Her zaman bir yerden başka bir yere taşınma konusu can sıkmıştır metropol insanları için. Her ne kadar rahatınızı bozma fikri can sıkıcı olsa da eğer ki bir metropolde yaşıyorsanız, ayak uyduramayacağınız çok az yer bulunuyordur dünya üzerinde. Ama ya göç etmek zorunda kalan insanlar? Hayalleri için, yaşamlarını kurtarmak için, bazen de yalnızca hayatta kalabilmek için haklarında hiçbir şey bilmedikleri kültürlere dahil olmaya çalışan insanlara ne oluyordur? O kültüre ait olmaya çalıştıkça kendi kültürüne yabancılaşmak; ama ait olmaya çalışılan kültürün diğer mensupları tarafından kabul görememek; o coğrafyanın eğitimine sahip olmayı bırakalım diline dahi hakim olamamak... Onlardan biri olmadan azınlıkların çoğunlukla olan iletişimsizliğinden doğan binlerce sorundan yalnızca birkaçını bilebilmemiz mümkün. Bu sorunların bir kısmını Dünya Göçmenler Günü'nde izleyebileceğimiz en iyi filmlerle öğrenelim...
In America (2002)
Jim Sheridan yönetmenliğinde üç Oscar adaylığı alan 2002 yapımı In America, İrlanda'dan hayallerini gerçekleştirmek için çocuklarıyla birlikte Amerika'ya taşınan bir John (Paddy Considine) ve Sarah'nın (Samantha Morton) hikayesini anlatır. Ama Hell's Kitchen, televizyonda izledikleri gibi büyülü bir yer değildir. Yarı otobiyografik olan In America, kasvetli atmosterinin içinde umudu yaratabilen bir göçmen filmi.
The Visitor (2007)
The Visitor, konferans için New York'a giden profesörün evine döndüğünde karşılaştıkları üzerine değişen yaşamını anlatır. Evinde yabancıların yaşadığını gören Walter (Richard Jenkins), onları kovmak yerine onlarla birlikte yaşamaya başlayacaktır. The Visitor, 11 Eylül olaylarının yarattığı göçmen sorunlarından yola çıkıyor.
La Promesse (1996)
Belçikalı Dardenne Kardeşler tarafından yönetilen La Promesse, Avrupa'nın çok kültürlü yapısındaki yabancı düşmanlığını anlatan en spesifik örneklerden biri. 15 yaşındaki Igor (Jérémie Reiner) ve oğluna tüm yolsuzlukları öğretmeyi görev edinen babası Roger (Oliviér Gourmet), göçmenleri çalıştırdıkları bir şirketi yönetiyorlardır. Göçmen işçilerden biri öldüğünde ise Roger ve Igor'un hayatı değişecektir.
Stranger Than Paradise (1984)
Usta yönetmen Jim Jarmusch tarafından çekilen Stranger Than Paradise, Amerikan kültürüne sahip olmaya çalışan üç arkadaşın hikayesini anlatıyor. O popüler kültüre ait olmaya çalışırken kendilerine ve birbirlerine yabancılaşan Wilie (John Lurie), Eva (Eszter Balint) ve Eddie'nin (Richard Edson) yaşadıkları, tam olarak arada kalmış göçmen kültürünü tasvir ediyor.
La Graine et La Mulet (2007)
Fransa'da yaşayan Tunus asıllı bir ailenin hikayesini anlatan Abdelatif Kechiche yönetmenliğindeki film La Graine et La Mulet, döneminin en iyi Fransız filmleri arasında yer alıyor. Slimane, aldığı destek sayesinde açma kararı aldığı kuskus restoranında her şey düşündüğü gibi gitmeyecektir. Fransız kültürü içerisinde öteki olma hikayesi sunan film, gelenekler Fransız kültürünün dışında yer alarak topluma olan tavrını belli ediyor.
Black Girl (1965)
Ousmane Sembene tarafından yönetilen La Noire De, yurtdışında yaşama hayali kuran Senegalli genç kadın Diouana'nın hikayesini anlatır. Adını dahi bilmediğimiz Fransız bir ailenin yanında klostrobik bir evde iş bulan genç kadının yaşadıkları ile, sömürgecilik sonrası yaşananlara Avrupa merkezli bir bakış atarız.
Ali: Fear Eats The Soul (1974)
Usta yönetmen Rainer Werner Fassbinder tarafından yönetilen Ali: Fear Eats The Soul, yönetmenin en güçlü işi olarak kabul ediliyor. Almanya'da Almanların sahip, Araplar'ın ise köle olarak görüldüğü dönemde geçen film, Fas'tan göçmen olarak gelen Ali ile kendinden çok daha yaşlı ve dul bir kadın olan Emmi arasındaki romantik hikayeyi konu edinir. Tabii ki bu sıradan bir aşk hikayesi değildir.
Dancer In The Dark (2000)
Lars Von Trier'in gözünden göçmen sorununu konu edinen ve başrolünde Björk ile Catherine Deneuve'yu barındıran Cannes ödüllü Dancer In The Dark, 10 yaşındaki oğluyla birlikte yaşam mücadelesi veren Selma adındaki bir kadının hikayesine odaklanır. Gittikçe görme yetisini kaybeden kadının, bu durumu herkesten saklaması gerekecektir. Trier, kendi hazırladığı Dogma 95 manifestosunun kurallarını bu filme müzik ekleyerek yıkmıştır.
The Immigrant (2013)
James Gray yönetmenliğindeki The Immigrant, 1921 yılında, hayallerine kavuşabilmek için Polonya'dan New York'a göç eden Ewa Cybulski'nin (Marion Cotillard) hikayesini anlatır. New York'a geldiklerinde kardeşi Magda'nın verem hastalığına yakalanması üzerine yanlış bir adamdan yardım isteyen Ewa, Bruno'nun (Joaquin Phoenix) zoruyla seks işçiliğine başlamak zorunda kalacaktır. Bruno'nun sihirbaz kuzeni Orlando (Jeremy Renner) olaya dahil olduğunda ise işler iyice karışacaktır.
The Godfather: Part II (1974)
The Godfather: Part II / Baba 2, Francis Ford Coppola'nın Baba serisinden çektiği ikinci film olarak Vito Corleone'nin (Robert De Niro) geçmişine değinir. 1920'li yıllarda geçen filmde göçmen konusu, özellikle Vito'nun Sicilya'da ailesinin başına gelenlerin ardından kaçma sahnesinde vurgulanır. Özgürlük Heykeli'ni gördüğünüzde umudun cisimleşmiş olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekten öyle mi?