Vizyon Ötesi: Daima Mutlu
Yazar: Funda Sularözİtiraf edeyim, bu yazıyı bir iki gün önce yazmaya başlamıştım. Bugün baktım da filmin mutluluk kavramına yaklaşımına verip veriştirmişim; bir takım iğneleyici yorumlar, "hadi kadın sen de" tavırları...
Daima Mutlu (Happy Go Lucky) filmini Ankara Film Festivali'nde izledim. Filmi izlerken her ne kadar kahkahalar atsam da; ilk yazıda filmin başrol karakteri Poppy'i modern dünyanın 30'larındaki Pollyanna'sı olmakla resmen suçlamışım. Onu en çok hayatta mutlu olmakla suçlamışım. Hani bir yaşa gelmişsin, o kırışıklıklar boşuna mı? Hiç mi acı yaşamadın be kadın?
Ama bugün hava (ne) güzel. Bu cümleyi tamamladıktan sonra kafamı dışarı çeviriyorum ve içim kıpır kıpır oluyor. Ben ofiste rüzgarı hissedemesem de dışarıda çam ağaçlarının hareketlendiğini görüyorum ve bahar beni gülümsetiyor. Aslında milyonlarca sıkıntım var, ama ben kendimi yine de "mutlu" hissetmeye çalışıyorum.
Bu yüzden o yazıyı klavyenin ''delete'' tuşuna kurban ettim. O kadının hayatını düşündüm, aksiyonu bol hayatıma baktım. Ben de işte şu an mutlu olmaya çalışıyorum. Deniyorum.
Filmde anladığınız üzere ''mutluluk'' kavramı tartışılıyor. Poppy adındaki bir İngiliz'in günlük yaşantısı, sorunları ve onları aşma çabaları anlatılıyor. Daima Mutlu, büyük dramaların arkasına saklanmış bir hikaye değil, ama özünde bir dram var. Bir komedi aslında ve bir insanın kahkahaların arkasına saklanması aynı zamanda.
Yani herkesin hayatta bir duruşu var. Kimininki kimi için gülünç, kimininki senin için vahşice. Ama bir taraftan da mutluluk kavramı, insanoğlunun belki de en ihtiyaç duyduğu duygu. Kadının bisikleti çalınır ama sadece bisikletine veda edemediği için üzülür.
Ama burada tartışılan kişinin imkanları dahilinde kendine çıkış yolu bulma çabası. Yeri geliyor kendini kendine has bir şekilde ifade eden bir aşık oluyor, yeri geliyor ilgili bir öğretmen, enerjisini Flamenko dans kursuna yönelten dur durak bilmez güçlü bir kadın oluyor.
Karamsar, kıyametten kendine giysi dikmiş direksiyon hocasıyla bizim daima iyimser kızımızın arasındaki sorunlar Poppy'e bazen çıkış yolu bırakmadığını da gösteriyor. Zaten burası filmin kırılma noktasıdır. Bu kadın gülücükler arkasına sığınıyordur. Mutlu olmak ve mutlu oldurmak istiyordur.
Aslında bu noktada filmde Poppy'nin davranışlarına ''yok artık'' dedirten kısımları da söylemeden geçemeyeceğim: Mesela bir insan yanında büyük çaplı bir sinir krizine gitme yolunda ilerliyorsa yanında küçük şakalarına ve kahkahalarına artık devam etmemelisin. Çünkü o gülen beş karış açık ağız elinin tersiyle kapatılabilir. Ama filmin en iyi senaryo dalında Oscar'a da aday gösterildiğini de belirtmek gerekir. Bunlar küçük detaylar.
Fikrimce zaman zaman oluşan bu fazlalıkları, Sally Hawkins muhteşem oyunculuğuyla filme yediriyor. Zaten Hawkins'in Altın Küre, Gümüş Ayı gibi önemli ödüller kazandığı bu rolünde karakteri, karikatürize etmeden muhteşem bir oyunculukla yorumladığı da şüphesiz.
Film üzerine belki de en çok tartışılması gereken, usta yönetmen Mike Leigh'in önceki depresif filmlerinde soldurduğu tüm renklere adeta parlaklığı üflemesi. Bu parlaklık hikayenin komedi unsurlarına sahip olmasıyla da güçleniyor. Yönetmenin diğer filmlerinden bilirsiniz; yarattığı dünyanın renk yapılandırmasına çok önem veren Leigh, renklerin parlaklığını filmlerinden ayıklarken konu olarak da insanlık acılarının üstüne gider. Genellikle de İngiltere'nin yoksul kesiminin sorunlarını işler.
İngilizlerin Amelie'si olarak kabul edilen karakterin dünyasında büyük kahkahalar da attım, tıpkı filmi izlediğim salonu tıka basa dolduran diğer sinema severler gibi. Zaten şu dünyada her şeye inat gülebilmeye çalışmıyor muyuz, tıpkı Poppy gibi. Belki de hayata gerçekten gülümseyebilmek gerekiyor. Son derece keyifli olan bu film, hayat, acılar ve mutluluk üzerine düşünmemizi de sağlıyor. Son derece şık bir şekilde. Belki de hayata daha farklı bakmak gerekiyor? Herkesin mutluluğu için!