SİNEMA TARİHİNİN EN BÜYÜK GERİLİM FİLMLERİNİN BAŞINDA GELEN GERÇEK BİR BAŞYAPIT 10/10
Dial M for Murder (1954), The Man Who Knew Too Much (1956), Vertigo (1958), Psycho (1960), The Birds (1963) gibi başarılı filmlere imza atan, kuşkusuz sinema tarihinin en iyi yönetmenlerinden Alfred Hitchcock (1899–1980), “Rear Window” ile harika bir gerilim filmi çıkarmış. Cornell Woolrich’in (1903–1968) kısa bir hikayesinden yola çıkılarak çekilen film, kapalı bir stüdyoda çekilmiştir. Pencereyi odak noktası olarak alırsanız etrafınızda ve dikkatlice bakarsanız stüdyo olduğunu hemen fark edersiniz. Rear Window, gerilim türü açısından klasikler arasına girmiştir. Alfred Hitchcock gibi “ustaların ustası” olarak görülen bir yönetmenin çektiği bir çok film suan klasikler arasındadır. Rear Window’un en büyük özelliği bir kaç kamera acısıyla tek odada çekilmesi ve gerilimin son derece yüksek tutulması. İlerde tek mekan içeren bir çok filme ilham kaynağı olacaktır. Alfred Hitchcock’ın vazgeçilmez oyuncularından James Stewart’ı alçılı halde izlerken, Grace Kelly göz kamaştırıyor. Bir mahalle içerisinde olan biten her şeyi izlerken, görülmemesi gerken bir olaya şahit oluyoruz. O andan itibaren gerilim ve heyecan başlıyor. Tek mekan olmasına rağmen hiç sıkılmadan filmi izlemeye devam ediyoruz. Karşı komusunun perdeleri sürekli açık olması ya da pencerede saatlerce otururken kimsenin Jef’i fark etmemesini pek sorun etmiyoruz. Ufak tefek mantık hatalarını ararsak klasik filmlerin hiçbirinden keyif alamayız. Bezen klasik filmlerdeki küçük hataların olması daha ilgi çekicidir. Asıl o hatalardan dolayı film “kült” ve “klasik” hale gelmiyor mu? O mahalledeki havayı solumak istemediniz mi? Keşke ben de bir kaç dakikalığına da olsa orada bulunsam sonra tekrar buraya gelsem demediniz mi? Klasik filmleri baştacı yapan özellik; sizi mekanın için çekmesidir. Oradaki havayı solumak biraz gezinip gelmek istersiniz ama ne mümkün. Neyse ki klasik filmleri izleyerek orada olma “hissini” yaşıyoruz. Film de bir çok konuya değinilmiş. Evlilikler, aile yapısı ve insanin yalnızlığı, komşu ilişkileri gibi kavramlar üzerinden gerilim, “sözlü” olarak anlam kazanmıştır. Film hakkındaki detaylara gelecek olursak; Rear Window, Grace Kelly’nin (Lisa Carol Fremont) sigara içtiği tek filmdir. Filmde dış mekan sesi kullanılmamıştır, seslerin hepsi, kaynağını bilmediğimiz bir yerden geliyor. Filmin romantizm içeren sahneleri, savaş fotoğrafçısı Robert Capa ve oyuncu Ingrid Bergman arasındaki o dönem yaşanılan aşktan ilham alınmıştır. Evlilik üzerine geçen konuşmalar aşk ve mantık üzerinden yapılmaktadır. Film başlar başlamaz, açılan perdenin boyutlarına dikkat edin! Sinema seyircisi “röntgenci” konumuna düşürülmüştür. Karşı dairedeki müzisyenin yanında plakları karıştıran adam, Alfred Hitchcock’dir.
Alfred Hitchcock denince ilk akla gelen filmlerden. Gerçi Hitchcock denince akla gelen epey film var ama Rear Window (1954) da o efsanelerden biri. Fakat bu kadar kült filmler çekmiş bir yönetmenin hiç oscar alamamasıda gerçekten ilginç kimin ayıbı bilemiyorum artık.100′den fazla yapımda yer alıp 10′larca unutulmaz filme imza atan James Stewart ile güzelliğiyle bir döneme damgasını vuran Grace Kelly başrollerde.Mesleği fotoğrafçılık olan ve bir iş kazası geçirip 1,5-2 ay kadar ayağı alçıya alınan Jeff’in Arka Pencere‘sinden komşularının hayatlarını takip etmeye başlaması ve bunu bir takıntı haline getirip o komşulardan biri ortadan kaybolunca da gizemin iyice artmasını konu alıyor film.İlk başlarda; sıradan bir şekilde tüm komşularını tanıyoruz. Balerini, bestekârı, içip içip yanında kocası var zanneden kadını, balkonda uyuyup köpeklerini bahçeye sepetle indiren çifti, yeni evlenen çifti ve bir de çatlak teyzeyi :) Sıcak bir yaz günüyle başlayan film, Jeff’in güzeller güzeli sevgili Lisa’yı tanımamızla daha da bir güzel hâl alıyor. Hele bir de bir bakıcı hemşiresi var ki, o muhteşem yorumlar o insandan nasıl çıkıyor hayretlere düşersiniz. Söylediği her şeyi bir kenara yazsak, ufkumuz açılır vallahi :) Tek mekanda geçen filmlerin özelliği sanırım şu olsa gerek;Gizemini her türlü koruyabilmesi ve tahmin etseniz de etmeseniz de finaline gelene kadar hiç sıkılmadan izlenebilmesi. '' 12 Angry Men '' de aynen böyleydi.Daha önceden hiç karşılaşmamış olsanız da sanki yıllardır tanıyor gibi olduğunuz oyuncular, itici gelen siyah beyaz görüntüler ve setvari mekanın verdiği olumsuzluğa rağmen; sıkılmadan, sıkmadan, gizemini koruyarak devam eden ve bekleseniz de beklemeseniz de hoşunuza giden bir finalle noktalanması.70 ve öncesinde doğan kime “Arka Pencere” filmini izleyip izlemediğini sorsam, “ohoo” “efsane o” gibilerinden cevap aldım.Ama kabul edersinizki bizim kuşakta artık böylesine efsane yapımlar ortaya çıkmıyor, özelliklede Hollywood’dan.50 yıl öncesinde böyle sağlam filmlerle gelen Hollywood, son 10 yılda epey bi’ gerileme dönemine girdi sanırım. Sürekli bir uzakdoğudan çalma çabası içerisindeler. Veya sırf gişe hasılatı yapsın diye yüzmilyonlarca dolar harcayıp içi boş ama görsel manada 10 numara filmler yaparak aktif olma çabasındalar. Olay yönetmende mi ? senaristte mi ? yoksa oyuncularda mı ? bilemiyorum ama böyle filmler görmek istiyoruz. Eski filmleri izlemenin zevki farklı olsa da, yeni filmlerde de bu tadı yakalamak istiyoruz. 10 / 9.4