Hesabım
    Bir Zamanlar Gelecek: 2121'nin Yönetmeni Serpil Altın filmi Beyazperde'ye anlattı: “Gençlere nasıl bir dünya bırakıyoruz ve yüzyıl sonra bu insanlar nasıl yaşayacak?”

    Hümay Ongan'ın röportajı

    Serpil Altın Film

    Bu gerçekçi bilim kurgu atmosferini yaratırken sizi etkileyen bir kitap ya da film oldu mu?

    Tabii ki. 1984, ergenlik çağında okuduğum ve beni çok etkileyen bir kitaptı. Akabinde Cesur Yeni Dünya, beni oldukça etkiledi. Onların dünyaları hayal gücümü de tetikleyen kitaplardı. Ursula Le Guin’ün pek çok kitabı etkiledi aynı şekilde.

    Yönetmenler arasındaysa Yorgos Lanthimos. Özellikle Köpek Dişi filmi. Bu film ana akıma alışmış seyircinin asla kabul etmeyeceği bir filmdir. Ama günümüzde şartların ve kabul edilebilirliklerin de değiştiği bir dünyadayız. O sebeple seyirci artık bu filmi biliyor. Benim ilk keşiflerimden biridir Lanthimos. Çok severim tüm filmlerini. Ama özellikle Köpek Dişi, tek bir mekânda geçen ve bir aile üzerinden anlatılan hikâyesiyle ayrıca beni çok etkilemiş bir filmdir.

    Jean-Pierre Jeunet Sineması ve Wes Anderson'ın görsel estetiği de beni çok etkilemiştir. Ve tabii ki Dali'nin eserleri, gerçekçi bir kıyamet gününü anlatan The Three Sphinxes of Bikini eseri beni çok etkilemiştir. Bir de pandemi dönemi.

    Benzetmeler muhakkak her sanat akımı içinde kendine yer buluyor ama benzersiz olan üreten kişinin aurası ve o çuvala şimdiye kadar attıkları. Bütün konulara dair bir şeyler üretilmiş, biz sadece kendi dünyamızdan, kişiliğimizden, bakış açımızdan, yaşam şartlarımızdan bunu tekrar farklı bir formun içerisinde seyirciyle buluşturuyoruz.

    Hazır pandemi demişken o konuya da değinmek istiyorum. Bu fikir pandemi sırasında mı ortaya çıktı? Filmde bazı benzerlikler de olduğunu göz önünde bulundurarak soruyorum.

    Bu fikir aslında uzun zamandır var olan bir fikir. Korhan Uğur'un (2121’in ortak senaristi) yönetmenliğini yapacağı Nal ile Mıh filmini arka planda çalışırken kuşak çatışmalarıyla ilgili birtakım şeyler okuyorduk. O projenin de merkezinde olan bir konu. Bu sırada da kuşak çatışmalarıyla ilgili okuduğum kaynaklardan birinde yaşlanma yaşının oldukça geç olduğunu, ölüm yaşının hemen hemen 90'lara, 80'lere dayandığını gördüm. Bu da aslında dünyanın gitgide kalabalıklaşmasına neden oluyor. Bundan çok etkilenmiştim. Gene bilimden faydalanıyoruz aslında burada.

    Yani dünyanın kalabalıklaşmasının sebebi yeni doğumların olması değil, ölüm yaşının beklenilenin üzerinde geç yaşanıyor olması. Neden? Teknoloji gelişti. Bundan yüz yıl önce 40-50’li yaşlarda ölümler gerçekleşirken artık bu yaşlar orta yaş oldu. Bizim hikâyemizde organ bağışıyla ilgili de bir bakış açısı var. Bunun sebebi de aslında yaşlı nüfusun organlarının yüz yıl sonrasında yeni nüfustan daha iyi durumda olması. Yaşlılar, organ dönüşüm merkezine gönderiliyor. Yeni dünya düzeninde aslında yaşlıların organlarının daha sağlıklı olduğu, yeni doğanların organlarının kalitesinin düştüğünü gösteren bir alt metin var. Filmde ‘kıtlık kanunları’ gereği diyoruz ama buna bir eylem de ekliyoruz. Mekanik de bir şey bu.

    Yani dünyayı kurgularken o kadar çok şeyi hayal edip önemsemek gerekiyor ki bir yönetmen olarak beni en çok mutlu eden şey gerçekçi bulmanız. Bilim kurgu uçan arabadır, uzaylılardır gibi bir bakış açısı da var. Yüz yıl sonra bizi ne bekler? Teknolojik gelişme, Sophia mesela bugünlerde çok konuşulan yapay zekâ. Mesela yine yıllar önce çok fazla tasarlanmış uzaylıların dünyayı bir şekilde ele geçirmesi…

    Aslında biz başka bir taraftan baktık projeye perspektif olarak. Filmde teknolojinin de elinden alındığı bir toplum var. Ellerinde hiçbir şey yok. Bunu bilinçli olarak kullandık. Yine burada da göndermeler var, radyodan yapılan yayınlarda olduğu gibi Big Brother matematiğinin kullanılması; dünyadaki sistem her şeyi görür, duyar, bilir. Şu anda da biz bunu yaşıyoruz. Telefonlarımız bizim için birer ajan. Biz ajanlarımızla birlikte yaşıyoruz. Müthiş bir sistem yönlendirmesinin içindeyiz. O kadar karmaşık ki bunları düşünmek zaten delirtiyor insanı ve zaten ondan sonra bir film yapma isteği doğuyor.

    Aslında benim için motto “Sanat soru sordurur.” Ana karakterimiz, robotik bir dünya algısında yaşarken zamanla duyguları olan, bebeğini hisseden bir insana dönüşüyor. Feminist okumalara da çok açık bir film.

    Bu kutsal bir hikâye bir anlamda da. Doğum duygusu dünyanın da devamı için gerekli bir şey. Yani sadece kadınların kaldığı ve doğumun gerçekleşemeyeceği bir dünya da olabilirdi. Toplumsal cinsiyet eşitliğine inanıyorum. Erkek ve kadının bir arada yaşaması gerekir ama kadına çok da kıymetli bir hediyenin verildiği bir dünya düzeni var. Erkek doğuramıyor, kadın doğuruyor ve kararı kadın veriyor. Filmde söylenen bir cümle var; “İnsanın yaptığı iki şey var; biri dünyaya bir bebek bırakmak diğeri de hayalleri ve idealleri.” Aslında iki tarafa da sesleniyorum, çocuğu olmayan da hayallerini bırakabiliyor.

    facebook Tweet
    Benzer Haberler
    Öneriler
    Back to Top