Hesabım
    The Ascent
    Ortalama puan
    3,5
    4 Puanlama
    The Ascent hakkında görüşlerin ?

    1 Kullanıcı eleştirisi

    5
    1 Eleştiri
    4
    0 Eleştiri
    3
    0 Eleştiri
    2
    0 Eleştiri
    1
    0 Eleştiri
    0
    0 Eleştiri
    Sırala
    En yararlı eleştiriler En yeniler En çok eleştiri yazmış üyeler En çok takip edilen üyeler
    Ugur Tazegül
    Ugur Tazegül

    Takipçi 672 değerlendirmeler Takip Et!

    5,0
    30 Aralık 2016 tarihinde eklendi
    RUS SİNEMASININ KİLOMETRE TAŞI İZLEYİN İZLETTİRİN

    Hazine arayışındaki sinefiller için Rusya’dan daha bereketli topraklar var mıdır bilinmez fakat bu ‘’kısa filmografili yönetmenler diyarı’’nda geleneği bozmadan az ama öz filmleri olan bir yönetmen sessizce geçip gitti: Larisa Shepitko.

    Daha farklı tarif etmek gerekirse; Voskhozhdeniye (Tırmanış)’nin aksine savaşın somut yıpratıcılığına dair, Idi I Smotri (Gel de Gör) adında başyapıt vermiş bir başka yönetmen olan Elem Klimov’un eşi.

    Şu ufacık kesite bakıldığında dahi, söz konusu savaşa değinen filmler olunca, bu konuda Ruslardan daha iyisinin olabileceğine inanmak gerçekten zor. Gayet doğaldır ki Larisa Shepitko’nun bu gizli kalmış başyapıtı da iddiamı desteklemek için sunulabilecek en sağlam delillerden birisi.

    Çünkü genel olarak dikkate değer, kavurucu şiirsel yoğunluğu ile ön plana çıkan bu filmde Shepitko yalnızca fiziksel şiddet ve korkuyu irdelemekle kalmaz öte yandan bireylerin içerisine odaklanan kamerasıyla deliliğin, dolayısıyla da insanlığın sınırlarında uzun bir keşfe çıkar. Bu yoğun karakter odaklı savaş draması tipik Rus sinemasının görsellik anlayışından da taviz vermez. Sinematografisi çoğu yerde filmin bel kemiği haline gelir.

    Almanlara karşı direnen ufak bir partizan grubunun kaçışlarını ve içinde bulundukları durumu gösteren bir dizi sekansla açılır Tırmanış. Tipik bir savaş filmi vaadi ile başlayan öykü, iki karakterin yiyecek bulmak için en yakındaki eve kadar gitmeleri için seçilmesi ile savaşın başka bir boyutuna geçer. Daha vahşi, daha ürkütücü bir boyuttur bu. Kanlardan, cesetlerden öte bir vahşet… Gözleri kör eden beyazlığın içinde boylu boyunca uzanan bir korkuya dönüşür. Olabildiğince somut…

    O andan itibaren bütün film salt, katıksız bir tırmanıştan oluşur. Hayata tırmanma gayretinden ibarettir her an… Çünkü Shepitko, karakterlerini öyle konumlara sokacaktır ki, seyirci için yaşamı dipsiz bir kuyu gibi görmekten başka bir seçenek kalmayacaktır.

    Yine de ilginç bir biçimde filmin isminde zarif bir ironi vardır. Zira bu öyküde gerçek anlamıyla ya da çağrıştırdıkları ile tırmanan, yükselen bir öge bulmak imkansıza eşdeğerdir. İzleyici için -zamanlı zamansız ortaya çıkıveren meşum müziğin de etkisiyle- tırmanan tansiyonu saymazsak, bu film sırf debeleniş, debelenirken daha da derine batışın öyküsüdür diyebiliriz.

    Elbette Vasili Bykov’un romanından uyarlama bu filmin öyküsü hatasız ve mükemmel, fakat Shepitko’nun tercihleri ve şaşırtıcı yönetimi mütevazı bir tanımla; mükemmelden de öte.

    Sözün gelimi; yönetmen, kullanabileceği onca vahşet öğesi var iken, savaşı ısrarla en doğru yerde, insan yüzünde aramaktadır. Pek çok yakın çekimin ve yaşadığı halde ölü yüzlerin savaşın en somut yansıması olarak gösterilmesi hem çok zekice, hem de gaddarca bir tercihtir. Bu yakın çekimlerden oluşan çerçevelerin, olabilecek en geniş planlarla kurguda ardışık sıralanması ise yalnızca filmin değil aynı zamanda savaş kavramının da yapıbozuma uğratılması gibidir.

    Nitekim, Shepitko, zıtlıkları başka şekillerde de zekice kullanmasını bilir. Tırmanış’ın iki ayrı bölümden oluşan bir film gibi hissedilmesi de bundan ötürüdür zaten. Öykünün ilk yarısında cömert geniş planlar, açık alanlar ve arazilerin içine hapsolan insan, ikinci yarıda klostrofobik his uyandıran hücrelerde ve soruşturma odalarında mahsur kalır.

    İnsanın doğa ile bütünleşmemek için verdiği mücadele, yerini insanın kendi karanlığındaki arayışına bırakır. Gözleri kör eden o beyazlık gitmiş, karanlık sinmiştir çerçevelere. Bir başka zıtlık…

    Bu zıtlıklarla bile değişmeyen, baki kalan bir şey var ise o da filmin her yanına bulaşmış çirkin, pis ve tiksindirici fanilik hissidir. Sebebi kestirilemeyen, ezeli bir şiddetin içinde çırpınan insanların ürkütücü yaşama güdülerinin bir kurgu ürünü içinde dahi olsa böylesine sahici tasvir edilmesi büyük ve huzursuz edici bir başarıdır.

    Bu başarının altında başka bir zıtlığın yatması ise bir diğer dikkate değer ayrıntıdır. Yaşama arzusu ve ölüm korkusu… Kısaca yaşam ve ölüm… İki zıtlığın arasındaki tahammülü zor gerilim. Her ikisinin arasındaki ufacık çizgi… Ufacık bir an… Yaşam ile ölümü birbirinden ayıran ufacık fark… Bir saniye.

    İşte bu anı neredeyse inanılmayacak kadar gerçek kılan bir yönetmen Shepitko. Ve Tırmanış’ı da en basit ve doğrudan ifade ile ölümü en iyi anlatan film! Hatta seyircisini karakterleriyle değil, doğrudan ölümle katharsis kurmaya , yüzleştirmeye zorladığı için şimdiye dek çekilmiş ve muhtemelen şimdiden sonra çekilecek filmlerin en korkuncudur.

    Ve bunu da ölümle yüzyüze geldiğini anlayan karakterin hemen önünde sallanan ufak bir saman parçasını odağa alarak, böylesine basit bir yöntemle başarması takdirlerin en alasına layık olmalıdır. İnsanın öleceğini anladığı an, çaresizce en ufak şeyleri dünyanın en önemli parçası haline getirmesi ve ona, son göreceği şey olacağı için ısrarla tutunma çabasını böyle duru bir biçimde anlatabilmek için daha iyi bir yol varolmasa gerek.

    İşin, seyirci için bir diğer kötü yanı ise yönetmenin geriye bıraktığı alternatiflerdir. Ölümü bir korku öğesi olarak kullanan Shepitko; ölümden kurtuluşu, yaşamayı bir lütuf ya da armağan gibi görmüyor. Üstelik yönetmen ölüm ile yaşam arasında ortak bir nokta bırakıyor ise bu, her ikisinin de göze alınması gereken büyük bir gözdağı olduğu gerçeğidir. Shepitko’nun maddeten ve manen yaşamak için belirlediği bedel öylesine ağırdır çünkü.
    Daha Fazlasını Göster
    • En son Beyazperde eleştirileri
    • En İyi Filmler
    • Basın Puanlarına Göre En İyi Filmler
    Back to Top