Bilim kurgunun zorluğuyla da bağlantılı olarak aslında işin teknik kısımlarını da çok merak ediyorum. Filmin açılış sahnesinde bir tepe açı gördük. Önce elmayı sonra aileyi gördüğümüz bir açıydı. Bu daha hikâye başlamadan onların yer altında yaşayan insanlar olduğuyla ilgili bir bilgi mi yoksa biz sistemin yerine geçip tanrısal bir yerden mi baktık acaba o insanlara?
S.A: Aslında oradaki simgesel metafor, Adem'le Havva'dan tutun, yani o tanrısal güçten tutun seyircinin empati kurmasını istediğimiz; “Bakın şimdi siz yeraltına doğru bir hikaye izleyeceksiniz,” duygusunu tamamlamaya kadar giden bir açı tercihiydi. İlk andan itibaren aklımdaki tek şeydi; masada bir elma ve etrafında oturan insanlar. Gerçekten de bu açı iki taraflı. Bir anlamda bizi Martin Scorsese gibi tanrısal bir bakışa yönlendiren bir matematik. Ama bir taraftan da o tanrısal bakışın dışında Adem'le Havva'ya kadar giden bir sürecin, yeraltı sürecinin de belirtisi.
Ana karakter kadının aslında ölen ablasının çocuğu ve onun eşiyle birlikte yaşıyor olması da benim çok ilgimi çeken bir detaydı. Evlenmek değil, “birleşme” deniyor sanırım filmde. Aslında çok eski, feodal bir konuya da değiniyorsunuz.
Dünyada şu anda da bazı topluluklar çok kapalı yaşıyorlar. Yani dışarıdan birini asla aralarına almıyorlar. Amerika'da da var böyle küçük topluluklar. Sadece turist olarak o şehirlere gidebiliyorsunuz. Aslında minik minik ülkeler bunlar. Toplumumuzun içinde de çok var. Ama özellikle Yahudi toplumunda bu kapalı evlenme sistemi ortak bildiğimiz bir gerçek.
Filmde de bilinmeyen bir sistem var. Başkanını bile bilmiyorsun. “Gençler” deniyor ama belki de gençler bile değil, yaşlı biri yönetiyor. Kimse farkında değil. Yani robotlar bile yönetiyor olabilir. Sistem dediğimiz şey sadece bencillik aslında. Yani insanoğlunun bencilliği.
Burası kapalı bir topluluk olduğu için kendi 2121'lerini korumaya çalışıyorlar bir taraftan da aile olarak. O feodal yapı benim yönetmen olarak gözümden yüz yıl sonra da değişmeyecek. Biz o aile yapısını bir türlü bozmak istemiyoruz. Kendimizin bildiği çerçeveyi bozmak istemiyoruz. Onlar 2121 ve başka bir şey olmak istemiyorlar.
Filmin çeşitli bakış açılarıyla okunmaya açık olmasından söz ettiniz. Ben de bugünle olan benzerliği üzerinden okudum filmi. Bizim de bir manada, belki daha soyut bir anlamda yer altında yaşıyor olduğumuzu düşündüm. Bu gelecek aslında gerçekten o kadar da distopya mı yoksa bazı şeyleri ekleyip çıkarsak bugünü mü anlatıyor acaba?
S.A: Zaten bir distopyanın içinde yaşıyoruz ama umudu elimizden bırakmadan. Filmde yaşlılar esasında gençken bu düzeni kuranlar. Ama bugünün isyancıları da yeni yaşlılar. Bu noktada değinmek istediğiniz; insanların hep aynı hayatı yaşayacakları, hep genç olacaklarını, hep aynı standartları koruyacaklarını düşünmeleri mi? Yani insanlar ileride başına ne geleceğini düşünmüyor mu acaba? Hoşuma giden bir “çapulcu yaşlılar” tanımlaması da vardı hatta.
Evet, biz yarını düşünmeden yaşıyoruz. Zaten yüz yıl sonra da hapsolmuş bir aileyi de gördüğümüz resimde yarını düşünmeden yaşayan gençlerin yarının yaşlılarının sonucu. Bir kısır döngüde yaşıyoruz. Yani farelerin kafeslerine koyduğumuz, bütün gün oraya atlayıp oynadıklarını zannettiği o çarkın içinde gidecek yerleri olmadığını bilmeleri gibi ya da günümüzde kullandığımız yürüme bandı gibi gidecek yerimiz olmadığını bile bile o bandın üstünde yürüyoruz.
Biz bir kısır döngüde yaşıyoruz. Elmayla hikâyenin başlayıp elmayla sonlanması da budur. Gençliğimizde yaşlılığı düşünmüyoruz. Yaşlılığımızda gençliği düşünmüyoruz. Buna kuşak çatışması deyip aradan sıyırılıyoruz. Birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz. Gelecekle ilgili kaygılarımızı çok da önemsemiyoruz. Çünkü şu anda yaşıyoruz. Zaaflar ön plana çıkıyor.
Yani geçmişlerinde yaşlılar, gençlere çapulcu dediler. Bir şeyler değişiyor, düzen değişiyor, sistem değişiyor. Bu sefer de yaşlılar çapulcu oluyor. Niye? Gençlerin kurduğu düzenden rahatsızlar. Ölüme terk edildikleri bir resimle karşılaşıyorlar. Yani o kısır döngü bitmiyor.
Türkiye’de örneklerini çok fazla görmediğimiz bir tür bilim kurgu. O yüzden iyi bir işle karşılaşmak oldukça heyecan verici. Bu noktada cast’a da çok iş düştüğü açık. Çünkü ben en çok o donuk ifadenin bize geçişinden etkilendim. Bu insanlar nasıl robotikleşmişler?
S.A: Filmi yazarken Selen Öztürk ve Ayşenil Şamlıoğlu ile çalışmayı hayal etmiştim. Cast direktörüm Selim Bahar’ın seçimlerine ve sezgilerine çok güvenirim. Selim senaryoyu okuduğunda aynı isimleri söyledi ve çok mutlu oldum. Çağdaş Onur Öztürk tamamen Selim’in başarısıdır. Sukeyna Kılıç ile de yıllar önce bir başka filmde çalışmıştık. Sonrasında da bütün ekibi kurarken iki şeye önem verdim; bir : deli olmaları lazımdı, iki: cesaretli insanlar olmalıydılar. Projeye inanmaları lazım. Çünkü kolay bir şey değil. Yani ilk filmini çeken bir yönetmen bilim kurgu çekiyor.
Selen'e senaryo gitti ve gönderdikten bir saat sonra telefon geldi. Çünkü yönetmen görüşü de yazmıştım. “Ben bu projede kesinlikle varım,” dedi Selen. Ayşenil Şamlıoğlu da; “Bir kadın bilim kurgu çekecek ve ben o işin içinde olmayacağım. Deli olmam lazım,” dedi. Çok beğendi projeyi. Önemli bir monoloğu var filmde; o kadar içten, o kadar iyi bir oyunculukla oynadı ki kesmede çok zorlandım. Senaryoda yazdığın gibi uzun ve seyirciye geçmeyen yerleri ayıklıyorsun ister istemez ama özellikle o sahnede kesmek zorunda kalınca çok zorlandım. İnsan sevgililerini öldürür mü? Bazen zorunda kalıyoruz işte.
Oyuncularımızın hepsi inanılmaz! Bizim grubumuz var “2121”, iki senedir açık. Bütün ödülleri paylaşıyoruz. Onlar bütün bilgileri paylaşıyor. Sosyal medyalarından sürekli destek oluyorlar. Yani bunu kolay kolay elde edemezsin. Oyuncularımızla biz bir bütünüz. Bir filmin bunu sağlaması onların ne kadar inanarak parçası olduğunu da gösteriyor.
Röportaj: Hümay Ongan