Not:Yazı mecburi sürprizbozan (spoiler) içerebilir…
FX ve BluTV ortak yapımcılığında hayata geçen Alef dizisinden ilk haberler gelmeye başladığında, 2019 yılının Kasım ayındaydık. 8 bölümden ibaret bu polisiye diziyi seyretmemiz ise Covid-19’un mecburi karantinasına denk geldi. Bu sayede belki de hayatın olağan akışında bu yapıma denk gelemeyecek seyirci kitlesi dahi Alef’ten haberdar oldu ve dizinin başına oturdu. Zira hepimiz evlerimizde, televizyon ve internetteki seyir seçeneklerini fazla eleme yapmadan seyreder haldeyiz.
Bir Türk polisiye dizisi için iddialı bir sinematografiyle açılış yapan Alef’in yönetmen koltuğunda yeni nesil, ödüllü sinemacılarımızdan Emin Alper oturuyor. 2012 tarihli ilk filmi Tepenin Ardı’ndan sonra Abluka (2015) ve Kız Kardeşler (2019) ile politik sinema dilini karakterlerinin sıkışmışlıklarına kurgulayan Alper’in ilk dizi deneyiminde de bu tarzın izleri görülüyor.
Başrollerinde Kenan İmirzalıoğlu, Ahmet Mümtaz Taylan ve Melisa Sözen’i seyrettiğimiz Alef, İstanbul’da işlenen bir dizi gizemli cinayetin seri katilini bulmak için çalışan iki dedektif polisin, Kemal ve Settar’ın soruşturma sürecini ele alarak başlangıcını yaptı. İngiltere’den taze dönen genç ve hırslı komiser Kemal’in karşısında gerek emniyet içinde gerek özel hayatında yaşadığı her şeyden sıtkı sıyrılmış, tecrübeli cinayet dedektifi Settar konumlanıyor. Kemal’in yurt dışından sıla hasretinden dolayı dönmediği aşikârken, Settar kafasının sürekli dertli ve dumanlı çizilmesi de biraz önce bahsettiğimiz karakter sıkışmışlıklarının ilk adımları olarak karşımıza çıkıyor.
Önce boğazda bulunan bir transseksüel hayat kadının cesedi ile açılışını yapıyor öykü. Cesedin ortaya çıkışının da bir Hristiyan âdeti olan ‘to fota’ (denizden haç çıkarma) töreninde yaşanması, yapımın genel karakteristiği açısından manidar... Henüz daha ilk cinayetin araştırma sürecinde, dizeye adını veren ‘Alef’ simgesi ile tanışıyor seyirci. Ardından ismi çoktan unutulmuş bir yazar, F.A.K. kısaltmalarıyla hikâyeye dâhil oluyor. Tek kopyası 30 seneden fazladır ortada olmayan ve İslam’da tabir-i caize aforoz edilmiş tarikatlara dair bir romanın yazarı F.A.K. Bu hiç basılmamış gizemli eser (adı Gökkuşağı ki ilk cinayete de göndermesi var bu anlamda) ve yazarı da dedektiflerin yolunu İslam tarihi bölümünde öğretim görevlisi olan Yaşar Turan ile kesiştiriyor…
Öykü boyunca işlenen seri cinayetlerin birinde oldukça ünlü, muhafazakâr bir yazarın öldürülmesi, diziye esas dokusunu veren ikinci hamle oluyor. Bu ikinci cinayetin F.A.K adlı yazarın eseriyle bağlantısını Kemal çözmeye çalıştıkça, seyirci de seri katilin mesajını ve dolayısıyla senaryonun da alt metnini özellikle 3. bölüm itibariyle daha net anlamaya başlıyor… Karakterlerin kişisel hayatlarındaki çalkantıların yanı sıra, emniyet birimlerinin kendi arasındaki çekişmeleri, cinayet dosyalarına ‘üslerin’ müdahil olması gibi detaylar ve yan hikâyeler de ana omurgayı destekliyor.
Bu birden çok katmanlı örgü, Emre Kayış’ın kalemin çıkma. İlk 3 bölüm itibariyle kurguda taşların yerine yavaş yavaş oturduğunu söylemek mümkün. Cinnet getirip kadın cinayeti işlemenin boş vakit aktivitesine dönüştüğü memleketimizde, dört başı mağrur kurulmuş bir seri katil hikâyesini, İslami ve tasavvufi bir altyapı ile kurgulamak iyi bir çalışma ve yaratıcılık gerektiriyor. Dizinin öne çıkan farklılıklarından biri, tüm bu kesişmlerin uyandırdığı ortak merak duygusu.
İkincisi ise gerçekten görüntü yönetmenliğinden (Ahmet Sesigürgil), sanat departmanına (Sedef Gürtop) teknik yapının çok iyi kurulmuş olması. Emin Alper’in kamerasına, alıştığımız standartların üstünde bir ekip hizmet ediyor. Bu özen, doğası itibariyle evde seyrettiğiniz bir yapımın seyir zevkini arttırıyor.
Oyunculuklarda İngiliz Kemal olarak Kenan İmirzalıoğlu dürüst olmak gerekirse maalesef biraz yapay kalıyor. Karakterinin ortamdaki yabancılaşmasını yansıtabilmek adına oyuncunun takındığı tavır, maalesef seyirciyi de karakterden soğutuyor. Emekliliği gelmiş eski kurt polis Settar rolünde Ahmet Mümtaz Taylan, tam da umduğumuz hatta alıştığımız gibi; özellikle ağzına küfür çok yakışıyor, belirtmeden geçmek olmaz. Fakat platform itibariyle rahatça kullanılan küfür dozunun yanında bazı diyalogların da sarktığını, kulağa hiç gerçekçi gelmediğini eklemek gerek...
Son 5 yılda oynadığı her yan rolü karakteristik bir fenomen olarak akıllara kazıyan, AŞT’nin (Antalya Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları) duayen ismi Müfit Kayacan, Alef’te de yine kağıt üzerinde küçük gibi görünen bir rolü, adli tıp uzmanını Arap’ı kamera önünde ete kemiğe büründürüyor. Kayacan ile Emin Alper’in Kız Kardeşler filminde de beraber çalıştığını hatırlatalım.
Son bir not daha ekleyelim, Mercan Dede’nin özgün müziklerinden bağımsız özellikle Settar direksiyondayken fonda çalan nostaljik müzikler başlı başına bir ‘çalma listesini’ hak eder cinsten. 8 bölüm sonunda derli toplu bir soundtrack listesi paylaşılır umarız ki…
8 bölümlük Alef’in kalan 5 bölümü her Cuma akşamı saat 21:30’da BluTV’de ve FX ekranlarında yayınlanacak. Karantina günlerinde sürükleyici bir yeri yapım arayanlara tavsiye olunur.