Ulusu'na çevirmişlerdir.
Bir gün genç su bükücü Katara (NICOLA PELTZ), erkek kardeşi Sokka'yla (JACKSON RATHBONE) yeteneklerini çalışırken Aang (NOAH RINGER) adlı genç bir çocukla tanışırlar. Aang'ın hava bükme becerileri ortaya çıktıkça, Katara ve Sokka, karşılarındakinin yalnızca son hava bükücü olmayabileceğini fark ederler. Dört elementi de kontrol edebilen tek kişi olan geleceğin habercisi Avatar, bu genç hava bükücü, Ateş Ulusu'nun saldırılarına karşı koyabilecek tek silahtır ve savaşın yıktığı dünyanın düzenini bir tek o geri getirebilir. Fakat çok geç olmadan bükme becerilerinde ustalaşıp olmasa gereken kahraman olabilecek midir?