Hesabım
    Şampiyon
    BEYAZPERDE ELEŞTİRİSİ
    4,5
    Muhteşem
    Şampiyon

    Şampiyon

    Yazar: Ayşegül Kesirli

    İlk uzun metraj filmi "Pi" ile sinema camiasının gelecek vaat eden yönetmenleri arasına adını yazdıran Darren Aronofsky, bugünlerde fazlasıyla popüler kültüre mal olmuş ve tükenmiş bir çalışma olarak algılansa da gösterime girdiği dönemde izleyenler üzerinde bomba etkisi yaratan "Requiem for a Dream" ile sağlam bir hayran kitlesine kavuşmuştu. Kendilerine has ritim duyguları, insanın zihnini açan hikayeleri, etkileyici müzikleri ve sıra dışı kurgularıyla büyük yankı uyandıran bu çalışmaların ardından uzun bir sessizliğe gömülen Aronofsky, aradan altı yıl geçtikten sonra "Kaynak" ile geri döndü.

    Bu süre içerisinde "Requiem for a Dream"in etkisini üzerlerinden atamayan hayranları, büyük beklentiler içinde izledikleri "Kaynak"tan pek de memnun kalmadılar. Nitekim, Aronofsky'nin sprituelizm ve new age merakına yenik düştüğü "Kaynak," görsel açıdan yeterince tatmin edici bir yapım olsa da, öyküsel anlamda yönetmenin önceki yapımları ile kıyaslanamayacak derecede derinliksiz bir çalışmaydı ve film eleştirmenlerini ikiye böldü. Bu nedenle de Darren Aronofsky, birçok insanın gözünde, çıkış döneminde başarılı çalışmalara imza atmış, ancak bu başarısının devamını getirememiş bir yönetmene dönüştü.

    Aronofsky'nin başından geçen bu ufak sarsıntı, kariyeri yıllar içinde eriyip giden Mickey Rourke'un yaşadığı bunalımla boy ölçüşemezdi tabii ki. Ancak acilen imaj yenileme ihtiyacı içinde olan Aronofsky ve Rourke'un "Şampiyon"da bir araya gelmelerinden, ortaya oldukça anlamlı bir bütünlük çıktı. Çoğu insan bu bütünlüğün sadece Mickey Rourke'un gerçek yaşam öyküsünün "Şampiyon"un hikayesiyle paralel gitmesinden doğduğuna inansa da, itiraf etmemiz gerekiyor ki Darren Aronofsky'nin de belini doğrultması için bu filme en az Rourke kadar ihtiyacı vardı.

    Diğer yandan, "Şampiyon"da kariyeri sona ermekte olan, eski bir güreşçiyi canlandıran Mickey Rourke, elbette ki Aronofsky'ye kıyasla filmin hikayesi ile çok daha güçlü ve duygusal bir bağ kuruyor. Çünkü filmin süresi boyunca hep göz önünde olan ve gerçek hayatta mücadele ettiği birçok problemle canlandırdığı karakter üzerinden yeniden yüzleşen Rourke'a seyirci resmen şefkatle yaklaşıyor.

    Diğer yandan, oyunculuk kariyerindeki düşüş sebebiyle, filmin hikayesinde kendine özel bir yer edinen Rourke, ringlere de yabancı değil zaten. 90'lı yılların başında boksörlük yapan ve dört sene boyunca profesyonel olarak dövüşen ünlü oyuncunun, filmin öyküsü ile uyum sağlaması belki de herhangi bir oyuncudan çok daha kolay. Ancak tüm bu artı özelliklerin yanı sıra, Randy Robinson, Mickey Rourke ve izleyiciler arasında kurulan empati üçgeninin böylesine kuvvetli olmasındaki en büyük faktör herşeyden önce Rourke'un canlandırdığı karaktere tutkuyla bağlanması ve elinden gelenin en iyisini yapmak için canla başla savaşması.

    Randy Robinson, hem fiziksel hem de ruhsal açıdan uyum sağlanması hiç de kolay bir karakter değil; öncelikle fiziksel olarak hem son derece gösterişli ve heybetli hem de fazlasıyla göze batan bir yapıya sahip ve bu yapıyla ring dışında herhangi bir arka plana uyum sağlaması gerçekten de çok zor. Mickey Rourke, ringlerde ve film setlerinde yıprattığı bedeni ve şekil değiştirmiş yüzüyle, yıllarını şov dünyasına adamış olan Randy'nin tüm geçmiş deneyimlerini kendi vücudunda toplamış gibi gözüküyor.

    Böylelikle, Mickey Rourke filme aslında daha en başından bir-sıfır önde başlıyor ve kendisinden başka hiçbir aktörün (özellikle de Nicholas Cage'in) Randy Robinson karakterini canlandıramayacağı konusunda izleyicilerin desteğini alıyor. Karakterin getirdiği manevi sorumlulukların altından da ustalıkla kalkan, Randy'nin yaşadığı tüm çalkantıları, çelişkileri ve kapana kısılmışlığı seyirciye başarıyla hissettiren Rourke, kendiliğinden akıp, giden doğal bir performans sergiliyor.

    Zaten filmin en can alıcı noktası, Rourke'un performansına da yansıyan bu doğallık. Eğer "Şampiyon"dan Aronofsky'nin önceki filmlerinde başvurduğu gösterişli kurgu ve mizansen oyunlarını bekliyorsanız, boşuna heveslenmemenizde yarar var. Çünkü Aronofsky bu filminde, tüm süs ve numaralardan arınmış, olabildiğince sade ve hayatın gündelik akışına benzer bir ritimde ilerleyen, sakin bir anlatım tutturuyor. 1950'li yılların klasik Amerikan filmlerini andıran bir üslupla, dillendirmek istediği mesajları satır aralarına gizleyerek son derece samimi ve insancıl bir öykü anlatan Aronofsky, bu yolla gençlik heveslerinden arındığını ve kendi sesini bulduğunu da belli ediyor sanki.

    Bana kalırsa "Şampiyon," belki de bundan elli yıl sonra tıpkı bugün izlediğimiz Amerikan klasikleri gibi zevkle seyredilecek ve saygı duyulacak bir film. Marisa Tomei ve Evan Rachel Wood'un başarılı performanslarıyla daha da renklenen filmin, Oscar yarışında niçin geride kaldığına anlam vermek imkansız. Çünkü Mickey Rourke ve Darren Aronofsky'nin geri dönüşünü müjdeleyen bu film, bana kalırsa yılın en başarılı çalışmalarından biri.

    Daha Fazlasını Göster
    Back to Top