Yaşlılar, pandemide yük gibi görüldü sistem tarafından. Kimi ülkelerde huzur evlerinde insanlar ölüme terk edildi. Biraz bununla da ilintili mi acaba film?
Pandeminin de tabii ki etkili olan tarafları çok fazla. Bir ailede bir doğum ve bir ölüm aynı anda olur. Çok rastlanılan bir şeydir. Bir bebek bekler biri ama o ailede başka bir haber alırsınız, bir cenaze kalkacaktır. Yani o dengeler zaten kendi içinde bir sistem oluşturuyor.
Bu fikri kenara yazdıktan sonra pandemi döneminde bu çığ gibi büyümeye başladı içimde. Eve zaten hapis olmuştuk. Yani kapalı alan duygusunu yaşıyordum birebir. Üzerine camı açtığımda doğanın kendini nasıl insanlardan arındırdığında tertemiz hale gelip yeniden kendi doğumunu gerçekleştirdiğini görüyordum. Egzoz dumanı yoktu, terk edilen alanlarda yeşillenme arttı. Biz birebir iki seneye yakın dünyaca aslında bunu yaşadık. Ve tabii ki onlardan biri de bendim.
Bu fikrin üzerine pandemi döneminin sıkıntıları beni daha da coşturdu. Ben çok büyük bir korona süreci geçirdim ve hastanede 20 gün kaldım. Bu beni çok etkiledi. Yani bu hikâyeyi bir an önce üretime geçirme konusunda tetikleyen bir süreç yaşadım hastanede. Gerçekten robotik kıyafetlerle hemşireler geldi. Eşimle görüşemedim. Konuşamadım. Sıtma geçirdim. O ilk beş gün çok zorluydu. Bu durumu yaşayınca kişisel olarak mükemmeliyetçi yapımdan bir an önce sıyrıldım. Filmi çektiğimde 43 yaşındaydım. Yani benim gibi çok istekli bir yönetmen uzun metrajını neden bu yaşa kadar çekmedi? Bazen olmuyor. Çünkü o bekleme evresinde hep mükemmeliyetçi bakıyordum. Her şey dört dörtlük olmalıydı. Pandemi döneminin etkisi bu filmi çekmek oldu gerçekten. Çünkü şunu öğrendim o kapalı alanda; ölüm ve yaşam arasındaki çizgide bir şey üretmek istiyorsan üretmelisin, beklememelisin. Yani filmi bana korona çektirdi diyebilirim.
Her şey doğanın etkisiyle oluşuyor. Betonun arasından bir tane küçücük bir yeşil kendine yer bulur. Şaşırırız, betonun arasından nasıl çıkmış bu diye. İşte doğa böyle bir şey. Doğa, insanoğluna çok fazla imkân sunuyor. Ama bizim bencilliğimiz sebebiyle de fazlasıyla hoyrat kullandığımız bir şey. Yani insan dışındaki canlılarla bir türlü barışamayan bir varlığız biz. Bitkiyle de barışamıyoruz. Ormana, ağaca hep bir kızgınlığımız var. Cami yapalım, apartman dikelim ya da hayvanları toplayalım, barınaklara kapatalım. Biz sokakta ya da yaşadığımız alanlarda doğa ve insan dışındaki varlıkları bir türlü kabul edemeyen bencil yaratıklarız.
Çok sevdiğim bir film daha var; Idiocracy. Bence oradan da etkilendiğim şeyler var. Orta zekâda bir adam yüz yıl sonra açılmak üzere donduruluyor filmde. Hemen hemen elli yıl sonra falan yanlışlıkla açıyorlar kapağı. Çıktığında bir bakıyor ki dünyanın en akıllısı kendisi olmuş. Bir anda bunu başkan ilan ediyorlar. Yani biz bu tarafa doğru da gidiyoruz bir yandan, zekâmızı da kaybediyoruz.
Bilim kurgu tasarlamak zaten kolay bir iş değil. Çok cesaret işi, deli olmanız, çok okumanız lazım. Bilimle iç içe olmanız lazım. Çok soru sormanız lazım. Çünkü bir tasarı yapmadığınız takdirde cevap alamayacak bir türden bahsediyoruz. O yüzden kafanız biraz deli dolu çalışmalı.