Doğum orgazmı kavramı da ilk kez sizin filminizde tartışmaya açılmış olabilir mi?
Önder Şengül: İlginç bir anektoddur, doğum orgazmı diye bir söz ile tanıştım. Daha senaryoya finans bulma aşamasındayken, bir arkadaşım telefonda biriyle tanıştırdı beni. Telefondaki kadın ‘siz, çocuğunu ormanda tek başına doğuran bir kadının hikayesini yazıyormuşsunuz, o kişi benim’ diye başladı konuşmaya. Çok şaşırmıştım. Bu kadın, ayrı zamanlarda, iki çocuğunu da gece vakti bir kumsalda kimseden yardım almadan yalnız başına doğurmuş. Ve bunun doğum orgazmı ile ilgili olduğunu söylemişti bana. Gerçekten çok şaşırmıştım. Ben filmime doğumdan sonra nehirde temizlenme sahnesi koymuştum ve bu doğum orgazmını araştırınca doğum sonrası yıkanma, yani abdest alma ile ilgili kaynaklara denk geldim. Bilmiyordum böyle bir şey olduğunu. Final sahnem iyi isabet olmuş.
Biz kadın ile ilgili değil insanla ilgili bir hikaye anlatıyoruz.
Peki bunu anlatırken kullanılan dil bazen tam da eleştirisini yaptığınız eril düzene hizmet ediyor olabilir mi?
Önder Şengül: Net bir şekilde söyleyebilirim ki; biz kadın ile ilgili değil insanla ilgili bir hikaye anlatıyoruz. Bu insanın hikayesi, başrolde kadın var sadece. İnsanın gücünü kadından daha iyi ifade edecek bir şey olduğunu düşünmüyorum, o yüzden başrolümüz kadın. Bu filmde kadın kadın olduğu için dışlanmıyor ya da istismar edilmiyor, sesini çıkaran, sisteme karşı duran bir insan olduğu için dışlanıyor. Başrol kadın ve hamile. Kadın filmi gibi algılanıyor. İnsanlığın gücünü kadının doğurması üzerinden anlatıyoruz. Temel hikayemiz bu. O yüzden kadın hikayelerinden ayrılıyor olabiliriz.
Şamil Kafkas: Eril ve dişil en ufak bir aile topluluğunda ya da kasabada, köyde dengede olduğu zaman sağlıklı ve iyimser bir halde ilerliyor. Ama ataerkil düzende eril enerji yüksek olduğu için kontrol mekanizmasını elinde tutup sadece kendi kurallarına uyulmasını istediği için, eril enerji kötücül bir yere doğru odaklanıyor. Dengeli olan ile dengesiz olan arasındaki ilişkiyi yansıtmaya çalıştık.
Peki şamanizme olan ilgi nereden geliyor?
Önder Şengül: Deneyimlerimden geliyor. Ben daha kırsala taşınmadan önce ilgilenmeye başladım. Aklı beş karış havada değil, ayakları yere basan biriyim. Okuyup araştırıyorum, semboller üzerine. 2001 yılından beri sektördeyim. Bu yüzden kariyerimi bırakıp, köye taşındım. Kendi imkanlarımı yaratıp, bir film yapma yoluna koyuldum. Bu benim ve hepimiz için bir ilk ve güzel bir başlangıç. Çok bunlarla değil toprak ile ilgili bir film çekerek, insanların sezgilerine dair bir iş yapmaya çalıştık. Doğa ile insan ne kadar ayrılıyorsa, insan ile kültür de o kadar ayrılıyor. Doğa ile kültür aynı şey. Modern toplumda bunlar ayrılmış durumda. İnsanla doğa aynı şey. Çok dikkatli bakarsanız bunun en iyi örneği kadın.
Doğa gibi kadın da besliyor, üretiyor…
Önder Şengül: Evet, bunun farkına varmak yeterli. Eril olan da yıkıyor. Eril olan yanlış demiyoruz, dengesiz diyoruz. Bu o kadar soyut bir konu ki, gerçekten anlatması zor. İlk filmini çeken biri için de çok riskli bir girişimdi, umarım yerine ulaşır. Umarım kendisini tekrar izletmeyi başarır ve bu mesajlar da izleyiciye geçer.
Festival deneyiminiz için neler söylersiniz?
Önder Şengül: Her filme saygımız büyük. Bu filmlerin yapılması çok değerli, yarışması ise çok değersiz ama ödüller de teşvik unsuru… Her ne kadar biz yarışmıyoruz desek de, sistem sizi içine çekiyor. Biz de belki şu ödülü alırız diye aramızda konuştuk tabii.
Röportaj: Gizem Ertürk