Hesabım
    Veronique'in İkili Yaşamı
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Veronique'in İkili Yaşamı

    İki yaşam, tek bağ!

    Yazar: Banu Bozdemir

    1996’dan beri özlemle andığımız Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin 1991 yapımı Veronique'in İkili Yaşamı filminin tekrar vizyona girmiş olması kafamı karıştırmadı değil. Sonuçta restore edilen birçok film yeniden vizyon şansı bulamazken bu filmin sinema salonlarından içeri süzülmesi beni fazlasıyla mutlu etti. Daha önce izlediğim filmi başrol oyuncusu Irene Jacob'un ve muhteşem müziklerinin ve tabii ki Kieslowski'nin hatrına bir kez daha izledim ve filmin en azından benim için büyüsünden bir şey kaybetmediğini deneyimledim. Filmin kimi zaman önüne geçen ama filme bütünlüğü etle tırnak olan müziklerde Zbigniew Preisner imzası bulunuyor. Film bir ruh bütünlüğü, buluşması hikayesi filmi. Belki de aynılık, aynı zaman diliminde, aynı bedende hayat bulan iki kadının hikayesi. Weronika ve Veronique (ikisini de Irene Jacob oynuyor.) adlı iki kadın. Biri Polonya'da diğeri Fransa'da doğan ve doğdukları coğrafyanın tesiri altında olan iki kadın!

    Film önce Polonya'daki muhteşem sesli Weronika'nın hayatına sonra da Fransa'da müzik öğretmenliği yapan Veronique'in hayatına uzanıyor, iki hayat birbirine devrediyor gibi. Polonya kısmının hüznü Fransa'da yerini fantastik, mistik öğelere ve biraz da ironiye bırakıyor. Ve dünyada yalnız kalan insanoğluna bir çıkış sunmadan hikayesini ilerletmesine olanak tanıyor. Veronique ile çocuk kitapları yazarı ve kuklacı arasında geçen ölüm sekansı garip bir kader dışı arınmada içerir. Ayakkabı bağıyla kalp atışları arasındaki bağ da öyle bir içsellik barındırır. Sanki başıboş ya da çözümsüz kalan insana Tanrının ulaşma çabasıdır aralarında geçen! Oyun ya da ölüm misali... Ve o hiçbr yere bağlanmayan, müzikle ve Jacob'un yüzündeki derin ifadeyle ortaya daha da saçılan hüznün detayları arasında yol almamızı istiyor ısrarla ve bunu da başarıyor yönetmen.

    2005 yılında kaybettiğimiz Philippe Volter'ı Alexandra Fabbri (kuklacı) rolüyle bir kez daha yad etmek... Kadını karışık bir yaşam algısının içinde biraz hüzünlü kılan ve erkeği daha çok yaşamın anahtarı gibi niteleyen filmin Amelie'ye de fikir verdiğini düşünüyorum. Özellikle Fransa bölümünün değişik bir varoluş ve teslim olmaya dönüştüğü yerlerinde.

    Filmin atmosferinden dolayı hafif gerilime çalan bir yanı da var. Usta yönetmenin özelliklerinden biri olan bu karanlık taraf bu filmle birlikte üç renk serisine de nüksediyor. Hatta Irene Jacob'un Üç Renk Kırmızı'daki varlığına hatta tüm üç renk serisine derin bir kanca da atıyor bu filmle Kieslowski ve yine her şey tesadüf etmiş gibi davranıyor. Kadına, yaşamın içindeki kadın figürüne derin bir yol sunuyor ve bunu da erkek yoluyla aşırtıyor. Bir yandan da yalnızsınız söylemiyle tesadüflerin kucağına bir kez daha atıyor bizi.

    Filmde çok güzel sahnelerin varlığı bizleri filme bağlayan özelliklerin başında geliyor. Bu sahnler bizi koca bir şiir tarlasının içine atıyor. Veronique'in aynayla yüzüne tutulan güneş ışığı, trendeki küçük toptan terse dönen dünya algısı, sesin ve müziğin içimize işlediği o anlar, sosyalistlerin meydanda polisle karşılaştıkları ve iki kadının daha doğrusu Veronique'in benzeriyle karşılaştığı ve onun anılarına, aklına ve hissiyatına bir fotoğraf karesi olarak düştüğü sahne... Weronika bilmenin doygunluğunu, Veronique ise öğrenmenin azmini yaşıyor adeta ve ikisinin bileşkesinden koca bir yalnızlık çıkıyor. Değişik bir mistik algı, tanrıya ulaşma ama buna rağmen bir yalnızlık hali... O yüzden bu ikilik hali filme yakışıyor ve yönetmenin mistik önermesine rahatça oturuyor. Müzikler ise içimizde derin çığlıklar atıyor! Yıllar sonra gelen restoreli karşılaşmaya saygıyla!

    twitter.com/BanuBozdemir

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top