İlgiyle takip edilen festivalin beşinci gününde, önümüzdeki yıllarda adlarını sıkça duyacağımız yeni sinemacıların filmlerinin yer aldığı İlk Filmler bölümü kapsamında 1976 ve Medusa Deluxe filmlerinin gösterimleri gerçekleşti. Screen Dergisi tarafından 2021 yılında Geleceğin Yıldızları arasında gösterilen Thomas Hardiman’ın ilk uzun metraj filmi Medusa Deluxe, birbirinden eksantrik kuaförlerin katıldığı yılın kuaförü yarışması sırasında gerçekleşen bir cinayet sonrası gelişen olayları konu alıyor. Bu yıl Cannes Film Festivali Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yarışan, Manuela Martelli’nin ilk uzun metrajlı filmi 1976 ise Şili’de Pinochet döneminde bir kadının kadın düşmanlığı ve yolsuzlukla mücadelesini araştırıyor.
Kısa Film Seçkisi Kapsamında Beş Film İzleyiciyle Buluştu
Can Merdan Doğan’ın yazıp yönettiği, başrollerinde Nihal Yalçın ve Murat Kılıç’ın yer aldığı Stiletto, geceleri taksi şoförlüğü yapan Hasan’ın, sabah eve dönerken stiletto giymiş genç bir kadın görmesiyle arzuları uyanmış bir halde o gün sıradan hayatının sınırlarını aşarak karısı ve çocuklarıyla birlikte bir felaketin eşiğine sürüklenmesini beyazperdeye taşıyor. Stiletto gösterimi sonrasında yönetmen Can Merdan Doğan, oyuncular Nihal Yalçın ve Murat Kılıç’ın katılımıyla söyleşi gerçekleşti.
Yönetmen Can Merdan Doğan, “Benim motivasyonum aslında çocukluğum öncelikle. Her zaman nasıl giyinmem, toplumda nasıl davranmam, nasıl konuşmam gerektiği bana tarif edildi ve bu çok yorucu bir şey. Bu tarif ettiğim yerde aslında cinsel kimlikler-yönelimler dışında insan olarak hepimiz sürekli tarifin içerisinden geçiyoruz. Ve sürekli bir role maruz bırakılıyoruz. Ve hep bir şey olmak zorundayız. Ben de bunun dışında, bu tariflerin hiçbir öneminin olmadığını anlatmak istedim. Hayatta sadece mutluluk araçlarımızın olduğu, mutluluk araçlarıyla da birçok şey yapabileceğimizi ve birçok şey olabileceğimiz bir dünya kurmak istedim” şeklinde filmde anlatmak istediklerine değindi.
Nihal Yalçın oynadığı karakterle ilgili “Çok geleneksel yapının içinde bir kadın. İki erkek çocuğu büyütüyor. Geleneksel formda bize dayatılan kalıpların içinde bir kadın” şeklinde tanımladı. Ayrıca seyircilerin film hakkında görüşleriyle ilgili de “harikasınız, böyle düşünüyorsanız çok umut verici” dedi.
Türkay Döşkaya yönetmenliğindeki Rüzgâr İçinde ise kendisini çağıran rüzgârın peşinde, aradığını bulmak için ormana ulaşan bir karakteri ve doğayı merkezine alan deneysel bir kısa film. Konu itibarıyla farklı olan ve görsel açıdan zenginlikleri barındıran filmin gösterim sonrasında seyirciyle buluşan yönetmen Türkay Döşkaya “Aynı hikâyenin aynı başlangıç ve sona doğru ilerlediği üzerinden düşününce bu hikâyenin hiç değişmediğini ve insanların binlerce yıldır aynı şeyi var ettiğini görüyoruz” şeklinde ifade etti.
Bir taşra belediyesinde cenaze hizmetlerinde çalışan Rıza ve Sabit’in, kimsesiz bir cenazenin defin işlemleri için yaptıkları yolculukta başlarına gelenleri konu alan kısa film Belki Bir Gün Gideriz, İnan Erbil imzası taşıyor. Sinemaseverlerle buluşan filmin yapımcısı Turan Kubilay hikâye ve karakter yaratımla ilgili esinlendikleri konudan bahsedip tamamen kurmaca bir hikâye olmadığını ve esinlendiklerini söyledi.
Ali Ercivan’ın ilk kısa filmi Lekesiz, rüyasını gerçekleştirip sınıf atladığına inanan bir adam ve zaten hep oraya ait olmuş, kendince yüksek farkındalıklı bir kadının bir lekeyle başlayan çöküşlerini anlatıyor. Filmin yönetmeni Ali Ercivan ve oyuncuları Nezaket Erden, Hakan Emre Ünal ve Kayhan Açıkgöz gösterim sonrası sinemaseverlerle bir araya geldi. Yönetmen Ali Ercivan “Filmin bir sürü kancası var. Seyirciyi neresinden yakalarsa oradan bir anlam, hissiyat uyansın, aslında temel dert o. Filmin ilk sekiz dakikası seyirciye birçok veriyor” şeklinde ifade etti.
Kısa filmde çalışmanın uzun metrajda bir filmde yer almanın farklarıyla ilgili oyuncu Nezaket Erden “Uzun metrajdan hiçbir farkı yok aslında. Zaman olarak daha kısa sürüyor. Gösterilen tüm emek, çaba, özen birebir aynı” derken; Kayhan Ünal “Nezaket’in de dediği gibi kısa filmde çalışmak uzun metrajdan hiç farklı değil hatta daha zor. Çünkü çok az malzeme var, karakteri oynayabilmek için yeterince malzeme yok. Kendin bulmak zorundasın ve yazılandan da farklı olmaması gerekiyor. Bu çok zor mesela. Uzun metrajlarda bu konu daha kolay” şeklinde görüşlerini belirtti.
Arda Gökçe’nin yalnızlık, yabancılaşma ve iletişimsizlik kavramlarını irdeleyen ilk kısa filmi Sıradan Bir Gün’de, Meli Bendeli’nin canlandırdığı ana karakter Tolga, kentsel kültüre dayalı modernleşmenin, bireyselleşmenin ve varoluşsal anlamda kendini gerçekleştirmenin sancılarını yaşıyor. Arda Gökçe ve Meli Bendeli, gösterim sonrası filme dair merak edilenleri cevaplamak üzere seyircilerle bir araya geldi. Gökçe, filmde yer alan bavulun temsil ettikleri hakkında “Herkes için farklı olduğunu düşünüyorum. Yolda görülen bir bavul kimi için bir korku sembolü olabilir kimi için ayrılığı çağrıştırabilir. Bu çeşitlilik de hoşuma gitti” diyerek ifade etti.
13 yaşındaki bir Yahudi çocuğun Şabat gününde gerçekleştirilecek Bar Mitzvah töreni öncesi yaşadıklarını üç kuşağın gözünden trajikomik bir dille anlatan, gösterim sırasında Ayvalık’ta olacak yönetmen Sami Morhayim imzalı Susam’da başrolleri Fatih Al ve Feri Baycu Güler paylaşıyor. Morhayim buruk bir eğlence şeklinde nitelediği filmi hakkında söyleşide Susam’ın kendisi olmadığı ama hayatından izlerin yer aldığını belirtti.
Ulusal ve uluslararası festivallerde gösterilmiş, son dönemin çok konuşulan yerli yapımlarından Türkiye’den Filmler bölümünde Zuhal ve Kerr, festivalin beşinci gününde izleyiciyle buluştu. Nazlı Elif Durlu’nun kara komedi türündeki ilk uzun metraj filmi Zuhal, başarılı bir avukat olan ve İstanbul’un merkezinde yalnız yaşayan Zuhal adlı bir kadının evinin derinlerinden gelen bir kedi sesinin peşinde çıktığı çaresiz arayışı ve o güne dek yüzlerini bile görmediği komşularıyla yaşadığı absürt karşılaşmaları konu alıyor. Filmin başrolündeki Nihal Yalçın, yönetmen Nazlı Elif Durlu ve kurgucular Buğra Dedeoğlu, Selda Taşkın film sonrası söyleşide izleyicinin sorularını yanıtladı.
Kadın üzerinden bir anlatım yapmak istediniz mi? sorusuna yanıt olarak yönetmen Nazlı Elif Durlu “Biraz kendiliğinden oldu ama yazım sürecinde Zuhal için başka seçimler yapsaydık nasıl bir hayatı olurdu diye konuştuk. Ve başka seçimler yapsaydı da ne gibi sorunlar olurdu diye kurduk. Zuhal karakteri avukat olmaya karar vermiş. Kariyerine önem vermiş. Kağıt üzerinde hayatındaki her şey yolunda gidiyor gözüküyor. Ve biraz da diğer insanlarla arasına duvarlar ören bir karakter. Yavaş yavaş o duvarlar kırılıyor. Yavaş yavaş insanlarla temasa geçiyor diyebiliriz” dedi. Oyuncu Nihal Yalçın canlandırdığı Zuhal karakteri için “Aslında bir çoğumuzun yaşadığı, kendi iradesiyle birlikte seçmediğini düşündüğüm bir mesleği, seçmediğini düşündüğüm bir koltuğu ve yaşamayı hayal etmediğini düşündüğüm bir evi hatta belki de çok hoşlanmadığını düşündüğüm bir sevgilisi var. Aslında o bir kurgunun içinde. Ve uyandığında bence zihnini de durdurmak için başka şeyleri duymaya başlıyor” dedi.
Tayfun Pirselimoğlu’nun aynı adlı kendi romanından uyarladığı, Erdem Şenocak’ın başrolünü üstlendiği Kerr, babasının cenazesi için geldiği kasabada bir cinayete tanık olunca sıkışıp kalan bir adamın hikâyesini anlatıyor. Varşova Film Festivali’nde ilk kez izleyiciyle buluşan film 58. Antalya Film Festivali’nden En İyi Yönetmen, FİLM-YÖN En İyi Yönetmen ve En İyi Müzik ödüllerini; 41. İstanbul Film Festivali’nde ise En İyi Yönetmen ve En İyi Sanat Yönetmeni ödüllerini kazandı. Yönetmen Tayfun Pirselimoğlu, yapımcı Vildan Erşen, oyuncular Erdem Şenocak, Rıza Akın ve görüntü yönetmeni Andreas Sinanos filmden sonra sinemaseverlerle bir araya gelerek soruları yanıtladı. Ekibin uzun süredir birlikte olmasıyla ilgili yönetmen Tayfun Pirselimoğlu “Ekipteki arkadaşlarla çok uzun süre bu işleri yapma gibi konforum var. Birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Konuşmadan anlaşabiliyoruz. Dolayısıyla bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu çok rastlanabilir bir şans değil. Bu bir tercih tabii. Kendimi rahat hissettiğim, onların da birlikte yol alırken keyif aldığımız bir işi yapıyoruz” diye ifade ederken, Rıza Akın da “Tayfun Hocam ile zaman zaman bir araya geliyoruz konuşuyoruz. Senaryoyu okuduğumuz zaman bizim sohbet ettiğimiz konulara yakın bir tablo ortaya çıkıyor. Biz karakter üzerine de çok fazla tartışmıyoruz. Genelde çerçeveye çiziyor hoca” dedi. Erdem Şenocak ise Pirselimoğlu’yla ilk filmi olduğunu belirterek kendisini çok şanslı hissettiğini belirtti. Yapımcı Vildan Erşen, filmin dört haftada çekildiğini belirterek ayrıca çekim yerlerinden bahsetti.
Bu Dünyanın Çocukları başlıklı bölüm kapsamında Bebek Servisi ve Kurtarıcı adlı filmleri gösterildi. Shoplifters, Like Father Like Son, After Life filmleriyle tanınan Kore-Eda Hirokazu’nun Bebek Servisi (Broker) filmi, genç yaşta ebeveyn olan ergenlerin evlatlık bebek ticaretine bulaşmalarını konu alıyor. Filmin başrol oyuncusu Oscar ödüllü Parasite filminin yıldızı Song Kang-Ho, filmdeki rolüyle Cannes’da En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. Louis Garrel imzalı kara komedi Kurtarıcı (Crusade) ise, gizemli projelerini finanse etmek için işbirliği yapan yüzlerce çocuğun hikâyesini anlatıyor. Dünyanın farklı yerlerindeki bu çocukların projelerinin hedefi ise gezegeni kurtarmak... Yaratıcı drama eğitmeni Elif Özsoğuk, film gösterimi sonrasında çocuklar için bir atölye çalışması gerçekleştirdi.
Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin başta Cannes Film Festivali’nde izleyiciyle ilk kez buluşan filmler olmak üzere yılın iddialı yapımlarının yer aldığı Uluslararası seçkisinden ise Hallelujah: Leonard Cohen, A Journey, A Song filminin gösterimi gerçekleşti. Dan Geller ve Dayna Goldfine imzalı Hallelujah: Leonard Cohen, A Journey, A Song; Cohen’in bu çok cover’lanan şarkısının plak şirketi tarafından reddedildikten sonra liste başı bir hit’e dönüşmesinin yolculuğunu anlatıyor. Bu yolculuğaCohen'in kişisel defterleri, dergileri ve fotoğrafları, performans görüntüleri ve son derece nadir ses kayıtları ve röportajlar eşlik ediyor.
Son olarak Aslı Ildır, Fatih Özgüven ve Tayfun Pirselimoğlu’nun konuşmacı olarak katıldığı “Şu Anlaşılmazlık Meselesi: Bir Filmi Anlamamak” paneli Ayvalık Sanat Kültür ve Eğitim Vakfı’nda ilgiyle takip edildi. Pirselimoğlu “Filmlere yönetmen olarak bakıyorum. Bu yazarların anlatımlarından farklı olabiliyor. Filme baktığımda olasılıkları görüyorum. Birçok kişinin iyi dediği filmde kaçırılmış ihtimalleri görebiliyorum” diye görüşünü iletti. Disiplinler arası karakter konusu hakkında “Beni yazar olarak bilenler yönetmenliğimi bilmiyor. Yönetmenliğimi bilenlerse yazarlığımı bilmiyor genellikle. Ama kendi dünyam içerisinde bunlar birbirini tamamlıyor tabii” şeklinde belirtti. Filmlerinin anlaşılmadığının düşünülmesiyle ilgili ise “Yaptığım şey anlaşılamaz, anlaşılır hâle getireyim, demeyi sıkıntılı buluyorum. Seyircinin anlaması için özel bir çaba göstererek yazmıyorum” diye belirtti. Fatih Özgüven film eleştiri yazılarının anlaşılmaması üzerine “Bunu bir iltifat kabul ediyorum. Aklım sinema üzerine yazarken hem sinema hem edebiyata gidiyor. Bu şekilde anlatmaya çalışıyorum” ifadelerini kullandı. Sinema yazılarını okumak üzerine ise Özgüven, “Yazarların sinema yazılarını severek okurum. Ama filmden önce sinema yazısı okumam. İzledikten sonra sevdiğim yazarların film hakkında yazdıklarını merak ederim” düşüncesini belirtti.