Hesabım
    Yönetmen Cem Kaya, "Aşk, Mark ve Ölüm"ü Beyazperde'ye Anlattı

    Almanya’da yaşayan Türk göçmenlerin yaşattığı bağımsız müzik kültürüne odaklanan belgesel "Aşk, Mark ve Ölüm"ü, yönetmen Cem Kaya, Funda Sularöz'e anlattı

    Funda S: Filmin yapımının çok ince işlenmiş bir süreçten geçtiğini anlıyoruz. Nasıl bir yaklaşımla bu süreç ilerledi?

    Cem Kaya: Şöyle diyeyim mesela tüm filmlerimdeki montajı kendim yapıyorum. Arada montajcı oluyor ama çok uzun süre olmuyor, çok sıkışırsam başka montajcıyla çalışıyorum. Çünkü benim filmlerim masada oluşan filmler. Yani ben saha yönetmeni değilim, daha çok masa yönetmeniyim. Arşivle de çok çalıştığım için doğal olarak benim filmlerim montajda şekilleniyor. Önce arşiv parçalarıyla bütün filmi kurdum. Diğer filmlerimde böyle yapmamıştım. Önce mülakatları yapıyordum, onlar kağıda dökülüyordu, kağıtta montaj yapılıyordu. Ortaya bir diskur, bir metin çıkıyordu. Bütün derdimizi anlatıyorduk. Ondan sonra timeline’a tam o parçaları koyup oradan diskuru kurmuş oluyorduk. Aralarına da arşivden görüntüleri yerleştiriyorduk nerede uyarsa. Bu sefer farklı bir yola çıktık. Önce filmi tamamen arşivden kurduk. A’dan Z’ye kadar sadece arşivden oluşan bir film de çıkabilirdi, hiç kimse konuşmamış, hiç kimse çekilmemiş. Ondan sonra gittik istediğimiz insanlarla konuştuk ve film öyle ortaya çıktı. Bu da önemli bir süreç bence. Çok sıradışı bir yaklaşım aslında film yaparken ve konuştuğumuz insanların da çoğunu çok önceden tanıyordum. 2008- 2009 yıllarında Arabesk filmini çekerken birçok insanla zaten temastaydım. Çünkü Arabesk’in Almanya ayağını da anlatmak istemiştim. Çılgın koleksiyoncu abimiz var filmde. Ömer Almanya’dan ben 2008’de çekmiştim yine aynı evinde farklı bir kamera ile. Gittim yeniden çektim. Ya da Cavidan Ünal, Avrupa’nın divası. 2007-2008 yıllarında Cavidan ablayla turneye gitmiştim, portresini çekmiştim mesela yine Arabesk için. İsmet Topçu o çılgın bağlamacı, müzisyen arkadaşımız. Onunla yine temastaydım Arabesk için. Şöyle bir şey yok benim yaptığım filmlerde, bunları belki eskiden yapıyordum bu filmde hiç yapmadım. Ya sizinle bir söyleşi yapabilir miyiz? Mülakata gelsek? Tanımadığım insanla konuşamam, o samimiyeti sağlayamam. O samimiyeti filmde görüyorsunuz. İnsanlar sanki kamera yokmuş gibi konuşuyor ve o sözel tarih diyeyim çok iyi yansıyor. Ben onu yaşamış gibi oluyorum aslında, benim için de önemli olan bu. 

    Funda S: Karakterler o kadar renkli ki. Önce başka insanlar da var mı bizim bilmediğimiz, çekim yapılan, fakat bu sanatçılar renkli olduğu için mi filmde yer aldı diye düşünmüştüm. Aslında şu an daha iyi anlıyorum onların o ilgi çekici, izlemek istediğimiz taraflarını o samimiyetle ortaya çıkardığınızı. 

    Cem Kaya: Zaten ilgi çekici insanlar, o kesin. Ama çok da tatlı insanlar. Çok yakın olduğum için belki de öyle düşünüyorum. Daha sempatik gelmeyen birini filme koymak istemiyorum. 

    Funda S: Sadece arşiv de olabilirdi dediniz ya bence iyi ki olmamış. Bu kadar mı denk gelir, hepsi ayrı bir çekiciler. Çok uzun çekimler mi yaptılar da, aralardan bu görüntüleri mi filmde yer verdiler diye düşünmüştüm. Fakat bu filmdeki mülakatları parlatan insan ilişkileri ve sanatçıların şahsına münhasırlığı. 

    Cem Kaya: Aslında onlar seni yönetiyor, sen yönetmiyorsun.

    Funda S: Filmin ritmi çok iyi geldi bana. Bir anda gülerken salonda sessizlik hakim oluyor. Çok zor konuları izliyoruz aslında. Mevzu sadece göç değil. Memleketinden örneğin maddi durumlardan dolayı kopmuş insanlardan bahsediyoruz. Dil bilmiyorlar, kültürlerini bilmiyorlar. İlk nesil zaten müziksel olarak halk müziğini götürüyor. Sonra kendi içlerinde kültürleri oluşuyor. Gazino, düğün kültürlerini görüyoruz. Sonra isyan durumu var. Rap, hip hopla yaşanılan ırkçılıklara karşı duruş var.

    Cem Kaya: Öncesinde grevler de var. Oradaki aşık kültürü aynı zamanda. Cem Karaca üzerinden anlatıyoruz ama başka aşıklar, şarkıcılar da vardı tabii ki özellikle sendika toplantılarında çalan. Sonuç olarak zaten müzikle yaşam iç içe ya filmde. Bir aşık kültüründen gelerek Metin Türköz ne diyor, “Bakın Almanya’ya geldik altımıza ot yatağı serdiler. Banyo tuvalet fabrikada dediler.” Orayı zaten direkt eleştiriyor. Dakika bir gol bir durumu var. Bu çok seviliyor, o yüzden Türküola bu plakları basalım diyor. Çünkü buradaki insanların dili oluyorsun, söyleyemediklerini söylüyorsun, onları rahatlatıyor. Sonra Yüksel Özkasap geliyor, aynısını hasret üzerinden yapıyor. Şarkılarının isimlerine bakalım, “Nasıl Oldu da Yolum Düştü Köln’e”. Tamamen oradaki durumla alakalı şarkılar. Gurbet demiyor Köln, Almanya diyor. Tamamen net olarak oradaki durumla ilgili. Cem Karaca geliyor Almanca bir plak yapıyor yine oradaki çalışanların dertlerini anlatıyor. Sonra Ata Canani geliyor. Türk gırtlağıyla Almanca söylüyor, yine oradaki derin dertlerini anlatıyor. Öyle bakarsanız hip hopa kadar giden bir süreç bu. Sadece dert anlatmayan bir gazino kültürü var aslında. Hatta düğünlerde bile Derdiyoklar siyasi parçalar çalıyorlar. “Yaz Gazeteci Yaz ya da Liebe Gabi diye bir şarkısı tamamen Almanya’daki ırkçılığa karşı duruş gösteren bir şarkı. Bir düğüne gideceksiniz konser izleyeceksiniz. O konserde çılgın bir show, artı siyasi bir tavır var. Böyle baktığımızda bu müziklerin hepsi, bizim en azından anlattıklarımızın %90’ı hayatla iç içe. Yaşanılan hayatı anlatan müzikler. O açıdan filmimiz tamamen bir müzik filmi değil aslında. Hem göçün tarihini anlatıyor bir nevi, hem de müzikleri anlatıyor. 

    Aynı zamanda gazino kültürü varken de problemler var. Bir hafta sonu eğlence kültürü. Pazartesi günü yine işe başlayacaklar, yine yeraltında, bantlarda, fabrikalarda çalışacaklar. Bizim anlattığımız dönem tamamen refahlama dönemi değil, öyle bir şey yok zaten. 

    facebook Tweet
    Öneriler
    Back to Top