Senaryosunu Hume Cronyn ve Arthur Laurentsin Patrick Hamiltonın Ropes End (İpin ucu) adlı tiyatro eserinden adapte ederek yazdıkları filmin yapımcısı ve yönetmeni Alfred Hitchcocktur. Filmin başlıca rollerinde James Stewart, John Dall, Farley Granger ve Cedric Hardwicke oynamışlardır. Gerçek bir olaya dayanan film 1924 yılında Chicago Üniversitesinde okuyan Leopold ve Loeb adlı iki öğrencinin sınıf arkadaşlarını katletmeleri olayından esinlenilmiştir. Filmde aynı evde yaşayan iki gencin filozof Nietzschenin bir felsefi düşüncesinden etkilenerek bir arkadaşlarını iple boğup öldürmeleri ve cesedini evde saklayarak bir parti vermeleri,bu partide üniversiteden hocalarını bir şekilde zekaları ile etkilemeye çalışmaları anlatılmaktadır.Film Hitchcockun ilk renkli filmidir. Tek bir mekanda geçer ve kesintisize yakın çekim tekniği ile tiyatrovari bir havası vardır.Aynı evi paylaşan ve eşcinsel oldukları filmde sadece ima edilen iki üniversite öğrencisi, Phillip (Farley Granger) ve Brandon (John Dall) üniversiteden hocaları Rupertın (James Stewart) kendilerine empoze ettiği Nietzchenin 'Yeteneksiz kişilerin yaşamaya hakkı olmadığı' şeklindeki bir felsefesinin de etkisinde kalarak bir arkadaşlarını sadece heyecan olsun diye iple boğarak öldürürler. Cesedini de kaldıkları lüks apartman dairesinde salonun tam ortasındaki antika bir sandığa yerleştirirler; bununla da kalmayıp entellektüel alanda kendilerine örnek aldıkları felsefe hocalarını, kurbanın ana babası ve nişanlısının (Joan Chandler) da aralarında olduğu bir grup insanı eve yemeğe davet ederlerHer ikisi de başarılı birer üniversite öğrencisi olan Brandon Shaw (John Dall) ve Phillip Morgan (Farley Granger) önceden sınıf arkadaşları olan David Kentleyi (Dick Hogan) bir öğleden sonra birlikte oturdukları apartman dairesinde iple boğarak öldürürler.Bir zamanlar üniversitenin hazırlık okulundayken bölüm yöneticileri olan yayımcı Rupert Cadellle (James Stewart) birkaç yıl öncesinde yaptıkları bir sohbetten sonra Brandon ve Phillip cinayet işleme fikrini iyiden iyiye kafalarına yerleştirmişlerdir. Çünkü okuldayken Rupert onlara bir insanın diğerine olan üstünlüğünü kanıtlaması gerekliliği üzerine filozof Friedrich Nietzschenin ileri sürdüğü entelektüel felsefi kavramlardan biri olan Üst-insan (Übermensch) ve cinayet işleme sanatı gibi bazı kavramlardan bahsetmiş ve bunları söylerken de çok inanarak ve bu felsefeyi desteklediğini ima ederek konuşmuştu. Güzelliği üstün değer sayan mükemmeliyetçi insanlar olan bu iki genç aynı fikirleri paylaştıklarına inandıkları ve kendilerine esin kaynağı olan bu eski hocalarına adeta tapmaktadırlar ve onun kendilerini takdir etmesini dört gözle beklemektedirler.Kurbanlarını iple boğarak öldürdükten sonra cesedi salonun ortasında duran antika bir sandığın içine yerleştirirler ve birlikte yaşadıkları bu lüks panoramik Manhattan manzaralı apatman dairelerinde hemen bir ziyafet düzenlerler. Akşam yemeğine davet edilenler arasında kurbanın babası (Cedric Hardwicke) ve halası (Constance Collier) da vardır. Ayrıca ölen gencin nişanlısı Janet Walker (Joan Chandler) ve onun eski aşığı Kenneth Lawrence (Douglas Dick) da davet edilmişlerdir. Cesedin içinde bulunduğu sandık açık büfe masası gibi kullanılmak üzere salonun ortasında durmaktadır. Tabii davete hocaları Rupert Cadellin de katılacak olması özellikle Brandonı sevindirir, ne de olsa yarattıkları bu sözde sanat eserini takdir edip onaylayacak olan odur.Davet sırasında Brandon Davidin ortalarda olmayışı ile ilgili kurnazca imalarda bulunur amacı cinayet işleme sanatı üzerine bir tartışma başlatmaktır. Başlarda heyecandan kekeleyecek kadar sinirli olan Brandon zaman geçtikçe kendine hakim olarak sakin görünmeyi başarır. Diğer yandan Phillipin keyfinin kaçık olduğu asık suratından çok bellidir ve moralsizliğini gizleyebilmek için sürekli olarak içer. Kurbanın halası Bayan Atwater Phillipin el falına bakarak bu ellerin ona büyük bir şöhret getireceğini söylerken tabii ki onun piyanodaki yeteneğine atıfta bulunmaktadır ama panik içindeki Phillip bunu anlamaz ve falda elleri ile cinayet arasında bir bağlantı kurulduğunu düşünür. James Stewart.Davet ilerledikçe konuşmalar döner dolaşır hep Davidin garip bir şekilde ortadan kayboluşuna gelir, bütün davetliler bu nedenle endişelidir. Rupert yavaş yavaş durumdan kuşkulanmaya başlar ve konuşmalarda ortaya çıkan bazı tutarsızlıklar nedeni ile Phillipi ufak ufak sorgulamaya başlar, ve onun küçük bir yalanını yakalar; Phillip ömründe hiç tavuk kesmediğini ısrarla ileri sürerken Rupert onun birçok kereler bunu yaptığını bizzat görmüştür. Bu sorgulamalardan sıkılan Phillip Brandona yakınır ve Davidi öldürmüş olmaktan çok Rupertın sorgulamalarının kendisini daha fazla sıktığını söyler.Sinirler oldukça gerilmiştir. Davidin babası ve nişanlısı Davidin davete gelmediği gibi bir telefon bile etmemesinden endişe duyarlar. Davete katılmamış olan annesi de telefon ederek Davidin eve de gelmediğini bildirince Davidin babası Bay Kentley eve dönmeye karar verir giderken de Brandonın okuması için kendisine verdiği kitapları yanına alır. Kitaplar Brandon ve Phillipin oğlunu boğmak için kullandıkları iple bağlanmıştır, bu davranış Brandonın olaya tüy dikmesidir adeta.Rupert da diğerleri ile birlikte daveti terkederken kendi şapkası yerine yanlışlıkla bir başka şapkayı eline alır ve şapkanın içinde David Kentley isminin baş harflerini temsil eden D.K. yazısını okur ve artık birşeylerin yanlış gittiğinden tam olarak emin olur ve sigara tabakasını unuttuğunu bahane ederek tüm davetlilerin gitmiş olduğundan emin olarak apartmana geri döner. Bir içki ister ve sorularıyla bir kedi fare oyununu başlatır, zaten Brandon onun cinayeti keşfetmesini adeta sabırsızlıkla beklemektedir, alkolün etkisindeki Phillip ise bu oyuna daha fazla dayanamaz ve sinirleri boşalır, artık çözülmüştür.Rupert nihayet sandığın kapağını açar ve cesedi bulur. İki eski öğrencisinin işledikleri bu cinayet onu dehşete düşürür ama aynı zamanda büyük bir utanç da duyar, çünkü entelektüel düzeyde kalması gereken bir kavramı savunan kendi etkili konuşmaları yanlış yorumlanmış ve böylesine bir cinayetin yolunu açmıştır. Rupert bir an bile tereddüt etmeden Brandonın tabancasını alarak pencereye yönelir, havaya doğru birkaç el ateş ederek polislerin dikkatini çeker. Zaten bir süre sonra da polis sirenleri duyulur. Pencereden gökyüzünün karardığı görülür.Yönetmen Alfred Hitchcock,biçim ustalığının en önemli örneklerinden biri olan bu filmde 'kesintisiz çekim' de diyebileceğimiz değişik bir teknik uygulamıştı.Bilindiği gibi filmlerde onlarca saat uzunluğunda çekilmiş ham sahneler kurgu masasında uygun parçalara ayrılarak yeniden bir araya getirilirler,gereksiz sahneler atılır diğerleri de farklı sıralarda birbirine eklenerek filme çok daha farklı bir anlam kazandırabilir.Bu filmde ise Alfred Hitchcock çekimde kullanılan kameraların alabildiği en fazla uzunluktaki filmi (300 metre veya 10 dakika) hiç ara vermeden sonuna kadar çekiyordu.İkinci makaraya geçişleri de boşluk hissedilmemesi için oyunculardan birinin sırtına veya bir sütunun karanlığına denk getiriyordu.Böylece planlar birbirine görünmez bir şekilde bağlanıyor ve filmin tek planda çekildiği hissini ve tiyatrovari havasını veriyordu.Filmde 10 makara çekim yapılmıştı.Yani filmde bilinen anlamda bir kurgu yoktur.Bu tekniğin,henüz kurgu diye bir kavramın sadece sinema dünyasındaki insanlar tarafından farkına varıldığı bir devirde,yani 1948 yılında uygulanmış olması Hitchcockun sinema seyircisini değil de entelektüel sinema çevresini etkilemek için bunu yapmış olduğunu akla getirmektedir.Bu sesli ve kesintisiz çekimler yapılırken ses çıkarmayan raylarda hareket eden dekor duvarlar hareketli kameraya yol açmak için teknisyenler tarafından sessizce kaydırılarak kenara çekiliyorlar sonra tekrar görüntüye girecekleri zaman eski yerlerine getiriliyorlardı. Set teknisyenleri çekimler sırasında mobilya ve diğer sahne donanımlarını da aynı şekilde sürekli olarak yerlerinden alıp tekrar aynı noktaya sessizce bırakıyorlardı. Çekimler adeta bir tiyatroda olduğu gibi gerçek zamanlı ve kesintisiz cereyan ettiği için bir aksaklığa meydan vermemek için aktörlerin sahne hareketleri ve kamera ve mikrofonların lokalisazyonu önceden çok dikkatli bir şekilde planlanıyordu.Ayrıca günümüzde konser ve tiyatro gibi etkinliklerde de sıklıkla kullanılan ve cyclorama adı verilen ve sahne arkasında gerilmiş özel bir perdeye arkadan birtakım görüntülerin projeksiyonunun yapılmasına dayanan bir sistem kullanılmıştı. Ropeun setinde kurulan cyclorama sistemi sesli çekim yapılan bir sahnede kurulmuş en büyük sistemdi. Filmin akışı sırasında bu perdede gökdelenlerin silüetleri, binalardan yansıyan ışıklar, bacalardan çıkan dumanlar, yer değiştiren bulut kümeleri, neon ışıkları ve saatler ilerledikçe güneşin kademe kademe batarak havanın yavaş yavaş kararması kesintisiz bir şekilde ve büyük bir başarı ile canlandırılmıştı.Film 35mm formatta ve Technicolor renk sistemi ile çekilmiştir. 1.37 : 1 çerçeve oranına sahipti. Bu çerçeve oranına 'Akademi Oranı' (Academy Ratio) adı verilir ve Oscar ödüllerini de dağıtan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisinin (Academy of Motion Picture Arts and Sciences) 1932de saptamış olduğu bir çerçeve standardıdır. Bundan önceki sessiz filmler 1.33:1 oranından çekilmişti. Akademi oranı 1952ye kadar kullanılmış bundan sonra yerini geniş ekranlara bırakmıştır.Sesler mono bir ses sitemi (RCA Ses Sistemi) kullanılarak kaydedilmiştir.