Denzel Washington’un Gölgesi
Yazar: Orkan ŞancıSiyah bir Amerikalı, 1970'lerde kendi mahallesinde "salyangoz" satmaya kalkışırsa ne olur? Ridley Scott'un bu suç-polisiye filmi, sizi mafya-uyuşturucu dünyasına götürecek ve sokaklarda dönen dolapların daha önce fazla tanık olmadığınız detaylarıyla tanıştıracak.
Herşeyden önce Bay Frank Lucas ile tanışın. Denzel Washington, ağzından düşürmediği "adamım" lafıyla, her an şiddete başvuracakmış gibi tekinsiz duruşuyla aklınızı başınızdan alacak. Kiliseden çıkarken Russell Crowe'a bakışına dikkat edin. Sinemada "bakış" ne demek sorusunun yanıtı bu sahnede...
Washington, filmi sürükleyen asıl unsur; sorun da bu zaten. Michael Mann'in suç filmi Büyük Hesaplaşma'da Al Pacino ile Robert De Niro arasında kurduğu kusursuz dengeyi bu filmde göremiyoruz. Pacino'nun işi çok zordu, zira De Niro fazlasıyla karizmatik çizilmiş kusursuz bir kötü adamdı. Buna rağmen Pacino karısını kaptırsa da televizyonunu kaptırmayan(!), evinde sorunlu işkolik dedektif rolünde en az De Niro kadar derinlikli, ilgi çekici bir karakter çizmeyi başarmıştı.
Oysa Amerikan Gangsteri'nde Washington'ın karakteri, Crowe'un Dedektif Richie Roberts'ına oranla fazla baskın. Beyazperdenin 'gladyatör' gibi önüne geleni ezen aktörü Crowe bile birşey yapamıyor. Richie'nin eşiyle yaşadığı sorunlar, bitmeyen çapkınlıkları, parkta gençleri azarlaması, montajda atılsa filme değer kaybettirmeyecek sahneler hep. Oysa Frank öyle mi? Annesi için ev satın alması, işe yaramaz kardeşlerine her fırsatta sahip çıkıp ödüllendirmesi, düşmanlarına ise tüm lanetiyle ölüm kusması, onu, yani filmin gangster'ini filme zarar verecek denli öne çıkarıyor.
Bir filmde daha çok bir oyuncunun performansı öne çıkıyorsa bunu film için eksi puan sayabiliriz. Ridley Scott'un bu karaktere ilgisi, Vietnam'da ölen askerlerin tabutlarıyla esrar taşıyacak kadar ahlaksız bir adamın, özel hayatında tamamen sadelikten yana oluşunda yatıyor olabilir. Hatta Scott, Lucas karakterini bu sadelikten ilk sapmasında (süslü şapkasıyla boks maçı izlemeye gitmesi) cezalandırmayı da ihmal etmiyor.
Kurt İngiliz yönetmen, ABD toplumunun allak bullak olduğu bir döneme kamerasını tutarken iyi-kötü polis, uyuşturucu, mafya ilişkilerinin cereyan ettiği en kirli sokaklarda dolaşıyor. Ahlaki düşmüşlüğü resmederken erdemli insanların bulunduğunu da hatırlatıyor. Kötüler, ya da kötülük diyelim, tıpkı bir virüs gibi sayıca çok olsa, toplumun bütün katmanlarına sızsa da, vücudun savunma sistemi olan ahlaklı insanlar sayesinde bedenin kendisini iyileştirebileceğini söylüyor.
Steven Zaillian (Schindler'in Listesi) gibi bir senaryo canavarının yazdığı, iyi yönetilmiş, neredeyse tüm sahneleri iyi çekilmiş bir film Amerikan Gangsteri. Ancak, 50'sini çoktan deviren Washington, baştan sona aksamayan ritmiyle sizi olduğu gibi filmi de alıp götürüyor. Filmden çıktığınızda geriye iyi oynanmış bir rol kalıyor.