Bazı filmlerin setinde yaşanan talihsiz kazalar ya da filmin yapım sürecindeki diğer kazalar ve ölümler, o filmlerin lanetli olduklarına dair şehir efsanelerinin doğmasına yol açıyor. Hatta bazı durumlarda bu lanet efsanesi, filmin kendisinden bile daha popüler hale gelebiliyor.
Bir filmin çekimleri sırasında pek çok şey ters gidebilir ancak aksilikler ve trajediler özellikle korku filmlerini buluyor gibi görünüyor. Dün hayatını kaybeden William Friedkin'in ikonik filmi "Şeytan", Richard Donner imzalı "The Omen" gibi doğaüstü korkuyu ele alan filmlerin başına gelenler, genellikle bu filmlerin daha fazla bilinmesini ve izlenmesini sağladığından film için olumlu etki yaratıyor.
Setlerde yaşanan pek çok trajik kazanın arkasında neredeyse her zaman insan hataları yer alıyor ancak pek çok durumda lanet efsaneleri set dışında film ekibinin başına gelenlerden, özellikle de ölümlerden besleniyor.
İşte Hollywood'un lanetli olarak anılan 10 filmi ve bu şehir efsanelerinin ardında yatan gerçekler...
The Omen
Richard Donner'ın 1976 tarihli filmi "The Omen", şeytanın oğlu olduğunu bilmedikleri bir çocuğu evlat edinen bir ailenin yaşadıklarını anlatıyor. Filmdeki ailenin başına gelenler kadar çekimler sırasında yaşananlar da oldukça lanetli görünüyor. İddialara göre başroldeki filmin yapımcıları şeytan hakkında bir film yaparken, şeytanın kendilerini durdurmaya çalışacağına karşı uyarılmışlardı...
İşte filmin lanetli olarak anılma nedenleri: Başroldeki Gregory Peck'in oğlu çekimler başlamadan iki ay önce intihar etti, Peck ve bir yapımcıyı çekimlerin yapılacağı Londra'ya taşıyan iki ayrı uçağa da yıldırım çaptı, havadan çekimlerde kullanılan bir uçak düştü ve içindeki herkes öldü ve kızgın babunları içeren sahnede ekibe destek olan hayvanat bahçesi çalışanı, ertesi gün bir kaplan tarafından öldürüldü. Tüm bu kazaların ve trajedilerin eninde sonunda filmin ününü arttırmaya katkısı olduğu çok açık...
Poltergeist / Kötü Ruh
1980'lerin en ürkütücü korku filmlerinden biri olan "Poltergeist" Freeling ailesinin evlerinin bir mezarlığın üstüne inşa edildiğini fark ettiği sahnede gerçek insan iskeletleri kullanmasıyla oldukça meşhur ve bazıları filmin bu nedenle lanetlendiğini düşünüyor.
Ailenin en büyük kızı Dana'yı oynayan Dominique Dunne, Poltergeist'in galasından beş ay sonra tacizci eski erkek arkadaşı tarafından öldürüldü. Filmin en genç ve tartışmasız en ikonik yıldızı Heather O'Rourke ise bilinmeyen bir genetik bağırsak sorunu nedeniyle 12 yaşında şok edici bir şekilde hayata veda etti. Yıldızların trajik ölümü Poltergeist lanetinin halk arasında yayılmasına neden oldu.
The Crow / Karga
"The Crow"un lanetli bir film olarak anılmasının en büyük nedeni, filmin yıldızı Brandon Lee'nin çekimler sırasında hayatını kaybetmesi ancak aslında film bundan önce de lanetli olarak anılmaya başlamıştı. James O'Barr imzalı çizgi romanı sinemaya taşıyan yapımcılar setin ilk gününde, filme devam ederlerse başlarına kötü şeylerin geleceğini söyleyen bir sesli mesaj aldılar ve aynı gün bir elektrik teknisyeni sette kaza geçirerek yandı. Üçüncü dereceden yanıklarla hastaneye kaldırılan teknisyen hayatını kaybetmedi ancak kulakları kesilmek zorunda kaldı.
Ardından bir kasırga filmin setini mahvetti ve lanet iddiaları medyaya yayılmaya başladı. Bundan çok kısa bir süre sonrasındaysa Brandon Lee, aslında boş olması gereken bir silahın gerçekten ateşlenmesi nedeniyle kamera karşısında vurularak hayatını kaybetti. Brandon'ın trajik ölümüne yol açan kaza aslında tamamen insan hatasıydı ve önlenebilirdi. "The Crow" giderleri düşürmek pahasına güvenlikten ödün vermemek konusunda stüdyolara bir ders olsa da "Rust" filminin setinde benzer bir olayın yaşanması hala çıkarılacak dersler olduğunu gösteriyor.
Atuk
Filmlerin lanetli olarak anılmasına her zaman çekimler esnasında yaşananlar neden olmuyor. Eskimo dilinde "büyükbaba" anlamına gelen "Atuk" adındaki hiçbir zaman çekilemeyen film, 40 yıl boyunca geliştirme aşamasında takılı kalmasıyla meşhur. "The Incomparable Atuk" adlı romandan uyarlanacak olan komedi filmi kendisini büyük şehirde bulan bir Eskimo avcıyı konu alacaktı. Filmin lanetine dair şehir efsanesinin doğması, başrolde oynamakla ilgilenen ve aralarında John Belushi, John Candy, Chris Farley ve Sam Kinison gibi isimlerin de yer aldığı pek çok aktörün ölmesinin ardından ortaya çıktı. Aktörlerin hemen hepsi erken ölümlere maruz kaldılar ancak Belushi, Farley ve Kinison'ın ölümleri, bu yapılmamış filme ilgi duymalarından önce başlayan madde bağımlılığına bağlanabilir.
The Passion Of The Christ / Tutku: Hz. İsa’nın Çilesi
İsa'nın son günlerini anlatan Mel Gibson imzalı "The Passion of the Christ"ın çekimleri sırasında insanların filmin lanetli olduğunu düşünmesine yol açan birçok talihsiz kaza yaşandı. İsa'yı oynayan aktör Jim Caviezel çekimler devam ederken hipotermi, zatürree, omuz çıkığı ve yıldırım çarpması nedeniyle birbiri ardına zor zamanlar geçirdi. Filmin İsa'nın çektiği acıyı tasvir ediş şekli aşırı ve yanlış olmakla eleştirildi ve bazıları bu tasvirin lanetin ardındaki bir neden olduğunu iddia etti. Ancak Caviezel, "The Passion of the Christ"ta geçirdiği zamanın bir lanetten çok bir lütuf olduğuna inanıyor.
Superman
Superman laneti, tek bir filmden ziyade ünlü çizgi roman karakterine hayat veren oyuncuları kapsıyor. 1950'lerin ikonik televizyon dizisi "The Adventures of Superman"de oynayan George Reeves, 1940'lardaki ilk Superman aktörü Kirk Alyn gibi Superman'dan sonra hiç rol teklifi almamaya başladı. Ancak bu lanet onu daha derinden etkiledi. Reeves 1959'da kendisini silahla yaraladı ve öldü. Ölümünün kaza mı yoksa intihar mı sonucu olduğu bilinmiyor.
1970'lerde Superman'e hayat veren Christopher Reeve, Çelik Adam'ın en ünlü yüzlerinden biri oldu ancak at binerken geçirdiği bir kaza sonucunda boyundan aşağısı felç kaldı. Hayatının geri kalanını omurilik hasarı konusundaki araştırmaları desteklemeye adayan Reeve, 2004 yılında vefat etti. 1978 yapımı "Superman"de Kal-EL'in bebekliğini oynayan Lee Quigley de henüz 14 yaşındayken hayata veda etti. Özellikle iki korkunç trajedi, Superman laneti olarak anılan şehir efsanesine yol açsa da birçok diğer isim başlarına kazalar ya da felaketler gelmeden Superman'i canlandırmaya devam etti.
Rebel Without A Cause / Asi Gençlik
"Rebel Without a Cause" bir sinema klasiği ama film üç ana yıldızının erken ölümü nedeniyle lanetli ünvanını taşıyor. Bir büyüme hikayesi olan filmde James Dean, Sal Mineo ve Natalie Wood, onları anlamayan ebeveynlerle dolu bir dünyada dışlanmış gençleri canlandırdı. Film kuşak çatışması ve başrol performansları için övgüler topladı ancak yıldızlar filmlerinin tüm mirasını göremedi.
James Dean, filmin vizyona girmesinden bir ay önce bir trafik kazası nedeniyle öldü. Sal Mineo, 1970'lerde, evinin önünde bir soyguncu tarafından bıçaklandı. En gizemli ölüm ise kocası Robert Wagner ve arkadaşı Christopher Walken ile bir tekne gezisinde boğulduğu bildirilen Natalie Wood'unkiydi. Wood'un cesedi tekneden bir mil uzakta bulundu ve otopsiye göre üzerinde morluklar vardı. Wagner, o gece tartıştıklarını ancak onun ölümünde hiçbir rolü olmadığını iddia etti.
Twilight Zone: The Movie / Alacakaranlık Kuşağı
"Alacakaranlık Kuşağı" filminin set kazası, sinema tarihinin en trajik kazalarından biri. Film, 1960'ların televizyon dizisine bir övgü niteliğindeydi ve kamera arkasında önemli yeteneklere sahipti. Steven Spielberg, George Miller, Joe Dante ve John Landis filmin dört farklı bölümü yönetirken; Spielberg ve Landis yapımcılığı da üstlendiler. Ne yazık ki, film Alacakaranlık Kuşağı serisini onurlandırmak için tasarlanırken, kendi başına bir uyarıcı hikaye haline geldi.
Landis'in "Time Out" bölümünde Vic Morrow, önyargının tarihsel tehlikelerini deneyimlemek için zamanda geriye gönderilen bir adamı oynadı. Belirli bir sahnede karakterinin, peşlerinden gelen bir helikopterdeki iki çocuğu kurtarması gerekiyordu ancak çekimler sırasında helikopter yere o kadar yakın uçtu ki kontrolden çıktı, Morrow'un ve çocuk oyunculardan birinin başını kesti ve diğer çocuğu ezerek öldürdü. Landis ve bu bölümün yapımcıları, yasa dışı bir şekilde çocuk oyuncuları işe almak ve onları böylesine tehlikeli bir sahnede kullanmakla eleştirildi. Landis adam öldürme suçundan mahkumiyet almazken, Spielberg olaydan sonra Landis ile iş ilişkisini sonlandırdı.
Rosemary's Baby / Rosemary'nin Bebeği
Roman Polanski'nin 1968 yapımı "Rosemary'nin Bebeği"ni çektikten sonra yaşadığı trajedi belki filmin kendisinden bile ünlü... Komşularının Satanik bir tarikata üye olduğunu ve bebeğine zarar vermek istediklerini düşünen genç hamile bir kadın hakkındaki film övgü dolu yorumlar aldı, ancak 1960'ların sonlarında yükselen başka bir tarikatın gölgesinde kaldı: Manson Ailesi.
Manson Ailesi üyeleri, İsa Mesih'in bir tezahürü olduğuna inandıkları bir adam olan Charles Manson'u takip ediyordu. Başlangıçta hippi kültürünü andıran bir yaşantıları olsa da artan uyuşturucu kullanımı ve Hollywood saplantısı kısa sürede şiddetli eylemlere dönüştü. 1969'da film çıktıktan bir yıl sonra Manson Ailesi Polanski'nin evine girdi. Polanski evde yoktu ancak aralarında Polanski'nin hamile eşi ve Hollywood yıldızı Sharon Tate'in de bulunduğu beş kişiyi vahşice katletti. Yüksek profilli cinayetler dünyayı şok etti ve bazı insanların filmdeki tarikat ve hamilelik gibi benzerlikler nedeniyle filmin lanetli olduğuna inanmasına yol açtı. Katillerden biriyse sadece ulusal manşetlere çıkmak istediklerini iddia etti.
The Exorcist / Şeytan
William Friedkin'in unutulmaz filmi "The Exorcist" sinema tarihindeki en etkili korku filmlerinden biri olarak kabul ediliyor. Şeytanın ele geçirdiği küçük bir kız hakkındaki filmi çekimleri, setin yok olmasına neden olan bir yangının nedeniyle gecikmeler yaşadı. Meşhur şeytan çıkarma sahnesinin yaşandığı yatak odası ise yangından etkilenmemişti.
Yangının yanı sıra Ellen Burstyn, setin geri kalanında koltuk değneklerine bağlı kalmasına neden olan bir sırt yaralanması geçirdi ve bu tehlikeli olaylar setin gerçek bir rahip tarafından kutsanmasına yol açtı. Ancak filmin oyuncularından Jack MacGowran ve Vasiliki Maliaros, film vizyona girdikten çok kısa bir süre sonra öldü ve filmin lanetli olduğu söylentilerini iyice alevlendirdi. Bir korku filmi olarak "Şeytan"ın bu söylentilerden olumlu anlamda faydalandığı ise kaçınılmaz bir gerçek.