SİNEMANIN KİLOMETRE TAŞLARINDAN OLAN BİR BAŞYAPIT 10/10
Hiç adetim değildir bu şekilde bir giriş yapmak.Şok oldum suratıma o kadar sert bir tokat patlattıki film yanağımda tarifi imkansız duygularla unutamayacağım bir haz yaşadım buda beni ziyadesiyle memnun etti.Filmin yönetmeni Krzysztof Kieślowski ismiyle daha önce hiç tanışmadım bu filmiyle kendisini çok iyi tanıttı bana.Kendisine neden '' Sinemanın Şairi '' yakıştırması yapılmasınıda bu filmiyle kavramış oldum.Beğendiğim En iyi 5 yönetmen sıralamasını yeniden gözden geçirmemi sağladı o kadar söyleyim.Renklere yüklediği anlam,ufacık bir kamera hareketiyle filmin gidişatına etki edip güzelleşen nokta atışları,renkleri filmde söz sahibi imgeler haline getirerek sanki bizimle konuşuyor algısını yaratma becerisini hayretlikle seyrettim.Boşuna sinemanın şairi dememişler hakederek aldığını bu filmiyle göstermiş.Yönetmene daha çok methiyeler düzerdim ama filme geçiş yapmak istiyorum.Filmin konusu parçalanan bir aile ve bunun ardından yaşananlar üzerinedir. Mutlu ve tatminkâr olduğu varsayılan bir evlilik, seven ve sevilen bir eş ve anne olarak Julie sahip olduğu tüm değerleri ani bir trafik kazasında yitirmiştir. Filmin ilk sahnelerinde meydana gelen kaza izleyici için de bir travmadır. Çünkü izleyici birdenbire daha kim olduğunu bilemediği Julie’yi çaresiz, yalnız, gerçekten acı çeken matemli bir kadın olarak buluvermektedir. Julie kocasının ve kızını kaybetmenin verdiği derin üzüntüyle intihara teşebbüs etmiş ancak başarılı olamamıştır.Başarısız intihar teşebbüsü suret değiştirerek geçmişten kurtulmaya çalışmak haline dönüşmüştür.Film adında geçen mavi rengi temel ve yan anlamlarla işlemiştir. Bundan kasıt bize yönetmen şunu demek istemiştir.Mavi aslında bir renk değildir o durudur,özgürdür,şiirseldir.Film ilk karesinden son karesine kadar vermek istediği duyguyu izleyiciye yoğun bir şekilde aktarmayı başarmıştır. Bu başarıda film müziklerinin payı büyüktür.Öylesine çalışılmıştır ki bazen görüntünün önünde bir algı ve varoluş göstermiştir. Hatta görüntüyü yönetmiştir.Bu yönü ile film yönetmenliğini Roman Polanski’nin yaptığı Piyanist filminide bana ufaktan hatırlattı.Filmde senaristlerin ve yönetmenin izleyiciye aktarmak istediği mesajın bu denli yalın ve şiirsel verilmesindeki bir diğer faktör de Juliette Binoche'ın oyunculuk başarısıdır.Masum,biçimli,ve güzel yüzüyle dominant bir rol oynamaktadır. Mimikleri,jestleri ve hissettirdikleri ile ekranı kaplamaktadır.Binoche’un ölçülü yalın ve başarılı oyunculuğuyla filmi neredeyse tek başına götürmektedir.Diğer bütün karakterler sanki ona hizmek etmek üzerine sunulmuş gibi yani o kadar etkileyici performansı.Parlayan oyunculuğuyla diğerlerini resmen söndürmüş.Binoche'da üzerine yüklenen bu ağırlığı üzerine elbise misali çok iyi giymiş oyunculuğunun doruk noktalarından birini ortaya koymuş.Yönetmenin filmde yaratmak istediği dünya, Julie’nin psikolojik durumunu ve özgürlük çabalarını içeriden yakalama üzerine kuruludur.Bu açıdan baktığımızda film, gereksiz, gözü yoracak, filmi yalınlıktan uzaklaştıracak ayrıntılardan arındırılmıştır. İzleyiciyi yormayan, söylemek istediğini doğrudan söyleyen bir görsel anlatım söz konusudur.Kieslowski, filmin şiirsel ve büyülü anlatımının içinde yer yer sıradışı anlatım teknikleri de kullanmıştır.Bazı sahnelerdeki zaman geçişleri dikkat çekicidir.Mesela zamanın aktığı bir-iki karede yaralı yüzün iyileşmesi peş peşe karelerle ifadelendirilmiştir.Film boyunca bütün dramanın eş rolü üzerinden ilerlemesinin bir kaç sebebi olduğunu düşünüyorum.Öncelikle filmin konusu özgürlüktür.Özgürlük fikrini kadın fenomeni ile eşleştirdiğimizde eş olmak üzerinden işlemek,anne olmak üzerinden işlemeye daha müsaittir. Çünkü eş olma durumunu ' nun filmin kendi yapısı çerçevesinde özgürlük ile ilgili güçlü bağları bulunmaktadır.İkinci bir sebebi ise filmsel gerçeklik ile sosyal gerçeklik arasında farklılıktır.Filmin tamamı Julie’nin solo enstrümanlığını üstlendiği bir konçertoyu andırır. Can alıcı bir giriş, ardından dingin ilerleyen bir çizgi, ve hızlı etkili bir sonuç.Kısacası filmin başından sonuna dek hakim olan şiirsel atmosferi, Juliet Binoche’un hüzünlü yüzü ve Julie karakterine hayat verişi, bir rengi başrole taşıyan üslubu, özgürlük sorununa getirdiği insani yaklaşımı ve bütün bunları adeta notalarla birbirine bağlayan müzikleriyle görülmesi gereken yalın ve sade anlatımıyla dikkat çeken,çok gerçekçi herkesime hitap etmeyen,detaylara ve imgelere önem veren sinema izleyicisinin çok beğeneceği ve tatmin olacağı bir film var karşımızda.Üçleme olarak çıkan filmin ilk halkası Üç Renk : Mavi ,diğerlerini izleme isteği uyandırdı bende.En kısa zamanda onlarada bakacağım hissini bana geçirmeyi başardı.Kieslowski ' nin bizlere servis ettiği göz kamaştırıcı yapıma filmin içinde bir hayli dozda barınan ama benim kısmen biraz daha etkilendiğim bir replikle nokta koyuyorum. İzlemeyenlere altını kalın harflerle çizerek bir daha tekrar etmek istiyorum kaçırmayın..!! '' Artık tek bir şey yapmam gerektiğini öğrendim; hiçbir şey! '' ! 10 / 9.5