Harika bir roman ve onu uyarlamaya istekli bir yönetmen, mükemmel bir eşleşme gibi görünüyor. Yazar açısından, hikayesinin yeni bir kitleye ulaşma ihtimali doğuyor ki bu, tanıtımı artırarak daha fazla kitap satışına yol açma potansiyeline sahip.
Diğer yandan film yapımcıları ise kanıtlanmış bir hikayeye ve önceden var olan bir hayran kitlesine sahip bir projeyle bilet satışlarını garanti ediliyor. Ancak çoğu zaman bu mükemmel görünen eşleşmenin sonu iyi bitmiyor.
Her sanatçı gibi yazarların da kendi sanatlarıyla ilgili belirli bir vizyonu var. Çalışmaları evrensel beğeni toplayan ve mali başarı kazanan bir filme dönüştürülse bile, yazarın hayal ettiğinden sapmaması kaçınılmazdır ve bu durum genellikle, ortaya çıkan eserin yazarı memnun etmemesine yol açar.
Şimdiye kadar Akademi Ödüllü filmlerden eskimeyen klasiklere kadar birçok sevilen film yazarların şikayetinden payını aldı.
İşte orijinal yazarların beğenmediği 10 film uyarlaması...
The Shining / Cinnet (1980)
Stanley Kubrick'in "The Shining" uyarlaması, birçok kişi tarafından şimdiye kadar yapılmış en büyük korku filmlerinden biri olarak görülüyor. Ancak filmin uyarlandığı aynı adlı romanın yazarı Stephen King bu düşüncelere katılmıyor. 2001'de The Paris Review'a verdiği bir röportajda King, filmin "motoru olmayan bir Cadillac'a benzediğini" söyledi: "Ona bir heykel gibi hayranlık duymak dışında gerçekten hiçbir şey yapamazsınız… Bilmeniz gereken her şeyi size söyleyen temel fark, sonudur. Romanın sonuna doğru Jack Torrance oğluna onu sevdiğini söyler ve ardından oteli havaya uçurur. Bu çok tutkulu bir doruk noktası. Kubrick'in filminde ise donarak ölüyor."
A Clockwork Orange / Otomatik Portakal (1971)
Stanley Kubrick mükemmel bir yönetmendi ancak uyarlamalarının yazarları memnun etmediği ortada. "The Shining"i yapmadan dokuz yıl önce, Anthony Burgess'in yazdığı, distopik bir yakın gelecekte geçen, şiddet yanlısı bir genç çetesini konu alan "A Clockwork Orange"ı uyarladı. Burgess, filmin tanıtımına yardım etti ve hatta filmin gerçek dünyadaki şiddete ilham verdiği yönündeki ilk iddialara karşı filmi savundu. Bununla birlikte, Robert Hofler'in Sexplosion'da (1968-1973 yılları arasında sanatta tabulara meydan okumayla ilgili bir araştırma kitabı) aktardığı gibi Burgess, filmin sözde kışkırttığı şeyden neden kendisinin sorumlu tutulduğunu rasyonelleştirmekte zorlandı: "Kubrick'in başarısı benimkini tümüyle yuttu ama yine de bazılarının, gençler üzerindeki kötü niyetli etki olarak adlandırdığı şeyin sorumlusu bendim." Sexplosion şöyle diyor: "Burgess ise filmden nefret etmeye başladı. Veya Kubrick. Veya her ikisinden de."
V For Vendetta (2005)
Gişe rekorları kıran aksiyonun, sosyal açıdan yüklü sembolizmin ve karmaşık bir yolsuzluk, güç ve intikam öyküsünün sürükleyici bir karışımı olan "V For Vendetta", şimdiye kadar filme alınmış en kutuplaştırıcı çizgi roman uyarlamalarından biri. Ancak çizgi romanın yazarı Alan Moore size ne bu film ne de diğer eserlerinden uyarlanan filmler hakkında çok fazla bilgi verebilir çünkü Hollywood'un hikayelerini istismar etmesinden tiksinerek, çalışmalarına dayanan herhangi bir filmi veya televizyon dizisini izlemeyi inatla reddediyor. Bununla birlikte, hikayesinin Amerikanlaştırılmış bir versiyonu olarak gördüğü "V For Vendetta" uyarlamasından özellikle hoşlanmıyor: “Faşizm ve anarşi kelimeleri filmin hiçbir yerinde geçmiyor. Kendi ülkelerinde siyasi hiciv yapamayacak kadar çekingen insanlar tarafından Bush dönemine ait bir benzetmeye dönüştürüldü.”
‘Willy Wonka & the Chocolate Factory / Willy Wonka ve Çikolata Fabrikası (1971)
"Willy Wonka ve Çikolata Fabrikası" gerçekten zamansız bir klasik. Gene Wilder'ın performansından müzikal şarkılara kadar, sonsuz eğlenceli olduğu kadar benzersiz de. Ancak yazar Roald Dahl filme pek olumlu bakmadı. Charlie ve Çikolata Fabrikası adlı kitabını beyaz perdeye uyarlaması için görevlendirildi ancak senaryoyu David Seltzer'in kendisine kredi vermeden yazması ve yaratıcı farklılıklar nedeniyle projeden kötü şartlarda ayrıldı. Donald Sturrock tarafından yazılan biyografisi "Storyteller: The Life of Roald Dahl", müziğiklerin, odağın Charlie'den Willy Wonka'ya kaymasının ve role Wilder'ın seçilmesinin Dahl'ın filmin beğenmemesine yol açtığını belirtti. Ama Sturrock'un belirttiği gibi, “Roald sonunda filmde 'pek çok iyi şey' olduğunu kabul ederek filme hoşgörüyle yaklaşmaya başladı. Ama o bundan hiç hoşlanmadı."
Das Boot (1981)
Wolfgang Petersen'in İkinci Dünya Savaşı klasiği yalnızca Almanya'nın en beğenilen filmlerinden biri değil; şimdiye kadar ekrana gelen en iyi savaş tasvirlerinden biri olarak değerlendiriliyor. Bir Alman denizaltısının mürettebatını takip eden klostrofobik atmosfer, savaşın psikolojik geriliminin meşakkatli bir tasviri olarak izleyicileri etkiliyor. Ancak Lothar-Günther Buchheim, romanının uyarlanması konusunda pek övgü dolu değildi. Yazar "Das Boot"un yapımından duyduğu dehşeti vurguluyor ve ortaya çıkan film için şunları söylüyor: “Depresyonda dolaşıyordum çünkü gördüklerim bu film için aklımda olanlarla hiç örtüşmüyordu. Yapılmayan filmimin bir Yunan trajedisinin nefesini ve şiddetini taşıması amaçlanmıştı. Bunun yerine yaratılan şeyin Amerikan modeline dayalı bir aksiyon filmi olduğu ortaya çıktı."
The NeverEnding Story (1984)
Wolfgang Petersen, yazarlar tarafından reddedilme geleneğini Michael Ende'nin fantastik macera romanından uyarlanan "The NeverEnding Story" ile sürdürdü. Bu, bir Alman yapımı için hem kritik bir başarı hem de ticari bir zaferdi, ancak Ende bundan hiç hoşlanmadı, hatta yapımcıları dava edecek ve adının jenerikten çıkarılmasını talep edecek kadar ileri gitti. Yazarın web sitesi michaelende.de, Ende'nin filmi yalnızca ticari başarı için yapılmış olarak gördüğünü ve bunu kendi bütünlüğüne bir saldırı olarak değerlendirdiğini iddia ediyor.
American Psycho / American Sapığı (2000)
Aslında seri katil olan bir yatırım bankacısını konu alan "American Psycho" Christian Bale'in muhteşem performansıyla sürüklediği bir psikolojik gerilim filmi, bir korku ve komedi karışımı. Kitabın yazar Bret Easton Ellis ise romanını beyaz perdeye uyarlama girişimine pek sıcak bakmadı ve şunları söyledi: "American Psycho'nun gerçekten bir film olarak işe yaradığını düşünmüyorum. Film güzel ama bence bu kitap uyarlanamaz çünkü konu bilinçle ilgili ve bu hassasiyeti gerçekten çekemiyorsunuz.”
Cool Hand Luke / Parmaklıklar Arasında (1967)
"Cool Hand Luke" mükemmel senaryosu ve Paul Newman'ın güçlü performansı sayesinde Amerikan klasiklerinden biri olsa da filmin eski bir mahkum ve yazar olan Donn Pearce'ın bir romanından uyarlandığını çok az kişi biliyor. Yazar filmde senarist olarak çalışırken sonuçtan pek de etkilenmedi ve Miami Herald'a şunları söyledi: “Amerika Birleşik Devletleri'nde filmi beğenmeyen tek kişi benim gibi görünüyor. Herkes buna bayıldı. 99 farklı şekilde batırdılar.” Telegraph'a göre Pearce, başroldeki Newman'dan da nefret ediyordu ve şunları söyledi: "Adam çok tatlı görünüyordu. Fazla sıskaydı. Yolda beş dakika bile dayanamazdı."
Breakfast At Tiffany’s / Tiffany'de Kahvaltı (1961)
Audrey Hepburn'ün "Breakfast at Tiffany's" filmindeki siyah elbiseli ve incili, elinde sigara tutan görüntüsü filmden bile daha ikonik hale geldi ama yazar Truman Capote, oyuncu seçimi seçimine, film uyarlaması hakkındaki fikrini gölgeleyecek kadar içerlemişti. Capote, Holly Golightly rolünü Marilyn Monroe'dan başkasının oynayacağını düşünmüyordu ve o da neredeyse istediğini elde etti, ancak Monroe sonradan rolü üstlenmekten vazgeçti ve stüdyo onun yerine Hepburn'ü seçti; bu Capote'nin bir ihanet olarak gördüğü bir hareketti.
Mary Poppins (1964)
Disney'in kataloğundaki filmler arasında çok azı 1964 yapımı "Mary Poppins" kadar kalıcı, ikonik ve çekicidir. 13 Oscar adaylığından beşini kazanan film o kadar büyük bir finansal başarı elde etti ki Walt Disney'in arazi satın almasına ve Disney World'ü inşa etmeye başlamasına olanak sağladı, ancak film, kitabın yazarı P. L. Travers'ın standartlarını karşılamadı. Valerie Lawson'ın "Mary Poppins, She Wrtoe: The Life of P. L. Travers" adlı biyografi kitabına göre yazar "filmin kitapların ruhuna aykırı olduğunu, sadece renkli bir fantezi olduğunu, gerçek olmaktan uzak olduğunu" düşünüyordu ve ilk gösteriminin ardından beş dakikalık ayakta alkışlama boyunca ağlayarak oturdu.
Kaynak: Collider